Yutmi’nin Gelişi
Bu Yutmi adında bir fotoğraf makinesinin hikayesidir.
Dükkandaki ilk haftamdı. Raflara sıra sıra dizilmiş, bizi alacak insanları bekliyorduk. Bu çekik gözlü adam, ülkemdeki diğer çekik gözlülere pek benzemiyordu. Belki de bundan ötürü, tezgahtar, yanımdaki arkadaşımla birlikte beni de raftan indirdiğinde uzun bir yolculuğa çıkacağımı hissetmiştim. Çekik gözlü adam, beni ve arkadaşımı aldıktan sonra kaldığı otele döndü. Arkadaşımı kutusundan çıkarttı ve merakla onu inceledi. Bana ise hiç dokunmadı. O an arkadaşımın artık onun olacağını anladım. Peki ama ben kimin olacaktım, kimin için alınmıştım?
Çekik gözlü adam iyi birine benziyordu. Neşeli bir hali vardı. Yaptığı telefon görüşmelerinden, iş için Japonya’ya geldiğini, evli ve bir kız çocuğu babası olduğunu öğrendim. İkinci kızları da yoldaydı. Adamın konuştuğu dili daha önce hiç duymamıştım. Şimdiye kadar daha çok Japonca ve İngilizce konuşmalar işitmiştim. Daha önce hiç duymadığım bu dili rahatlıkla anlıyor olmama şaşırmıştım. Bir taraftan da hoşuma gitmişti. Böylelikle etrafımda olup bitenleri kolayca anlayabilecektim.
Çekik gözlü adam bir dalgıç olmalı diye düşündüm. Çünkü beni ve arkadaşımı alırken, her ikimiz için de “housing” (havzing diye okunuyor) dedikleri bir kılıf almıştı. Bu “housing” dedikleri şey dalış elbisesi gibi bir şey. Bu kılıfın içine girdiğimizde, sualtına da girebilecektik. Şeffaf cam bir kutuyu andıran bu kılıf, üzerindeki düğmeler sayesinde sualtında da fotoğraf çekmeye olanak sağlıyordu. Çekik gözlü adam bu “housing” den iki tane aldığına göre diğeri de benim için olmalıydı. Beni alan kişi de bir dalgıç olmalı diye düşündüm. Housing bana biraz ukala gibi göründü. Sanki bana muhtaçsın der gibi bakıyordu…
Neyse şu an bunları düşünecek halim yok. Benim bütün derdim beni kimin alacağı. Nasıl biri? Birbirimizi sevecek miyiz? Çekik gözlü adamın bir telefon görüşmesi sırasında benimle ilgili konuştuğunu duymuştum. Bu konuşma sırasında, aslında çekik gözlü adamın ısrarları üzerine alındığımı anlamıştım. Yani beni alacak kişi çok da istekli değildi bir fotoğraf makinesi sahibi olmaya. Ama çekik gözlü adam “hocam” dediği bu kişiye sürekli Japonya’daki kampanyadan ve makineleri ne kadar ucuza getirdiğinden bahsediyordu.
Beni alacak kişi cimri biri olmalıydı. Belki bir kaç kareden sonra bir kenara atılıverecektim. Oysa ben dünyayı görmek, her güzelliği yutmak için can atıyordum. Belki de yalnızca aile fotoğrafçılığı yapacaktım. Hani her gittikleri yerde yalnız kendilerini çeken insanlar vardır ya… Bunları düşündükçe objektifim buğulanıyordu. Benim bu halimi gören housing “akıllım eğer öyle biri olsa neden beni de alsın ki?” diye laf attı. “Bak hiç bir şey göremesen bile benim sayemde sen de su altını göreceksin fena mı?” diye böbürlendi. Housingin bu kibirli hali iyice canımı sıktı. “Bütün sualtına girenler bunun gibi kibirliyse yandık” dedim. Beni alan kişinin hem cimri hem de kibirli biri olabileceği korkusu kapladı içimi. Çekik gözlü adama baktım, pek öyle birine benzemiyordu. İçim biraz rahatladı. Ama merakım her geçen saat daha da artıyordu.
