Sevdalı Bulut
“Sana bir sürprizim var. Gökhan bu haftaki geziyi fotoğraf çekimine ayıracakmış.” dediğimde ilk tepkisi “Hadi canım, hayatta inanmam.” oldu. “Nasıl yani deretepe düz tırmanmalar yok mu? Arkadan koşturmalar, gruba yetişmek için kan ter içinde kalmalar filan???” diye sordu heyecanla. “Tabii ki yok. Ayrıca kan ter içinde kalan da sen değilsin hatırlatayım” diye yanıtladım. “E iyiymiş o zaman” dedi kocaman gülümseyerek.
Güneşli bir pazar sabahına uyandık. Bu seferki buluşma saatimiz her zamanki gibi saat 7.30 yerine 8.00’di. Kütüphanenin önüne geldiğimizde bizim gibi araç bekleyen insanlar vardı. Giysilerine bakıp, ne için orada olduklarını anlamak zor değildi. Elinde baton olanlar doğa yürüyüşüne gidecek olanlardı. Beklediğimiz süre içinde 3-4 tane yürüyüş grubu durdu önümüzde. Yine biraz spor giyimli ama doğa yürüyüşüne gitmeyeceği belli insanlar vardı. Sanırım onlarda günübirlik kültür turları için bekliyorlardı. Onları da tur arabalı topladı. Tüm bekleyenler içinde, durağın, en şık ve en havalısı -havalıydı çünkü siyah takım elbisesi güneşte yeni cilalanmış gibi parlıyor, siyah gözlükleriyle matrix filminden fırlamış gibi duruyordu otobüs durağında- genç bir delikanlıydı. Onu da içi takım elbiseli kadın ve erkeklerle dolu bir servis aracı aldı.
Bizim aracımızın içinde az kişi vardı. Bir sonraki durakta tanıdık pek çok yüzün yanında sürprizlerle de karşılaştık. Her zamanki gibi Yutmi’nin Özgür ve Sertaç abileri vardı -onların makineleri kendinin 3 misli olduğu için onlara abi diyordu. Üstelik Özgür Abisi bugün çift kamera ile gelmişti-. Onlara abi diyordu da, gezi fotoğraf gezisi olduğu için ortalık abi ve ablalardan geçilmiyordu zaten. Günün sürprizleri ise Kapadokya’da tanıştığımız Nazım Bey, dalıştan arkadaşımız Nilgün ve annemin arkadaşı Erol Abi oldu.
Polatlı’da çay çorba molası verdikten sonra Kurtuluş Savaşı’nın dönüm noktası olan Polatlı’daki Sakarya Şehitleri Anıtı’nı ve Dua Tepe’yi ziyaret ettik. 5377 Şehidimizin yattığı bu tepede, kırmızı tişörtlü çocuk boğazıma bir yumruk gibi oturdu. Bugün ülkemizde yaşananları düşündükçe bu görüntü karşısında daha da tıkanıyordum. Bana göre anıtlar, heykeller, resimler hatta sözcükler bile yalnızca birer şekildirler. Ona anlam kazandıransa insan oğlunun aklı ve yüreğiyle nerede ve nasıl durduğudur… Yoksa istediğimiz kadar anıt dikelim, heykel yapalım, yazı yazalım…
Anıtların gezisi bitince Gordion’a doğru yola çıkıyoruz. Tabii ki alışveriş merkezi olana değil 🙂 Bunu şu an farkettiğim için kendimle dalga geçiyorum, sırıtmam ondan. Bir an her hafta Gordion alışveriş merkezini gezenlerin kaçı Gordion’da yaşamış uygarlıklardan haberdardır diye geçirdim içimden.
Yutmi’nin buraya ilk gelişi. Benimse ikinci. Müzeyi gezdikten sonra Midas Tümülüs’ünü görmek istiyor bizimki. Aslında Yutmi’nin arkeolojiye karşı pek meraklı olduğunu söyleyemem ama kalıntılar üzerinde gezinip, üzerinde hoşuna giden desenleri yutmayı bir de masalları seviyor bizimki. Midas’ı görünce aklına “Midas’ın kulakları, eşek kulakları” gelmiş olmalı 🙂
Tümülüs’den çıktıktan sonra bizimki çığlık çığlığa “Sevdalı Bulut!” diye bağırıyor.
Gösterdiği yöne baktığımda gerçekten bir bulut kümesi görüyorum. Birlikte ona doğru yürümeye başlıyoruz. “Başak, bu Ayşe’nin bulutu mu?” diye soruyor. “Olabilir, neden olmasın ki” diyorum. Birlikte çimenlerin üzerine uzanıp bulutu izlemeye başlıyoruz. Etrafımızdaki çiçeklere bakıp, “Ayşe’nin bahçesindeki çiçeklerden, değil mi?” diye soruyor. “Evet diyorum Ayşe’nin bahçesindeki çiçeklerden.” Gözlerim doluyor, tavşanla güvercinimi arıyorum etrafta.
