Ölüm
Arkadaş sandığınız herkes adınızı unuttuktan sonra bile o hala yanınızdadır.
Ekim ayında bir yolculuk var 🙂 Nereye mi? Bilmeyenlere şimdiden söylemeyeyim sürpriz olsun. Bilenler veya bulanlar da söylemesin bari 🙂 Bu yolculukta beni en çok meraklandıran 2 şey var. Bunlardan biri ölülerle ilgili diğeri ise bir çukur 🙂 Umarım bir aksilik olmaz ve ben bunları görebilirim. Ve başka bir çok şeyle beraber sizlere aktarabilirim 🙂
Şimdi gelelim ölüme.
Ucu bucağı olmayan internette ve evdeki national geographic sayfaları arasında dolaşırken gözüm bir cümleye takıldı “Arkadaş sandığınız herkes adınızı unuttuktan sonra bile o hala yanınızdadır.” Bu cümle, ölümün sembolü olan La Santa Muerte’den bahsediyordu. Yazıda, –Ulusal Antropoloji ve Tarih Okulu profesörlerinden- Jose Luis Gonzales’de bu sembol için; “Son on yılda ölümle tehlikeli derecede yakınlaşmış bir ülkenin gözüyle baktığınızda, bu iskeletin hali hazırdaki durumunun çok somut ve bariz bir simgesi olduğunu görürsünüz.” diyordu.
La Santa Muerte ile ilgili görsellere bakarken beğendiğim bir kaçını ayırdım. İçimden dövme yaptırmak geldi. Ölümle ilgili böylesine estetik çizgiler… En çok da yazının başındakini beğendiğim.
La Santa Muerte ile ilgili müziklerin içinde tek beğendiğim yazının başındaki. Bir de yazının sonunda var bir tane. Onda da küçük ipuçları var.
“Arkadaş sandığınız herkes adınızı unuttuktan sonra bile o hala yanınızdadır.” Bu cümleden bir türlü kurtulamıyordum. Burada bahsettiği ölüm… Ölümle ilgili neden konuşmaktan pek hoşlanmayız acaba? Oysa o da yaşamak kadar doğal. Ama fiziki olarak süre giden bir durum değil. Peki ruhani olarak?
Ne zaman ölür insanlar? Nasıl ölür? Peki ya yaşarken ölenlerimiz, öldürdüklerimiz? Onların katilleri???
Of aman ! İçiniz mi karardı? Kararmasın… Ama ister adına bencillik deyin isterseniz ne derseniz deyin, yaşarken ve ölümlerde, insan sevdiklerinden ayrılmak istemiyor ve çok acıtıyor o zaman ölüm… Can Yücel’in dediği gibi; Ne yaman çiğköfteymiş ki bu ölüm / Şalgam suları iniyor şakaklarımdan / ben hala susuyorum.
Hadi biraz da şiir okuyalım beraber o zaman. Şiir sevmeyenler resimlere bakıp, müzikleri dinleyebilir. Ben bir kaç tane seçtim ama öyle çok şiir var ki ölüm üzerine. Sizin de var mı bildikleriniz?
geleceğim, bekle dedi, gitti
ben beklemedim,
o da gelmedi
ölüm gibi birşey oldu.
ama kimse ölmedi
Özdemir Asaf
* * *
Bir insan bir insanı bir şey görür, bu hayattır.
Bir insan bir insanı birçok şey görür, bu sevgidir.
Bir insan bir insanı her şey görür, bu aşktır.
Bir insan bir insanı hiçbir şey görür, bu doğu’dur.
Bir insan bir insanı görmez, bu ölümdür”
Özdemir Asaf
Orhan Veli ile özdeşleşmiş Müşfik Kenter’den dinleyelim ne söylemiş Orhan Veli ölüm üzerine
Ümit Yaşar’ın dediği gibi sevmeyi ve ölmeyi bilmek gerek…
16 Ağustos 2013 Cuma, 18:54 at 18:54
Ölüm zamanı dolayısıyla yaşamı belirleyen şey, iyi ki var çünkü sonsuz yaşam düşüncesi bana daha korkunç geliyor. Ama ölüme neden tepki verdiğimizi anlatan Blanchot’un çok sevdiğim cümleleri aklıma geldi okuyunca, paylaşmak isterim:
“Ölüm insanın olanağıdır, onun şansıdır, tamamlanmış bir dünyanın geleceği onun vasıtasıyla bize kalır; ölüm insanların en büyük umududur, onların insan olmalarının tek umududur. Onları asıl kaygılandıran şeyin varoluş olması bu yüzdendir, Levinas’ın göstermiş olduğu gibi; varoluş onları korkutur, ona bir son verebilecek ölüm yüzünden değil, ölümü dışladığı için, ölümün altında bile hala orada olduğu için, yokluğun dibindeki mevcudiyet, üzerinde bütün günlerin doğup battığı merhametsiz gün olduğu için. Ya ölmek? tasamız budur kuşkusuz. Ama neden? Biz ölünce hem dünyayı hem ölümü terk ederiz de ondan. Son saatin paradoksu budur. Ölüm bizimle birlikte dünyada çalışır, doğayı insanlaştıran, varoluşu varlık mertebesine yükselten güç olarak ölüm içimizdedir, en insani parçamız gibi; ölüm sadece dünyada ölümdür, insan onu insan olduğu için tanır sadece, insan olması da ileride ölüm olacağındandır. Ama ölmek dünyayı parçalamaktır, insanı yitirmektir, varlığı yok etmektir; o halde ölümü de yitirmektir, ondaki onu ölüm yapan şeyi ve onu benim için ölüm yapan şeyi yitirmektir.Yaşadığım sürece ölümlü bir insanımdır, ama öldüğüm zaman bir insan olmaktan çıkacağımdan, ölümlü olmaktan da çıkarım, artık ölemem, gelişini haber veren ölüm bende nefret uyandırır, çünkü onu olduğu haliyle görürüm: Ölüm olarak değil, ölmenin olanaksızlığı olarak!”