Ertesi gün çekik gözlü adam bavulunu hazırlamaya başladığında, heyecandan az kalsın bayılacaktım. Havaalanına geldiğimizde bu his tüm parçalarımı kaplamıştı. İçim içime sığmıyordu. Nereye gidiyor olduğumdan çok, nasıl birine gidiyor olduğumdu beni heyecanlandıran. Housingde ise benim bu heyecanımdan eser yoktu. Onun bu fazla serinkanlı hali beni iyice çileden çıkartıyor, housingin ne kadar ruhsuz olduğunu düşünüyordum. Aslında housingin de en az benim kadar heyecanlı olduğunu ama yapısı gereği daha kontrollü ve soğukkanlı olmak zorunda olduğunu çok sonra anlayacaktım. Çünkü o biz fotoğraf makinelerinin güvenliğini sağlamak ve bizleri korumak üzere tasarlanmıştı ve bu sorumluluk onun daha sakin ve kontrollü yapıyordu.
Uzun bir uçuştan sonra kaptan pilot Türkiye adında bir ülkeye geldiğimizi bildirdi.
Birkaç gün çekik gözlü adamın evinde, kutumun içinde bekledikten sonra, bir öğle vakti beni arabasına bindirdi ve şehrin kalabalık caddelerinden birine götürdü. Trafik ışıklarının önünde durduğumuz sırada arabanın kapısı açıldı ve çekik gözlü adam, beni, “Başak Hocam” dediği bir kadına verdi.
Kadın oldukça heyecanlı görünüyordu. Yüzündeki mutlu ifadeye bir anlam vermeye çalışıyordum. Hayatımın geri kalanını geçireceğim insan bu olmalı diye geçirdim içimden. Korku ve endişelerim yavaş yavaş kayboluyordu sanki.
Bütün bir günü kadının yanında, kutumun içinde geçirdim. Akşamı sabırsızlıkla bekliyordum. Akşam eve geldiğimizde heyecanım daha da artmıştı. Çekik gözlü adamın evinden daha küçük bir evdi bu. Evde kimse yoktu. Başka birilerinin yaşadığına dair bir iz de yoktu. Kadın beni kutumdan çıkartmadan salonun ortasında duran kanepenin üzerine koydu. Uzunca bir süre bana baktı. Kutuyu açıp beni çıkartması, eline alması için sabırsızlanmaya başladım. Nasıl dokunduğunu merak ediyordum. Ama o akşam beni kutudan çıkartmadı. Gözlerinde tuhaf bir endişe vardı, sanki benden çekiniyor gibiydi. Bu hiç beklemediğim bir şeydi. Çünkü bizleri almak için dükkana gelen insanların, ilk işi bizi kutularımızdan çıkartıp, oramızı buramızı kurcalamak olur. Ve bunu büyük bir merak ve hevesle yaparlar. Oysa bu kadın sanki benden korkmuş gibiydi.
Beni kanepenin üzerinde bırakıp uyumaya gitti. Şaşkınlık içinde kalakalmıştım. Bir an aklımdan acaba beni alan o değil mi? Yoksa beni bir başkası için mi aldı sorusu geçti. Bunu anlamanın tek yolu sabahı beklemekti. Ben de bu düşünceler içinde uyuyakalmışım.
Sabah kutumdaki tıkırtılara uyandım. Başak hoca kutumun kapağını açıyordu. Meraklı gözlerle bana bakıyor, sanki her an kırılabilecek birşeymişim gibi tutuyordu ellerinde beni. Bir süre öyle karşılıklı bakıştık. Yeni doğan bir bebeğe ne yapacağını bilemeden elinde tutan şaşkın babalara benziyordu. Sonra beni yavaşça kanepeye bıraktı ve kutunun içinden çıkan kullanma kılavuzuma uzandı. Kitapçığın ilk sayfalarını karıştırmaya başladı. Okudukça benim aksesuarlarıma bakıyordu. Önce askımın olduğu poşeti aldı eline. Kitapçıkta gösterdiği şekilde askıyı bana taktı. Askımdan tutup beni havaya kaldırdığında yüzüne mutlu bir ifade yerleşti. Sanki askıyı takmak büyük bir marifetmiş gibi… Daha sonra pilimi ve şarj cihazımı buldu. Sevindim çünkü artık yutmaya başlayabilecektim. Pili şarja taktı ve kitapçığı karıştırmaya devam etti.