Gordion’dan sonra Sivrihisar’a doğru devam ediyoruz. Bir Ermeni Kilisesi olan Kızıl Kilise’yi geziyoruz. Restorasyonu tamamlanmış sayılır. Restorasyon sözcüğünü bir kere daha sorguluyorum içimden…
Kiliseden aşağı doğru sallanıp, eski evlerin, restore edilen evlerin arasından meydana iniyoruz. Meydana bakan dükkanlardan biri, sevimli küçük bir terzi dükkanı. Dükkanın içine kafamı uzatınca, dikiş makinesinin önündeki 60-70 yaşlarındaki beyaz saçlı adam “buyur, gel otur” diyor. Dükkan gibi küçük sobanın yanındaki tabureye ilişiveriyorum hemen. Nereden geldiğimizi soruyor. Adı İbrahim’miş. 40 yıldır terzilik yaparmış. Öyle herkese dikmezmiş, yalnızca önemli şahıslar için diker olmuş artık. Gözleri zorlanıyormuş. Elindeki kumaşı gösterdi, “bu ceketi yetiştirmem lazım, söz verdim onun için çalışıyorum bugün” diyor. Ne iş yaptığımı, evli olup olmadığımı soruyor. Değilim deyince pek üzülüyor. “Annen baban pek üzülüyordur şimdi senin” diyor. Ne diyeyim, nasıl anlatayım ki İbrahim amcaya artık çağ biraz değişti, kadınlar yalnız da yaşayabiliyorlar, hem çift kişilik yalnızlıktan daha iyidir tek kişilik yalnızlık diye… Ben evliydim zaten, yıllar önce boşandım desem, belki daha da dert edecek kendine… İyisimi ben bişey demeyeyim dedim. Mahçup mahçup gülümsüyorum ve grubu bahane edip izin istiyorum. Neyse ki o arada gruptan bir kaç arkadaş da beni orada görünce yanıma geliyorlar da konu dağılıyor 🙂 İbrahim Amca’ya el sallayıp uzaklaşıyoruz.
Son olarak Pessinus harabelerine gittik. Ama hava öyle soğumuş ve kararmıştı ki Nilgün’le ikimiz açık hava müzesini gezdikten sonra araca sığındık. Ben bu bölgeyi de yıllar önce gezmiştim. Yutmi de kararmış havayı görünce pek hevesli davranmadı.
Dönüş yoluna geçmiştik. Yutmi, “Neden ağlıyorsun, bilmiyor musun ki Bulut geri gelecek.” dediğinde,
yağmur çoktan başlamıştı…
Gezi ile ilgi diğer arkadaşların paylaştığı fotoğraflar;
Sertaç’ınkiler;
https://plus.google.com/photos/113766210859178682795/albums/5866810288491146081?banner=pwa
15 Nisan 2013 Pazartesi, 13:45 at 13:45
Çok güzel bir yazı olmuş yine…
15 Nisan 2013 Pazartesi, 15:32 at 15:32
Ellerine saglık Başak, teşekkürler 🙂 gk
15 Nisan 2013 Pazartesi, 16:06 at 16:06
her zamanki gibi sıcak samimi bir yazı olmus.. 🙂 hayatımızdan cesitlilikler hic eksik olmasın…
15 Nisan 2013 Pazartesi, 22:20 at 22:20
Çok, çoooookk güzeellll. ellerinize, yüreğinize sağlık :))
17 Nisan 2013 Çarşamba, 07:38 at 07:38
Başak sen çok tatlı birisin, alışkanlık yapıyorsun
17 Nisan 2013 Çarşamba, 08:06 at 08:06
ne güzel 😉
17 Nisan 2013 Çarşamba, 09:22 at 09:22
Günaydın Başak’cığım :))
sabah sabah senin güzel yazınla güne başladım,
eline sağlık,
tşk
17 Nisan 2013 Çarşamba, 10:32 at 10:32
Merhaba Başak,
Herbirine yorum yazamasam da yazılarını okuyorum, gezilerden benim de haberim olsa, bakarsın yeniden karşılaşırız… Yutmoğrafa sevgiler…
17 Nisan 2013 Çarşamba, 11:20 at 11:20
Eline sağlık Başak,
Görseller de şahane olmuş…
17 Nisan 2013 Çarşamba, 11:54 at 11:54
Ne güzel görseller eklemişsin..sevgilerr..
17 Nisan 2013 Çarşamba, 17:56 at 17:56
-Hafta sonu geziye gidiyorum.
– Nereye?
– Gordion’a.
-Aaa alışveriş merkezine gezi mi düzenliyorlar?
Böyle bir konuşma gerçekten yaşandı Başakçım 🙂 Senin yazını okuyunca…çok haklı bir yorumda bulunmuşsun..
Ne güzel bir seyahat olmuş; ben de gitmiştim bu yerlere…Nostalji oldu benim için…ve bu yorucu günün ardından Yutmi bir kez daha iyi geldi bana 🙂
18 Nisan 2013 Perşembe, 11:45 at 11:45
Dünyaya bir daha gelirsem Yutmi olarak doğmak istiyorum:)
Sevgiler.
19 Nisan 2013 Cuma, 00:02 at 00:02
Ben o buluta tutunmak istiyorum:))
19 Nisan 2013 Cuma, 11:51 at 11:51
Anladığım kadarıyla yutmi, mimari görüntüleri yutmayı çok seviyor…at sahibine göre kişner derler ya aynen yutmi de sahibine göre yutuyor 🙂 birazda gezinin koşturmasız ve sadece çekime yönelik olmasıda sonuçları olumlu etkilemiş, ne diyeyim..kıskanıyorum 🙂
19 Nisan 2013 Cuma, 13:14 at 13:14
Başak’cım, çok keyifli bir gezi olmuş yutmiye ve sana teşekkürler :)))
29 Nisan 2013 Pazartesi, 22:56 at 22:56
süper bir yazı olmuş 🙂
01 Mayıs 2013 Çarşamba, 23:47 at 23:47
kosova’nın devamını okumaya cesaret edemedim. “fotoğraf” sözcüğünü görünce bu yazıda karar kıldım ve özellikle şehit anıtlarındaki fotoğraflarını sevdim.