Sevgiler.
16 Ağustos 2013 Cuma, 18:58 at 18:58
Ve bir ölümden doğan
Sonu belli
Yaşamaksa, sadece işimizdir .
17 Ağustos 2013 Cumartesi, 01:07 at 01:07
hayatta tek kesin şey degil mi.. ölcez işte 🙂
17 Ağustos 2013 Cumartesi, 09:20 at 09:20
Bana göre ölüm üzerine yazılmış en güzel şiir yine Orhan Veli’nin; “Kitabe-i seng-i mezar”
“Ölüm Allahın emri,
Ayrılık olmasaydı.” diye biter…
Not:Sakın yukarıdaki çizimlerden dövme yaptırayım deme, öldürürüm seni:-P……:-)))
17 Ağustos 2013 Cumartesi, 12:21 at 12:21
kendi kibirli
zamanı kirli bir akşamın
çarşafını değiştirdim odamda.
salası sinmiş odaya bir ömrün,
ölüm her daim erken
alışmak ne mümkün?
her ayrılık ölüm,
her ölüm erkendir
ve yetim kalır ellerinde ellerim,
sile/bilirim… (söz.türk)
17 Ağustos 2013 Cumartesi, 18:42 at 18:42
Bir ölüm kaldı,
O da umrumda değil !..
Ölüm yaşanmıyor ki …
Fethi Naci
17 Ağustos 2013 Cumartesi, 21:39 at 21:39
aklıma ölümüm geldikçe
tabutumu tahtıravan
yaptıklarımı ve yapacaklarımı
ayran diye
düşünür
gülümserim… (söz.türk)
18 Ağustos 2013 Pazar, 18:41 at 18:41
Ölümle öldürmeye çalışmayınız kendinizi ve hepinizi. Zira var ise kendisi gelir ve size sormaz. Yok ise ölüm; sizinki boşa çaba.
18 Ağustos 2013 Pazar, 19:48 at 19:48
kuğuların ölüm öncesi ezgileri şiirlerim,
yalpalayan hayatımın kara çarşaflı
bekçi gizleri.
ne zamandır ertelediğim her acı,
çıt çıkarıyor artık, başlıyor yeni bir ezgi,
-bu şiir –
sendelerken yaşamım ve bilinmez yönlerim,
dost kalmak zorunda bana ve
sizlere!
çünkü saldırgan olandan kopmuştur o,
uykusunu bölen derin arzudan.
büyüsünü bir içtenlikten alırsa
kendi saf şiddetini yaşar artık,
-bu şiir –
kuramadığım güzelliklerin sessiz görünümü,
ulaşılamayanın boyun eğen yansısı,
sevda ile seslenir sizlere!
nilgun marmara
insanız, bilmediğimiz bilemediğimiz öyle çok beklenene sesleniriz ki sesimiz beklenen olur çoğu kez…(söz.türk)
18 Ağustos 2013 Pazar, 21:05 at 21:05
“Çocukluğun kendini saf bir biçimde akışa bırakması ne güzeldi. Yiten bu işte!”
Nilgün Marmara,
1958 yılında İstanbul’da doğdu. Ortaokul ve liseyi Kadıköy Maarif Koleji ve Anadolu Lisesi’nde bitirip, yüksek öğrenimini Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı.
Sylvia Plath üzerine incelemeler yaptı. Plath’ın bireyin yalnızlığına ve varoluş sorununa bakışı genç şairi etkiledi. Nilgün Marmara, şiirlerinde çoğunlukla, 1. tekil kişinin düşle gerçek arasında gidip gelen, kırılgan izleklerini kullandı.
Çeşitli dergilerde şiirleri yayımlandı. Küçük İskender, Lale Müldür, Orhan Alkaya, Cezmi Ersöz, Ece Ayhan, Gülseli İnal, Onur Göknil ve Serdar Aydın gibi şairleri derinden etkiledi.
Sylvia Plath sevgisi, Marmara’yı ölümde de sevdiği şairin yazgısıyla birleştirdi. 13 Ekim 1987’de henüz 29 yaşındayken “yaşama karşı ölüm” dedi ve ölümü seçti. Kırmızı Kahverengi Defter adıyla yayınlanan günlüğünde “hayatın neresinden dönülse kârdır” ifadesi yer almaktadır.
19 Ağustos 2013 Pazartesi, 17:28 at 17:28
HER DOĞUM BİR ÖLÜMDÜR
ÖLMEK İÇİN DOĞUYORUZ VESSELAM….
AĞLARIZYA ÖLENİN ARDINDAN
ÖLENE DEĞİL KENDİMİZE AĞLARIZ
ÖLENDEN AYRI KALACAĞIZ VE ONSUZ OLACAĞIZ DİYE
ACI AMA GERÇEK HEM DE TEK GERÇEK ÖLÜM VAR……
20 Ağustos 2013 Salı, 09:47 at 09:47
Ölüm bir yok oluş değil yeni yaşamın başlangıcıdır.
Jose Saramago’nun son kitabı”ölüm bir varmış bir yokmuş” tavsiye ederim