Yutmi

Oyunun Kuralı

Haziran 06 2020

Değil yazmaya, okumaya bile odaklanamadığım günler, haftalar, hatta son yazdığıma bakılırsa aylar sonra ilk defa bu sabah yazma isteği ile uyandım. Yazmak istediğim şey, bir oyunla ilgiliydi. Daha doğrusu o oyunla ilgili aklıma gelen bir anıydı. Yıllar öncesinden gelmiş bu anıyı sabahın köründe aklıma düşüren şey ise, dün izlediğim bir programındaki, oyuncak tasarımcısı bir sanatçının söyledikleriydi; “İyi oyuncaklar, iyi insanlar yaratırlar.

Gelelim bana bu yazıyı yazdıran o anıma… Çoğumuz çocukken Monopoly oynamıştır. Ben yine de bir hatırlatayım; değişik değerde arsaların sıralandığı bir tabla üzerinde zar atarak ilerlenen, ve başta oyunun kuralı gereği herkese eşit dağıtılan para ile oyuncuların bu arsaları satın alıp, üzerine evler, oteller kondurmasını hedefleyen bir oyundur. En çok ve en önemlisi en pahalı arsaları alanlar, diğerlerinden topladığı kiralarla zengin olurken, rakiplerini batırmayı başarıp tek kaldığında oyun biter. Bu arsalara sahip olmak için gerekli olan tek şey, şanstır. Doğru zar gelirse zengin olursun, gelmezse batmaya mahkum olursun. Atacağın her adım oyunu tasarlayan tarafından belirlenmiştir. Ne zaman ikramiye alacağın, ne zaman kodese gireceğin, ne zaman mirasa konacağın… elektrik ve su özelleştirilmiştir bu oyunda. Şansın varsa sen alırsın, yoksa parasını ödersin. Hatırladınız mı? Ya da size tanıdık geliyor mu?

Bir liseliler toplantısında yıllar sonra bir araya gelmiştik. Elif, Oğuzhan ve ben hariç, neredeyse mezuniyetten sonra birçoğumuz bu toplantıda ilk defa karşılaşıyorduk. Çoğu evlenmiş, çoluk çocuk sahibi olmuştu. Sohbet nasıl gelişti, konu nasıl oraya geldi, nasıl oldu da bu davete yalnızca Elif, Oğuzhan ve ben gittik hiç ama hiç hatırlamıyorum ama bu toplantıyı izleyen günlerden birinde biz Bülent’lere monopoly oynamaya gittik. Bülent de evlenip çoluk çocuğa karışmıştı. Bülent’in eşi emlak işi ile uğraşıyordu. Yanlış hatırlamıyorsam bakımsız evleri alıp, dekore edip satıyordu. Bülent bir iş adamı olmuştu. Aslında grupta benden başka herkes kendi işini yapıyordu. O zamanlar Çayyolu yeni yeni oluşuyordu. Tam hatırlamıyorum ama benim de o tarafa ilk gidişim olabilir. Arkadaşımız, eşiyle birlikte bizi balkonda karşıladı, girişi ve hangi daireye geleceğimizi tarif etti. İçeri girdiğimizde benim tarzım olmayan, biraz fazla idealı döşenmiş bir evle karşılaştım. Aklımda kalan, bir resimden çok renklerdi… kırmızı, siyah ve beyaz renklerin dışında sanki biraz da leopar deseni vardı. Düşünüyorum da üzerinden yirmi seneye yakın geçmiş olmalı. Bunların aklımda kalması bile mucize. Uyduruyor olabilir miyim acaba? :)))

Kısa bir sohbetten sonra masaya geçildi. O gün, yıllar sonra bu oyunu oynarken hepimiz otuzlu yaşlarımızın ortasına gelmiştik. Ev sahipleri hariç, biz bu oyunu oynamayalı yılaaaar olmuştu. Favori oyunları olduğu belli olan çift, bize oyunun kurallarını hatırlattıktan sonra ilk zarlar atıldı ve oyun başladı.  Bu oyun için davet edildiğimize bakılırsa, Bülent ve eşi bu oyunu ciddiye alıyor ve zevkle oynamaya devam ediyor olmalıydılar. Tamamen şans üzerine dönen oyunda zarlar benden ve ev sahiplerinden yanaydı. Ev pahalı arsaların ikisini ben alırken, biraz daha düşük değerde ama yine de karlı olan arsa serilerinden de birer pay almayı başarmıştım. Bu oyunda arsaların serilerini tam olarak elde bulundurmak önemli çünkü ancak o zaman arsaların üzerine evler oteller dikip, diğer oyunculardan daha çok para toplayabiliyorsun. Bir süre sonra ben ve ev sahipleri, oyundaki tüm arsaları satın almıştık. Zavallı Oğuzhan ve Elif’in ise elinde yeterince arsası olmadığından bize sürekli para ödemeye başlamışlardı.