Şarjın tam dolmasını beklemeden -sabırsız biri olduğunu o an anladım- pilimi taktı. Dijital ekranımı önce yanlış tarafa çevirdi. Neyse ki beni fazla zorlamamıştı. Daha sonra doğru yöne getirdi ve on/off düğmeme bastı. Tüm bunları yaparken elinde bir fotoğraf makinesi değil de patlamak üzere duran bir bomba tutar gibiydi. Ve işte en sonunda yutmaya hazırdım 🙂 Büyük bir iştahla evinin eğlenceli ve renkli köşelerini yutmaya başladım. O ise şaşkınla beni izliyordu. Ben nereye istersem beni oraya götürüyor, ne yutmak istersem izin veriyordu. Mutlu olduğunu hissedebiliyordum. Sanki o beni değil, ben onu almış gibiydim. O gün bütün zamanımızı evde geçirdik. Bana, değerli bir misafirmişim gibi davranması hoşuma gitmişti. Evini de sevmiştim. Eğlenceli bir havası vardı. Burada onunla yaşama fikri hoşuma gitmeye başlamıştı. 2010 yılın Temmuz ayıydı. Ve artık benim için Başak Hoca’yla yeni bir hayat başlamıştı.
12 Nisan 2013 Cuma, 22:59 at 22:59
Hmmm, interesting 🙂 Bunun çizgi filmini yapmak lazım, çizimler güzel, dile gelirlerse bence daha süper güzel olur 🙂
12 Nisan 2013 Cuma, 23:03 at 23:03
ben çizdim! ben çizdim! 🙂
13 Nisan 2013 Cumartesi, 19:39 at 19:39
Sıcacık, çok tatlı bir öykü olmuş!..Ben bu hikayeyi daha önce senden dinlemiştim 🙂 ama bu kadar ayrıntıları ile değil; şimdi okuyunca daha bir hoş oldu. Ama Yutmi’ye bu özel ismini veren sendin; öyle diil mi?? O isim nasıl doğdu, onu da isteriz! :p İnanılmazsın Başak, o çizimler sana mı ait!!?? Muhteşemler; bayıldım, bayıldım 🙂
13 Nisan 2013 Cumartesi, 22:11 at 22:11
Zehra’cım hikayemizi beğendiğine sevindik 🙂 Yutmoğraf adını ben koydum ama kısaca Yutmi deme fikri Güliz’in. Yani Yutmoğraf’ın isim annesi benim ama Yutmi’nin isim annesi Güliz. İsimlerin hikayesi de bir sonraki öyküde gelecek. Şimdi onun çalışmalarını yapıyoruz.
14 Nisan 2013 Pazar, 11:54 at 11:54
Yutmi’nin hikayelerini okumak için sabırsızlanıyorum. Çizimlere de bayıldım. Ama olmaz ki! İnsan her konuda yetenekli olmaz ki:)
Başak bence çok yakında kitaplaşacak bu hikayeler, öyle hissettim, hatta kitabı gördüm.
