Tobie amcanın dediği gibi…
Şu aralar okuduğum iki kitabı sizinle paylaşmak istedim, bir de çok keyifli bir puzzle’ı (yap boz)… Geçenlerde Çocuk bir kitap hediye etti bana. Adı “Odamda Yolculuk”…
Adı da fikiri de çok hoşuma gitti. Hatta bir insanın kendi yaşadığı mekan içinde yolculuğa çıkması ve bunu bir roman haline getirmesi fikri, sanırım kitaptan daha çok hoşuma gitti 🙂 O nedenle koltuğun iki yanında sırasını bekleyenlere aldırmadan resmen torpil yaptım bu kitaba….
Çevresi otuz altı adımdan ibaret odasında kırk iki günlük zorunlu bir hapse mahkum edilen 18.yy sonu yazarlarından Xavier de Maistre, tutsaklığını ironik bir özgürlük metnine dönüştürmeyi becererek edebiyat tarihine geçmiş. Bakın yazar – odasındaki tablolar arasında yolculuk ederken anlattığı hikayaler bir yana- odasında asılı ayna üzerinden nasıl bir bölüm çıkarıyor; “Evet, beyler, hanımlar, size kendi beğeninizden, kendi tasvirinizden daha kesin nasıl bir tablo, nasıl bir manzara sunabiliriz? Size sözünü ettiğim tablo bir aynadır. Şu ana dek kimse onu eleştirmeyi aklından geçirmedi. Ona bakan herkes için bu ayna, tek laf edilmeyecek kusursuz bir tablodur.
… Heyhat, çirkinliğin kendini tanıyıp aynayı kırması çok enderdir! Etrafımızdaki aynalar ne kadar çoğlasa ve ışıkla hakikati geometrik bir keskinlikle yansıtsa da boşunadır. Tam ışınlar gözümüze girip bizi olduğmuz gibi resmedeceği anda, kendimize olan sevgimiz, aldatıcı prizmasını bizimle görüntümüz arasına yerleştirir ve bize bir tanrısallık sunar.
Ölümsüz Newton’un ellerinden çıkan prizma da dahil olmak üzere, hiçbir prizma bu kadar güçlü bir kırılma gücüne sahip olmadı ve kendini sevme prizması kadar hoş ve canlı renkler yaratmadı.
İmdi, madem ki ortak aynalar hakikati boşuna duyuruyor, madem ki herkes kendi görüntüsünden memnun; insanlara kendi fiziksel kusurlarını tanıtamadıktan sonra, benim ahlak aynam neye yarar? Pek az kimse ona göz atacaktır ve -filozoflar hariç- kimse kendini, tanımayacaktır ( hatta filozoflardan bile biraz kuşkuluyum ! ).”
Odamda Yolculuk adlı kitaptan bir bölüm aktardım size. Kitabın tamamını okumak isterseniz istemezsiniz bunu bilemem. Benden bu kadar. Ama ne yalan söyleyeyim fikir gerçekten hoşuma gitti. Hemen kendi odamda dolaşmaya başladı gözlerim ve düşüncelerim… Sonra dört beş sene önce ayağımı kırdığım ve uzunca bir zamanımı evde geçirdiğim o dönem aklıma geldi. O zaman böyle bir roman yazmaya kalksaydım, o bomboş evde ne yazardım kimbilir 🙂 Duvarlarına kadar bomboş bir ev… Kitapsız, tablosuz, koltuksuz bir ev… Eğer yazabilseydim yine de çok iyi bir roman çıkardı eminim…
Size hem hazım hem de yeni kitaba yolluk olsun diye bitki çayı tadında bir şarkı armağan edeyim mi?
