Mı heştekır Mardin
Son bir kaç yıldır gitmeyi istediğim Mardin biletlerimizi yaklaşık 5 ay önce almıştık. Ucuz diye 🙂 Ancak Meksika dönüşü öyle doluydum ki bir türlü Mardin için kendimi hazırlayamadım. Candan’a araba kiralamak konusunda bile yardımcı olamadım. Necla Hanım’la havaş otobüsüne bindiğimizde sanki Ulus’a gidiyormuşuz gibi hissediyordum. Taa ki Mardin havalimanına inene kadar. Bir göz oda gibi görünen yolcu salonuna girdiğimde, yurt içinde uçakla seyahate pek alışkın olmadığımı fark ettim. Biz bagajları beklerken Candan ve Necla Hanım araba kiralama ofisine gittiler. Fakat o da ne, Candan nüfus cüzdanını bulamıyor. Bütün uçak arandı yok… O olmadan uçağa binemeyeceğine göre diyor, bir kaç çeşit senaryo yazıyoruz hemen. Neyse ki Marziye aklediyor da Candan’ın elindeki derginin arasından çıkıyor nüfus cüzdanı. Hepimizin yüzü gülüyor. Arabamız beyaz -markasını unuttum şimdi- ve güzel bir araba.
Havalimanından Mardin’e doğru yola çıktığımızda artık hava kararmış durumda. Saat 4-4.30 gibi hava kararıyor ne fena… Çünkü nereye gidersek gidelim, hava kararmadan Mardine’e dönmemiz lazım.
Şimdi de doğruca otele gideceğiz. Otelimiz Zinciriye Medresesi’nin hemen altındaki Zinciriye Otel. Mardin yollarındaki yol levhaları bizi güzel yönlendiriyor. Biraz da Necla Hanım’ın bilgisiyle eski Mardin’e giriyoruz. Fakat otelin yerini ve bulunduğumuz caddeyi bilmediğimizden -sonradan anlıyoruz ki orası yeni yolmuş- yoldan gecen birine oteli soruyoruz. Eliyle tepeyi işaret edip yukarıda diyor. Onu biz de biliyoruz çünkü otelin kalenin eteklerinde olduğunu biliyoruz ama oraya nasıl gideceğiz. Neyse ki amcanın tarifi ile Mardin’in meşhur Cumhuriyet caddesini buluyoruz.
Elimdeki haritaya göre Zinciriye Otel bu cadde üzerinde. Hepimiz pür dikkat oteli arıyoruz. Pür dikkat çünkü bu cadde tek yön. Yani kaçırdık mı yandık 😀 Geçtik geçmedik derken birine soruyoruz ki geçmişiz. Hadiii, peki şimdi nasıl geri döneceğiz buraya… El yordamıyla alttaki ilk girdiğimiz caddeyi buluyoruz. Bu arada ben oteli arıyorum yol tarifi için. Tam bu sırada Necla Hanım da telefonunu kaybettiğini söylüyor. Neyse ki hemen buluyor. Ben artık yavaş yavaş gerilmiş olmalıyım ki “ARTIK KİMSE KIMILDAMISIN!” diyorum. Hep beraber kahkahayı koyveriyoruz. Neyse ki Candan ve Marziye çok sakin. İtfaiyenin oradan dönüp, jandarmayı geçiyor ve litreyi buluyoruz. Mardinliler benzinliğe litre diyor. Litrenin yanından çıkan dik yokuşu tırmanıyor, tırmanıyor, tırmanıyoruz. Bu canımızı çok sıkıyor çünkü eski Mardin’in en işlek caddesinden uzaklaşıyor olmanın yanı sıra, incin top oynayan karanlık sokaklara dalıyoruz. Uzunca bir süre bu boş sokaklarda gitmeye devam ediyoruz. Üstelik yol da bozuk… O da yetmezmiş gibi sanki gittikçe de daralıyor.