Bülent ve Eşinin durumu iyiyidi. Onların da arsaları olduğundan, Elif ve Oğuzhan’dan gelen kiralarla bana para ödeyebiliyorlardı. Oysa Elif ve Oğuzhan’ın ellerindeki para gittikçe azalıyordu. Benim arsalara ev otel dikmem arkadaşlarımın iflası demekti. Oysa oyunun kuralı gereği benim serisine sahip olduğum arsalara ev otel dikmem, parası azalan kişilerin ellerinden arsalarını alıp, daha çok ev otel dikmem gerekirdi. Çocukken hevesle oynadığım bu oyun şimdi hiç hoşuma gitmemişti. Arkadaşlarım daha çok oyunda kalsın diye, sahip olduğum arsalara ev ve otel dikmemeye karar verdim. Evet oyunun ana kuralı zengin olmak ve diğerlerini batırıp oyunu kazanmaktı. Ama o kurallar kitapçığında bunu yapmazsan ne olur, yazmıyordu ki. :))) Evler oteller dikmemenin bir cezası yoktu. Belki de kimsenin böyle bir şey aklına gelmemişti.

Bülent ve eşi bu yaptığıma anlam verememiş ve hatta sinirlenmeye başlamışlardı. Eğer ev-otel dikmeyeceksem, serinin devamı onlarda olan tek arsaları onlara satmamı istediler. Tabi ki satmadım. Böylece Bülent ya da eşi de ev ve otel dikemediler. Hatta satmamayı bırak, Elif ve Oğuzhan benim arsama geldiklerinde, onlardan kira da almamaya başlamıştım. Bu duruma Bülent ve eşi sinirlendikçe biz üçümüz daha çok eğlenmeye başlamıştık. Bunu yapamazsın, gelenden kira almak zorundasın dediklerinde, arsa benim değil mi ister kira alırım, ister almam bu benim bileceğim iş diyordum. Ev sahipleri için oyunla gerçek artık birbirine karışmaya başlamış, kuralları kitapta da yazmayan davranışlarım karşısında ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Bülent iyice sinirlenmiş, bu oyun bitmez ki o zaman böyle döner dururuz diyordu. Ben de olsuuuun, dönmekten sıkılınca bırakırız, berabere biter dediğimde, o kızaran esmer yüzü hala gözümün önüne geliyor. En sonunda Elif’le Oğuz’un parası bitip, benim onlara borç vermeye kalkmamla, Bülent’in isyan edip; “Bu oyun böyle oynanmaz, ben sizinle bir daha oynamam” diyerek masayı terk etmesini hiç unutamayacağım.

O günden sonra uzunca bir süre bir araya gelmedik. Küstüğümüzden değil, yaşadığımız hayatlar farklı olduğundan sanırım. Ama günlerden bir gün, lise arkadaşlarımızdan birinin aracılığı ile bize Bülent’ten haber geldi. Bülent, yeni satın aldığı dört katlı villasına tüm sınıf arkadaşlarını bahçede barbeküye davet ediyordu.

Monopoly çocukken benim de oynadığım, hatta eğlenerek oynadığım bir oyundu, ama yıllar sonra o oyunu yeniden ve bu şekilde oynamak bana unutamayacağım bir anı kazandırdı. O tasarımcının bir sözü daha vardı “Birlikte oynayabiliyorsak, birlikte de yaşayabiliriz.

Biraz da bu tasarımcıdan söz edeyim size. Belki merak edip daha fazla bilgi edinmek isteyeyniniz olur. Tasarımcının adı; Cas Holman. Amerikalı bir oyuncak tasarımcısı. Yapılandırılmamış oyun yoluyla yaratıcılığı vurgulayan oyuncaklar tasarlamasıyla biliniyor. Çocuklara başkaları tarafından hayal edilip kurgulanmış, kuralları belirli bireysel oyuncaklar değil de kendilerinin hayal edip arkadaşlarıyla birlikte oynayabilecekleri oyuncaklar tasarlıyor. 2011’de High Line Park için özel tasarlanmış bir oyun olan Holman’ın “Rigamajig işbirlikçi” oyun setleri serisi, uluslararası okullarda ve müze oyun alanlarında kabul görmüş. https://www.youtube.com/watch?v=84ai88M7pFA

Ben bu anıya ve çocukluk oyunuma kendimce bir açıdan bakıp yazdım. Üstelik üzerine çok uzun yazıp konuşabileceğim bu oyun hakkında pek de yorum yapmadım. Aslında yazının yorumu, nasıl bir açıdan baktığınıza bağlı olarak içinde saklı bence… Eminim farklı açılardan bakıldığında faklı yazılar yazılabilir. Tıpkı bir oyun gibi. :))

Bu yazının üzerine bu şarkı nasıl da güzel gider… Ya sizce?

“Oyunun Kuralı” için 15 Yorum

  1. Ayse Diyor ki:

    Bu oyun, gerçek yasama hazırlık! Adeta provası.
    Dogru mu? elbette hayır.