Sevgiler…
15 Nisan 2013 Pazartesi, 20:21 at 20:21
Ah benim canım Yutmiiim:-)) Bu hikayenin adı , “Bir yıldız doğuyor” olmalıydı…Gerçekten çok samimi ve şirin bir anlatım olmuş…
Çizimleri senin yaptığına inanamıyorum…Ben bunu ilerde sadece internette değil de, basılı bir çocuk serisi olarak görüverdim hemen:-) Yeğenim küçüktü, ona kitaplar alırken, ne kadar içeriksiz şeylerin piyasada satıldığını gördüğüm için, bence böyle bir şey harika olur…
Yutmi’nin isim annesi olmaktan inanılmaz bir gurur duyduğumu da belirtmeden edemeyeceğim..İlk fırsatta bunu yeğenime okutacağım…
Öpüyorum ikinizi de….Muck…
17 Nisan 2013 Çarşamba, 11:05 at 11:05
Kediler, sahibini seçer! Son zamanlarda Yutmi’nin ifadelerinde de bunu hissediyorum: “Sanki o beni değil, ben onu almış gibiydim.”
Ne hissetmesi, bal gibi dillendiriyor… E, o zaman şöyle fiyonklu bir kuyruğu olsa hoş durmaz mı?
Sevgiyle
24 Nisan 2013 Çarşamba, 19:54 at 19:54
Yutmi fotoğraf makinası macerasını çok beğendim.Babamında fotoğraf makinesi var,acaba bize gelirken de böyle macera yaşamışmıdır merak ettim.
Teşekkürler
ALTAN KEMAL UYGUN
24 Nisan 2013 Çarşamba, 20:08 at 20:08
Sevgili Altan,
Öncelikle bize zaman ayrıp hikayemizi okuduğun için çok teşekkür ederiz. Bu bizim için çok değerli. Yutmi’nin maceralarını sevdiğine de çok memnun oldum. Eminim babanın fotoğraf makinesinin de bir geliş hikayesi vardır. Ama bunu baban biliyor mudur onu bilemem. Çünkü bazen, hepimizin hayatında bilmediğimiz gizli hikayeler olabiliyor 🙂
İlgin ve düşüncelerini paylaştığın için sana çok teşekkür ederim. Ve eğer dalışa karşı bir merakın varsa, Yutmi’nin maceralarını izlemeni öneririm. Hikayede de okuduğun gibi o aynı zamanda bir dalgıç ( ilerleyen bölümlerde göreceksin) 🙂
11 Mayıs 2013 Cumartesi, 09:44 at 09:44
başakcım ve yutmicim ilk tanışmanızı ne kadar da samimi anlatmışsınız. yeni bir çocuk kitabı serisi geliyor sanırım :))
11 Mayıs 2013 Cumartesi, 11:24 at 11:24
Başakcığım çok şirin, çok güzel bir anlatım olmuş, bayıldım. Çizimler de çok başarılı. Devamı gelecek değil mi?
11 Mayıs 2013 Cumartesi, 22:12 at 22:12
Harikasın Başak Hocam! 🙂
Yutmi’nin maceralarını merakla takipteyim.
12 Mayıs 2013 Pazar, 11:21 at 11:21
Yaşasın, benim yaş grubunun yazı dizisi, harika çizimlerle başlamış! Takipteyim…
19 Eylül 2013 Perşembe, 23:06 at 23:06
Harika, müthiş bir anlatımla paylaştığın için bu güzel buluşmayı, teşekkürler Başak’cım..İstek ve merakla izliyorum artık Yutmi ile maceralarınızı 🙂 🙂
21 Eylül 2013 Cumartesi, 13:10 at 13:10
Çok beyenerek okudum.Devamını bekliyorum.Sizi takipetmek benin için zevk oldu.Elinize sağlık,
Sevgiler…..
09 Aralık 2014 Salı, 13:02 at 13:02
Okurken Yutmi’nin heyecenını hissettim:)) Muhteşem:))
24 Şubat 2017 Cuma, 13:37 at 13:37
Başak’cım ne güzel bir anlatım bu böyle.. Etrafımızdaki nesnelere daha dikkatli baktıran, bilgi veren. gülümseten, bende nasıl olmustu acaba diye düsündüren, yazarı hakkinda tanıyorum dur daha bir dikkat edeyim, izleyeyim dedirten, canlı, afacan, zeki… Tesekkurler 🙂