Ben sakin olmaya çalışarak oteli tekrar arıyorum ve “galiba biz kaybolduk” diyorum gülerek. Telefondaki hanım, kaybolmuş olamayacağımızı söylüyor. Neden öyle dediğini 3 gün sonra Mardin sokaklarında dolaşırken anlıyorum. Her neyse, bize nerede olduğumuzu soruyor ama nasıl tarif edeyim. Boş sokaklar ve iki üç katlı evlerden başka bir şey yok. Sokak ayrımındaki eski bakkal levhasının gösterdiği yerde de bakkal filan yok. Sağ tarafımda ama aşağıda kalan iki camiyi söylüyorum telefonun öte tarafında bize yardımcı olmaya çalışan hanıma. O da doğru yolda olduğumuzu, Medreseye doğru gelmemizi söylüyor. Ortada Medrese filan yok deyince gittikçe kabaran sesimle, tamam zaten çok yakınsınız ben hemen birini gönderiyorum diyor telefondaki Hanım telaşla. Bu arada ben arabadan inip aşağı doğru yürümeye başlıyorum. Yol bozuk ya bizimkilere kılavuzluk edeceğim güya. Gerçekten de aşağı doğru biraz daha yürüdükten sonra otel görevlisi Şehmuz – tabii ki adını daha sonradan öğrendiğimiz ve çok da sevdiğimiz güler yüzlü, uzun boylu, genç otel görevlisi- bizi karşılıyor.
Kimse bir şey söylemiyor ama hepimiz biz nereye geldik diyoruz içimizden. Arabayı park edip çok da hoş ışıklandırılmış heybetli medresenin önünden geçip otele girdiğimizde gördüğümüz manzara karşısında diğerlerini bilmem ama ben kocaman bir oh çekiyorum. Eski bir Mardin konağının içindeyiz. Arkamızda tüm heybetiyle Zinciriye Medresesi ve onun da ardında Mardin Kalesi… Üstelik terastan aşağıya bakınca gördüğümüz şey de şaka gibi. Cumhuriyet caddesi bir kaç basamak aşağımızda.
Otele varana kadar, hatta ertesi günkü gezimize başlayana kadar neden araba kiraladık sanki, taksiye atla gel işte, sonra da buradan bin dolmuşa git nereye gideceksen diye söylenirken, ertesi gün ne kadar isabetli bir iş yaptığımızı anlıyorum. Ve bunun için Candan’a cesaretinden dolayı tekrar teşekkür etmek istiyorum. Ne yalan söyleyeyim ben araba kiralamaya cesaret edemezdim.
Odalarımıza yerleşip hemen kendimizi Cumhuriyet caddesine atıyoruz. Şehmuz’un önerdiği üç restorandan bize en yakın olan Antik Sofra’yı seçiyoruz. Ben yemekten önce acil rakı istiyorum. Bu kadar gerginliğin üzerine beni ancak rakı paklar. Bu arada benden başka rahatlamaya ihtiyacı olan da yok, herkes ne yesek derdine düşüyor. Ben yemeği düşünemiyorum bile ne deseler kabulüm 😀
Kadehleri doldurup ilk yudumları aldıktan sonra şööyle bir gevşiyorum, yüzüm de gülmeye başlıyor. Bize servis yapan ince uzun delikanlı -adı Azad- iri zeytin gözleri, kısacık saçları, saç tıraşından dolayı iyice ortaya çıkmış kepçe kulakları ve güler yüzüyle bize birbirinden güzel Mardin lezzetlerini taşıyor. Azad’la sohbet ederken küçük yaşta Mardin’den okumak için ayrıldığını ve Turizm okuduğunu öğreniyoruz.
Gece çok geç olmadan otele dönüp, yataklarımıza yatıyoruz. Necla Hanım ile oda arkadaşıyız. Sabah gün doğumu için saatlerimizi kuruyoruz. Neyse ki ikimiz de erkenciyiz. Hava aydınlanmaya başladığında kendimizi seyir terasına atıyoruz. Ama gökyüzü gri. Koyu gri değil ama gri işte… Renk yok. Hayal kırıklığına uğranmış bir şekilde Necla Hanım’a “bunun böyle olcağını bilseydim, boya takımlarımı yanıma alırdım” diyorum, gülüşüyoruz.