  2. Ayca Diyor ki:

    Monopoly ‘nin Başak hali: )

  3. Geçkin Gezgin Diyor ki:

    Kapitalizmin yarattığı ve açgözlülüğü körükleyen en önemli oyunlardan biri…
    Hırs…
    Ne kadar yanlış algı yaratılmış bu konuda!..
    Olumlu bir şey yapmayı, insanlık yararına bir şeyler üretmeyi dürtükleyen hırs neden kötü olsun?
    Ama insanlık yararına olabilecek konuları fazla vurgulamaya başlarsan işte o zaman B..t kardeşin bencil hırsı kendini gösterir ki bu da tam dünyanın bu berbat düzenini sürdürmek isteyen zavallıların istediği şeydir.
    Yaşamın her alanında da bu olumsuz hırs, edinilmesi gereken bir karakter yapısı olarak teşvik ediliyor…

  4. gepetto usta Diyor ki:

    Cas Holman söylenebilecek şeyleri söylemiş zaten. Ama biraz birbirine eklemek lazım sadece. 🙂

    “İyi oyuncaklar, iyi insanlar yaratırlar.”

    “Birlikte -İyi oyuncaklarla- oynayabiliyorsak, birlikte de yaşayabiliriz.”

    Ya da söyle diyebiliriz: Monopolyi Başak gibi oynuyorsak birlikte yaşayabiliriz.

  5. Pınar Doğan Diyor ki:

    Yüzümde bir tebessümle okudum yazdıklarını ve işte melek Başak dedim:)) Sevgiyle…

  6. Necla Diyor ki:

    Oyun çok severim ama monopoly, hiç sevmedim, genellikle oynamadım. Senin gibi yapmak aklıma düşmemiş. Ne güzel yapmışsın! Cas Holman ile tanıştığıma memnun oldum:-)

  7. mehtap yıldız Diyor ki:

    Başakcığım özlemişim yutmografı ve en çok da seni…

    Bu oyunu duymuştum ama hiç oynamadım desem.. Bu al sat işinin iticiliğinden sanırım.
    Ayrıca kurallar bozulmak içindir. Çok sevgiler.sana.

  8. inci Diyor ki:

    bizler, çocuklarımız, torunlarımız bilmeyen yok bu oyunu!
    hiç sevmedim ve senin anlatımınla bir daha öfkelendim bunları çocukların en naif zamanlarında
    önüne koyup oynatanlara….
    zararlı yayınlar gibi zararlı oyunları da yok etmek gerek, güzel bir zamanda hatırlattın, teşekkürler

  9. servet şengül Diyor ki:

    Ne hoş bir geliş bu.
    Merhaba.
    Bir iki defa seyrettim, hiç oynamadım. Bana uymadı.
    Bu oyun, hırslı insanları tanımanın bir yolu sanırım. Senin yaptığın “kurallara” aykırı ama insanları tanımak için harika bir davranış. İşte bu yüzden hiçbir zaman dört katlı villan olmayacak Başakcım.
    Üzgünüm(!)
    Sevgilerimle.

  10. nazım gümüşsoy Diyor ki:

    Harikasın Başak’cık……………………

  11. Meral Diyor ki:

    Tabii ki Monopoly kurallarını değiştirmek, başkalarına da hayatta kalmaya şans tanıyan sen olursun. Bence oyunu daha da zevkli hale getirmişin ama ev sahibi ve eşi bunu anlayamamışlar.

  12. Gökhan Çetin Diyor ki:

    Sevgili Başak,
    İnanılmaz güzel bir şey yakalamışsın “İyi oyuncaklar, iyi insanlar yaratırlar.” Ben bu cümleyi okuduğum anda, tıkandım kaldım, kapandım, öyle etkilendim ki yazının devamını uzunca süre okuyamadım. Güzel paylaşımın için teşekkürler.
    Senin bu cümlenin altını görsel olarakta çok iyi doldurabileceğini biliyorum. Şöyle bir sergiciklik olabilir 😉 ,ne dersin?

  13. aysel gulle Diyor ki:

    Cas Holman gerçekten yaptığı şeye ruh katan ve işini çok iyi yapan bir oyuncak tasarımcısı. İşlerini takip ediyorum. Çin’de bir çok okulda onun oyuncakları okullarda kullanılıyormuş. Bizde de benzer bir yaklaşım olması ne güzel olur…

  14. Evrim Polat Diyor ki:

    Oyunu kurallarına göre oynayacaksın diye bir tabir vardır. Ama her oyunun da sapmaya müsaade edecek bir zayıf yanı vardır. Ne zaman insan oyunun kurallarından sıkılır, yada oyun kuralları ne zamanki insan doğasını yıpratır hale gelir işte o zaman mutlaka sapacak bir yol buluruz yada yolları kendimiz yaparız.

    Senin ki de öyle olmuş, ama iyi olmuş:)

  15. sevim Diyor ki:

    Monopoly oyununu hiç sevmedim. Senin de dediğin gibi , birlikte olmayacaksak anlamı yok oyunun.
    İnsanlar gerçek hayatta nasıl iseler , dansta veya oynadıkları oyunlarda da kendilerini bir şekilde gösteriyorlar. Sadece iyi gözlemlerseniz görebilirsiniz.

    Benim dans hocam şöyle demişti ; Dans iki kişiliktir , ben de varım demezseniz hep kukla gibi olursunuz….
    Aynen böyle , hayatta bir oyun , oyunun kurallarına göre oynamayı öğreniyoruz.

    sevgiler

Yorum Yazın