Tahterevalli
İkinci günden sonra adrenalinsiz bir üç gün geçirdik. Zaten o köprüden sonra o dozda bir adrenalin yakalamak artık çok zor benim için. Doğru, adrenalin yoktu ama üç günde üç çarpıcı şeyle karşılaştım.
Cimcime ile sabah erkenden Füssen’de nehir kenarında güzel bir yürüyüş yaptıktan sonra Steingaden kasabasına doğru yola çıktık. Buradaki Beyaz Kilise (Wieshec Kilisesi) görülmeye değerdi. Kilisenin tavanına bakarken aklıma Van’da kaldığımız otelin lobisinin tavanı geldi ister istemez :)) . Bununla birlikte çiftlik evleri ve çiftlik hayatı da en az kilise kadar hoş göründü gözüme. Bu bölümde de yolda Sema ile söylemeye çalıştığımız parçayı çalayım size.
Burada çok uzun kalmadık. Bir sonraki durağa, Landsbergam Lech’e doğru yola çıktık. Yolun ortasında gördüğümüz “romatik yol” tabelasının önünde fotoğraf çektirmeden olmaz. Aracı köşedeki benzinliğe bırakıp, Türkiye’den gelmiş yayalar olarak trafiği alt üst etme pahasına fotoğrafımızı da çektirdik.
Nehir kenarındaki Landsbergam Lech kasabası yine güzel, düzenli manzaralar, hoş detaylar sundu bize. Zaten detaylara takılarak yazmaya kalkarsaaam ohooooo bu yazı dizisi hiç bitmez. Her birine ayrı bir hikaye yazmak mümkün zira.
Burada da bir iki saat dolaştıktan sonra Augsburg’a hareket ettik ve saat 14:30’da Augsburg’a vardık. Burası Almanya’nın en eski şehirlerinden biri olma özelliğine sahip ve ayrıca Münih ve Nürnberg’den sonra Bavyera eyaletinin en kalabalık 3. şehri. Burada da az zaman geçirdik. Yaklaşık yarım gün ve bu kısacık zamanda bile üç çarpıcı şey gördüm.
En çarpıcı yer, 2. Dünya Savaşı’ndan izler taşıyan bir yerleşim bölgesiydi. Dünyanın ilk sosyal konutları: Fuggerei Yerleşkesi dünyanın bilinen ilk sosyal yerleşkesiymiş. Geçmişi 16. yüzyıla dayanan yerleşke Almanya’nın Augsburg şehrinde dönemin ünlü iş adamı Jakob Fugger’in vakfı tarafından yapılmış. Günümüzde hala sosyal konut olarak kullanılan yerleşkenin kuruluş amacı, kendi iradeleri dışında fakirleşen ya da fakir olan Augsburg sakinlerinin konut ihtiyacını karşılamakmış.
İnşası 1523 yılında tamamlanan yerleşke, içinde toplam 140 dairenin bulunduğu 67 ev, bir yönetim binası ve bir kiliseden oluşmakta. Daire başına yıllık kirası sembolik 0,88 Euro olan Fuggerei’da bu bedel, ilk gününden günümüze kadar değişmemiş olup kiracılarına ömür boyu oturma hakkı tanınmaktaymış. Biri müze olmak üzere iki dairesi ziyarete açık ve kalan 138 dairesinde de halen sakinleri ikamet etmeye devam etmekteymiş. 2. Dünya Savaşı sırasında tüm Augsburg bombalanırken bu evlerin bodrum katları da sığınak olarak kullanılıyormuş. Biz bu sığınaklardan müze haline getirilmiş olanını gezdik.
Diğer çarpıcı şey; bir binada yapılan tadilat nedeniyle, binanın altındaki kumaş dükkanının vitrin düzenlemesiydi. Yalnızca tadilat nedeniyle kapılıyız da yazabilirlerdi. Yazmasa bile insanlar binanın durumuna bakıp anlarlardı. Ama adamlar üşenmemiş oturup bu vitrini hazırlamışlar… Siz ne düşünürsünüz bilmem ama böylesine özenli bir görüntüyü çok nadir gördüğüm için ben çok etkiledim.
Üçüncüsü de Brecht Kültür Cafe Bar’dı. Ne yazık ki bunu Cimcime ile yaptığımız erken sabah gezisinde gördüğümüz ve o gün de o şehirden ayrılacağımız için, o kafede oturup birşeyler içme, içerisini görme şansım olmadı. Ama buralara yolu düşen olursa ve benim için de bir kadeh şarap veya bir bira içerse diye yazdım. Sabahın o saatinde bile olsa bunu yapabilirdim ama ne yazık ki kapalıydı. Ama buralara kadar gelip de Brecht’i anmadan geçmek olmaaaaz.
Dediğim gibi burada detay çok. Parklar, çeşit çeşit çatı pencereleri, mimari detaylar -ki ferforjeler, oyuncaklar ve duvar resimleri ile ilgili ayrı bölümler hazırlamayı düşünüyorum-, Augsburg’da kaldığımız evin merdiven detayları… Her şey ama her şey, benim gibi sabırsız birinin eline düşmemiş olsa tek başına bir bölüm oluşturabilir. Aslında bu kadar hızlandırılmış geziler bende kısa devre yaptırıyor. Neyse bu kadar da olsa paylaşayım bari. Hiç yoktan iyidir.
Yarın gezinin en romantik bölgesinde buluşmak dileğiyle…
11 Temmuz 2019 Perşembe, 01:18 at 01:18
Fuggerei yerleşkesi hikayesine bayıldım.
Hani sohbetlerimizde hep bahsederim ya “avrupa yerleşik düzene 5-6 yüzyıl önce geçmiş…” diye işte işin özü bu. Bir arada yaşama kültürünü 5-6 yüzyıl içinde oluşturmuş ve içselleştirmişler.
Avrupalı olmadan önce bir arada yaşamayı öğrenmeliyiz.
11 Temmuz 2019 Perşembe, 09:51 at 09:51
Başak hocam hala oralardayım sanki, her bir günün ve anın ayrı bir yeri var, o panonun önündeki fotoğrafların da :)) çok eğlendik, her bir fotoğraf ayrı güzel, parktaki o küçük kız da harika. Otelin merdivenindeki detayları oradayken atlamışım sayende görmüş oldum :)) gitsek ya yine…
16 Temmuz 2019 Salı, 11:51 at 11:51
Bir mimarın, gözü bir sanatçının ve duygusalın gözüyle birleşince ortaya bu çıkıyor…harika birleşim ve harika sonuç 🙂 tebrikler teşekkürler Başakcım.