Belki beklediğimiz şekilde değil ama ne güzel ki Mardin’de ilk günümüze uyanıyoruz. İlk günümüzde gördüğümüz yerler ise;
Zinciriye Medresesi,
Mor Gabriel Manastırı, http://morgabriel.org/tarihce.html
ve
DeyrulZafaran Manastırı http://www.deyrulzafaran.org/turkce/detay.asp?id=276
Tabii bir de yol üzerinde uzaktan görüğümüz köyler. 1.Gün bol fotoğraf var, ama 2.günün hikayeleri de en az fotoğrafları kadar keyifli gelebilir 🙂 Bu arada 1.gün Midyat’ı da gördük ama onun fotoğrafları için ayrı bir bölüm düşünüyorum.
“Mı heştekır” evet böyle demişti bana küçük Soni. Ben de hem Soni hem de Mardin için aynı şeyi söylüyorum; “sevdim seni”.
11 Aralık 2013 Çarşamba, 09:01 at 09:01
Ben de ‘mı heştekır Mardin’ Başak’cığım 🙂 . Ne güzel yazmışsın gene. Mardin’e bir kez gittim ama hem orası hem de diğer Doğu şehirlerimize aslında bir daha bir daha gitmek isterim. Oralarda kendimi daha Türk hissediyorum. Doğunun insanları arasında daha rahat hissediyorum. Uygarlıksa evet, yüzyılların müthiş bir birikimi var ama insan olmadan , insanın insana saygısı olmadan bir anlamı yok. Orada görebiliyorum insanlığı. Biz burada akıllı binalarda, otobanlarda ömrümüzü geçirirken asıl medeniyet yanıbaşımızdan geçiyor, gidiyor. Devamını bekliyorum. Eline sağlık.
11 Aralık 2013 Çarşamba, 09:16 at 09:16
Günaydın,
Çok etkileyici bir şehir. Bir daha bir daha gidilir. İnsanlarının gözlerinde ki derinlik gibi derin ve anlamlı bir şehir.
11 Aralık 2013 Çarşamba, 09:33 at 09:33
Beraber gezdikten sonra yutmograf’ ı okumak, resimlere bakmak bi başka oluyormuş:-)
11 Aralık 2013 Çarşamba, 11:00 at 11:00
Yine güzel, yine güzel 🙂
11 Aralık 2013 Çarşamba, 11:19 at 11:19
Sen git Mexico’da kaybolma, gel Mardin’de kaybol…
11 Aralık 2013 Çarşamba, 12:20 at 12:20
şahane, daha önce görme şansına sahip olduğum yerleri yazını okurken yeniden görmüş gibi hissettim içimde. eline sağlık Başakcım
11 Aralık 2013 Çarşamba, 12:21 at 12:21
Mı heştekır be gurban…:-))))
11 Aralık 2013 Çarşamba, 13:26 at 13:26
harikasın başak. ne güzel detaylar yakalamışsın. ne güzel ve yalın anlatmışsın……
11 Aralık 2013 Çarşamba, 14:12 at 14:12
sağol başak
11 Aralık 2013 Çarşamba, 17:06 at 17:06
😀 Yücel Bey çok güldürdünüz beni ama hak ettim bu lafı gerçekten…
11 Aralık 2013 Çarşamba, 23:12 at 23:12
ne litre’ydi be ! litreden yukari, litreden asagi…litreye dogru, litreyi gecince 🙂
12 Aralık 2013 Perşembe, 00:58 at 00:58
Başakçığım, Ne güzel anlatmışsın. An be an tekrar yaşadım Mardin’de geçirdiğimiz ilk saatleri. Fotoğraflar da şahane. Senin ve Yutmi’nin eline sağlık. Devamını heyecanla bekliyorum. Sevgiler
12 Aralık 2013 Perşembe, 13:30 at 13:30
Seni hep bir yerlere göndermek gerek sanki…