* * *
Bunu sana getirdim dedi. “Bir Başvekil Sevdim”. Yalnız okurken çizdiğim, üzerine karaladığım cümleler var umarım rahatsız olmazsın. Olmam dedim. Zaten kitabın bana geliş nedeni de bir bakıma buydu sanırım. Kürşat Başar’ın “Başucumdaki Müzik” adlı kitabı hakkında konuşmuştuk. Ben de kitabı okurken kitapla nasıl kavga ettiğimi, bazı satırların altını çizmekle kalmayıp -ki benim kitap okuma şeklim böyledir ne yazık ki çizerek okurum- bir de ünlemlerle, soru işaretleriyle, kelimelerle, cümlelerle kitabı doldurduğumu anlatmıştım. O da bunun üzerine bana Melike İlgün’ün “Bir Başvekil Sevdim” adlı kitabını okumamı önermişti. Yok dedim böyle bir kitap daha kaldıramam. Oysa O ısrar etmekle kalmayıp, kitabı getirivermişti. Çaresiz teşekkür edip aldım. Acelesi yok ama bitince geri alırım dedi. Tabii dedim.
Oysa okumayı planladığım öyle çok şey vardı ki daha… Yeni çıkanlardan merak ettiğim başka kitaplar sonra… Salonun ortasında değil de okyanusun orasındaki küçük bir ada gibi duran üçlü kanepemin sehpa genişliğindeki sağlı sollu iki kolunun üzeri okunmayı bekleyen kitap ve dergilerle doluydu. Çünkü eğer okunmadan rafa kaldırılırlarsa bir daha kim bilir ne zaman benim ilgimi çekip de okunma fırsatı bulacaklardı…
Şimdi bir de bu kitap çıkmıştı. Üstelik pek ince de değildi. Üstelik geri verilmesi gerekiyordu. Her ne kadar acelesi olmadığını söylemişti söylemesine ama bunu söylemesine gerek yoktu, zira emanet olduğu için o çoktan öncelikli sırayı almıştı. Yine de bir kaç gün bekledi sehpanın üzerinde. Konusu hakkında fikir sahibi olduğum için hiç okumak istemiyordum. Ama arkadaşıma da okumadan geri vermek, ya da okumadan okumuşum gibi geri vermek de istemiyordum. Üstelik beni düşünüp bana kadar getirmişken… Kitabın adı çekici değildi benim için. Bir başvekil sevmiş… Ne yapayım… Bu başvekil Menderes’miş… Gerçekten ilgimi çekmiyor. Kitabın kapağı da çok itici. Elimde taşımaktan çekineceğim bir kapak; hülyalı bakan bir kadın ve kırmızı güller !! Pembe dizi kitabı gibi… Ama yapacak bir şey yok, illaki okunacak… Beni iten kitabı elime alıp, daha fazla bakmaya dayanamayacağım kapağı kaldırıyorum. Melike İlgün hakkında bir paragraflık bir bilginin altında onun (kitabı bana veren arkadaşımın) el yazısı ile yazılmış cümleyi görüyorum “Hayatta ya çello olacaksın ya keman”. Ve birlikte başlıyoruz kitabı okumaya. Birlikte diyorum çünkü o andan itibaren Ayşe beni hiç yalnız bırakmıyor. Hatta bu cümle bana “hadi Başak’cım ben yanındayım” diyor sanki… İyi ki de yalnız bırakmıyor…
Bu kitap insana neyi bildiğine neyi bilmediğine bağlı olarak, tarihe, kadına, erkeğe, ilişkilere, dostluğa, evliliğe, insana dair çok şey hatırlatıyor, belki de öğretiyor… Menderes döneminde yaşananları, bugünle olan benzerliklerini, o günün tarihini… Belki bildiğinizi sandığınız ama bilmediğiniz ayrıntılarını… Siz hiç tüm cevapların sorulmadan ya da yanıtsız bırakılarak alındığı bir ilişki yaşadınız mı?
Şu bir gerçek ki ben tarihi tarih kitaplarından değil, böyle romanlar üzerinden okumayı daha çok seviyorum. Bu kitap iki şey için önemli, bir, o günlere bakarak bugün için doğru okumalar yapmak, -bunu kitabın yararlandığı kaynakları gözeterek söylüyorum- diğeri de günümüzde hızla artan yasak ilişkileri bir de bu gerçek hikaye üzerinden değerlendirmek…
Kitabın kapağına burun çevirmeden okumanızı öneririm. Beyler sözüm daha çok size :))) Ne yalan söyleyeyim bu kitabı bir erkek eline alır mı ki diye düşünmedim değil. Ben bile dışarıda bir yerden okurken veya elimde taşırken gayri ihtiyari kapağı gizleme ihtiyacı duydum. Biliyorum çok saçma ama öyle oldu işte… Hem bunlar yalnızca benim düşüncelerim. Sizin için öyle olmayabilir. O zaman atın çöpe gitsin :))
* * *
Puzzle’a gelince… Bu dünyadan uzaklaşıp, orada yaşamak istiyorsunuz yaparken. Zaten kitaplar değil midir bizi buradan alıp başka diyarlara götürün ve zaman içinde seyahat etmemize olanak sağlayan… Xavier’in otuz altı adımdan ibaret odasında seyahat edebilmesini sağlayan da aslında kitapların ona sundukları değil midir?
