Gökle Yerin Karıştığı Bir Yer, YEDİGÖLLER
Cumartesiyi pazara bağlayan gece saat 24:00’de, Milli Kütüphane ‘nin önünde yedi sekiz kişi, bizi Yedigöller’e götürecek aracı bekliyorduk. Araç bizi ve diğer arkadaşları topladıktan sonra, Bolu’ya doğru yola koyulduk. Bolu Merkez’den geçilerek gidilen yol, eski Gerede yolundan çok daha iyiydi. Stabilize toprak yoldan Yedigöller’e doğru ilerliyorduk. Yoldaki anlamsız bir zamanda başlamış olan kanalizasyon çalışması, bizi epey zorlamıştı. Yedigöller’in sınırları içine girdiğimizde saat altıya geliyordu. Ben yine de diğer yürüyüş gruplarından önce Yedigöller’e vardığımız için çok mutluydum. Fakat bu sevincim çok uzun sürmedi 🙂 Yedigöller’e vardığımızda buranın bir festival alanına döndüğünü ve binlerce fotoğrafçının buraya bizden çok önce gelerek kamp kurduklarını görmem uzun sürmedi. Etrafta bir sürü çadır vardı ve kamp alanı tamamıyla doluydu. Bir an, hiç çadırda kalmadığımı ve bir kez olsun, bir çadır kampı yapmak istediğimi düşündüm. Gece çadırların önünde yakılan kamp ateşinin etrafında oturmak kimbilir ne kadar keyifli olurdu. Sonra sabah doğanın kucağında uyanmak…
Yarım saate kalmadan, etrafı, elinde üçayaklı fotoğraf makineleriyle, yüzlerce insanlar sardı. Adım başı bir fotoğrafçıya rastlıyordunuz. Tam bir fotoğraf festivali… Özellikle göllerin etrafında, metre karaye iki kişi düşüyordu dersem, sanırım abartmış olmam. Meğer her sene bu aylarda burası böyle olurmuş. Ne bileyim ben! En son on beş yıl önce mi ne gelmiştim Yedigöller’e… İnsanların ellerinde koca koca makineler, teleobjektifler, üç ayaklar… Bizimki onları görünce süt dökmüş kediye döndü. Evet evet Yutmoğrafım’dan bahsediyorum. İyice yapıştı bana. “Başak, onlar çok büyük, ben de onlar gibi yutabilecek miyim?” diye bir soruşu vardı, görmeliydiniz… Ben de O’na, koca makineler gibi yutmak zorunda olmadığını, nasıl istiyorsa öyle yutmasını, buraya birlikte eğlenmeye geldiğimizi söyledim. Biraz ikna oldu ama hala çekingenliği devam ediyordu. Biraz daha rahatlasın diye; “Hadi gel, biz de diğer fotoğrafçıları yutalım, ne dersin? İster misin?” dedim. Bu fikir çok hoşuna gitti. Ortalıkta o kadar çok yutulacak fotoğrafçı vardı ki… Üstelik hepsi biraradayken çok da enteresan kareler oluşturabiliyorlardı. Başladı bizimki yutmaya. Yavaş yavaş keyfi yerine gelmeye başlamıştı.
Tedirginliğini atıp, ortama alıştıktan sonra “Başak, burada ne kadar çok renk var değil mi?” dedi yüzünde memnun mesut bir gülümseme ile… Gerçekten de o kalabalığa rağmen etraf inanılmaz renkli ve güzeldi. Hava açık ve güneşliydi. Güneşin göle vuruşundaki yansımalar büyüleyiciydi. Nereye bakarsan bak, güzel bir kare yakalamamak mümkün değildi. Hayatımda ilk defa bir sonbaharı bu kadar doya doya yaşadım. Işık Dağı, Eğerli Yaylaları derken Yedigöller…
Sarının, kırmızının, yeşilin yanında çok ilginç renkler de vardı. Gölün siyah gibi görünen kısımlarına Yutmoğrafım uzanıp baktığında enteresan maviliklere dönüşebiliyordu. Gölün üzerindeki yansımalarla oynaştı, sararmış yaprakları çekti, arada bir börtü böcek yuttu… Bizimkinin keyfine diyecek yoktu. Size biraz da yuttuğu börtü böcekten fotoğraflar sunalım.
Aslında Yedigöller anlatılmaz, yaşanır… Ne kadar yaşatır bu bir kaç fotoğraf bilmiyorum ama yine de paylaşmak istedim. Fotoğraflar için https://www.yutmografim.com/foto-galeri-iii-yedigoller/