Siyah Kuğu , Wilhelm Reich ve Tavla Zarı
Dün günlerden salıydı. Yani sinema günümüz. Salı günleri birkaç arkadaş toplanıp birlikte film izliyoruz. Filmlerin seçimi ve temininde Senem ve Murat Abi’nin payı büyük. İyi ki de büyük. Zira onların sayesinde çok güzel, çok kaliteli filimler izleme ve üzerine konuşabilme şansımız oluyor. Her ne kadar dün akşam Dere Tepe ailesi fire verdiyse de, sevgili Senem, biz filmsiz kalmayalım diye, gelemese de filmleri bize iletti. İki filimden biri olan “Siyah Kuğ” yu seçtik izlemek için.
“Filmin baş rol oyuncusu olan sanatçı, aynı zamanda kuğu gölü balesinin de baş balerini olarak seçilmiştir. Ancak siyah kuğuyu yönetmenin istediği gibi sergileyebilmesi için kendini, hapsettiği bedeninden ve korkullarından sıyırıp kurtarması gerekmektedir. Bir taraftan sanatına duyduğu aşk, diğer taraftan baskı altında geçmiş bir çocukluk, kendini affedememiş bir anneyle sağlıksız yürüyen bir anne-kız ilişkisi, ve bedeni arasında sıkışıp kalan genç balerinin tüm bunlardan sıyrılışının hikayesini anlatan bir film.” Film çok uç noktalarda dolaşsa da – ki bence sanat dünyası için uç noktaları garipsememek gerek- aslında bir o kadar da hayatın içinden. Aslında hepimizin kendini hapsettiği, zincirlerle bağladığı düşüncelerimiz, kurallarımız, korkularımız var. Kimimizde bu daha fazla kimimizde daha az. Bunu yazarken aklıma “Kaşıntı” adlı yazım geldi 🙂
Neyse filmi izledik ve bu konular üzerine konuşmaya başladık. İnsanların korkularına tutsak yaşamlarından konuşurken Murat Abi Wilhelm Reich’in eserlerinden örnekler vermeye başladı. Bu arada “Dinle Küçük Adam”dan da bahsetmeden geçmedi tabii. Çok eskiden okuduğum bu kitaba karşı bir tepkim olduğunu hatırlıyorum. Hatta kızdığımı hatırlıyorum kitaba. Sanki daha çok üslubuydu beni kızdıran ama tam da hatırlayamıyorum. Murat Abi konuşmaya devam ederken kitabı aradım. Evet aynen hatırladığım gibiydi. Kapağı, inceliği… Oysa hiç aklımda tutamam okuduğum kitapları. Kitabı elime aldım 1986 yılı 4.bakı. Payel yayınlarının. Oldukça eski. İçinde bir de not vardı. “TAVLA ZARI 2X6 yüzlü, yoksa kazanamazdın. Tebrikler. 03.02.1987” yazıyı okuyunca yüzüme bir tebessüm yayıldı.
Murat Abi’nin söyledikleri ile benim hatırladığım duyguların çelişiyor olmasına kafam takılmıştı. Bir çok konuda paralel düşündüğüm, düşüncelerine değer verdiğim ve sıklıkla katıldığım Murat Abi’nin bu kadar beğendiği bir eserle yaşadığım bu çelişkiyi anlamak istedim. 1987’de okuduğum bu kitabı bugünkü aklımla ve bakışımla tekrar okumaya karar verdim. Kitabı bitirince belki yine bir şeyler yazarım 🙂
02 Şubat 2011 Çarşamba, 15:24 at 15:24
Garden of Earthly Delights, 1505-07, Hieronymus Bosch
okurken arada bu resime bak..
karmaşıklığı içinde düşünerek ve görerek yaşıyacaksın..
sonrada çelişkiyi bir kez daha tanımla kafanda.. gerçekte küçük olan kimdir?
küçük olan mı, küçük yaşayıp düşünen mi?
resime baktığında ki onunda hikayesi başkadır..
ancak
arada küçükleri görüceksin..büyükler gözüne girmeye çalışmıyacaklar ama onlar yerlerini ve kim olduklarını bildikleri için korkak değilller.
sevgiyle kal
03 Şubat 2011 Perşembe, 12:44 at 12:44
ben de “dinle küçük adam”ın bu baskısını okumuş ve çok etkilenmiştim.
korkulardan tamamen sıyrıldığım bir an ve ben müthiş olurdu. sonrasında sadece adımımı atardım, altında basamak var mı diye tereddüt etmez ve kendimi sürekli güvene almaya çalışmazdım. böyle bir yaşamak sadece müthiş olurdu. evet evrene burdan bu siparişi veriyorum, kendim için…