Bu resim ve yazılardan sonra yeni bir haftanın harala gürelesine başlamak ne kadar kolay olur bilemem :)) Tobie amcanın hep söylediği gibi; biraz önce çıktığım yükseklerden bir anda inemem diyorsanız, size bir geçiş müziği ile bir basamak yapsam…???
10 Kasım 2014 Pazartesi, 11:48 at 11:48
Yaaa…
İnanılmaz bir insansın sen…
Bu kadar insanı okumaya, araştırmaya, ufkunu geliştirebilmek için bir adım atmaya iten böylesi güzel yazıları çok dar bir alana hapsetmen bence haksızlık…
Daha geniş kitlelere seslenebilmelisin… Nasıl? Bilemiyorum… Ama öyle…
Senin gibi yazarlara bu toplumun çok ama çok gereksinimi var…
Hadi bir gayret…;-)))
Öptüm cancağızım…
10 Kasım 2014 Pazartesi, 11:51 at 11:51
Bu çocuk kitabını alayım:-) Puzzle harika, kitaplar dünyasına girmek vazgeçemediğim… Yazmak da kelimelerin dünyasında dans etmek gibi… Aynasız bir evin hikayesini yazmaya çalışmıştım, onu hatırladım. Burada yayınlanmıştı:
http://parsomen13.blogspot.com.tr/2012/12/kalbinizicin-aynaya-bakn-gazete-haberi.html?q=necla+aytuna
10 Kasım 2014 Pazartesi, 12:03 at 12:03
Dur ben bu yazıdaki bilmecenin parçalarını bir araya getireyim.
10 Kasım 2014 Pazartesi, 12:15 at 12:15
Başak, sabah sabah ilgimi çekerek, öğle tatilinde kitapçıya giderek, şu kitapları almak isteği uyandırdın….İlahi sen … Okunması gereken o kadar çok kitap var ki bende de….Bir türlü elime alamadıklarım, alıp bitiremediklerim, ikinci kez okumak istediklerim, satın almayı düşünüp henüz alamadıklarım…..Ayrıca kapağını gizleyerek okuduğum veya taşıdığım kitaplarım olmuştur benim de, seni çok iyi anladım..Hakkaten de bu kitap kapağı itici geldi bana da …Ama içeriği şaşırtacak herhalde beni de…Teşekkür ederim farklı duygularla haftaya başlamamı sağladığın için….
10 Kasım 2014 Pazartesi, 13:13 at 13:13
Yanlış anlaşılmasın. Odamda Yolculuk bir çocuk kitabi degil. Yalnizca bir çocuk tarafından armagan edildi =)l
11 Kasım 2014 Salı, 01:38 at 01:38
Basak”cim yazini okurken hep gulumsedim. Yasamdaki guzelliklerden biri sanirim”karsindakini taniyabilmek ve o”na uzanabilmek…”olsa gerek.
Yazilarim olmasa sana kitabi armagan etmek isterdim ama edemem. Seni boylesine suruklemesine sevindim.
03 Aralık 2014 Çarşamba, 12:25 at 12:25
Merhaba Basak, daha once tavsiye ettiginiz kitaplari alip okudum. Alinti yaptiginiz satir
lardan “Odamdaki Yolculuk” cok ilginc ve guzel bir kitap olmali. Hemen alip okuyacagim. Bu arada Meral size ulasmaya calisiyor. Kuba fotograflarini gostermek icin bir gece duzenlemek istiyor. Bilginize…
Bu arada muziklerde harika.. Iyiki bunlari bizlerle paylasiyorsunuz. Sevgilerimle.