Yutmi

Lal Gece…

Eylül 01 2012

Kenetlenmiş küçük ellerin tırnaksız, kırmızı ojeli parmakları birbirini ovuştururken, benim de nefes almam gittikçe zorlaşıyordu. Gelinliği ile yatağın üzerine oturmuş korku ve kaygı ile bekleyen küçük kızın duygusu tüm bedenimi ele geçirmiş, sanki o küçük kırmızı ojeli parmakların arasında sıktığı benim boğazım olmuştu…

Berna’nın önerisi üzerine geçen salı günü izlediğimiz filmden bir kare ve benim o anki duygularımdı üstte yazan. Film bir köy yerinde, hatta sahnelerin çoğu bir köy evinin gerdek odasında geçiyor. 13-14 yaşlarındaki bir kız çocuğu ve töre cinayetlerinden ötürü uzun yıllar hapis yatmış bir adamın gerdek gecesi üzerine dönüyor bütün film. İlyas Salman’ın oyunculuğu muhteşem! Gerçekten etkilenmemek imkansız. Film sonrası arkadaşlarla da konuştuğumuz gibi onun dışında birisi bu rolü üstlense bu kadar etkili olur muydu emin değilim. Dilan Aksüt ise gerek yaşına gerekse tecrübesine göre çok başarılı bir oyunculuk sergilemiş bana göre. Filmi izlemenizi öneririm. Çünkü bu filmi özel kılan, başarılı oyunculukların yanı sıra, tahmin edemeyeceğiniz bir sonla bitiyor olması.

Gece boyunca küçük kız adama bir çok soru sorar, oyunlar oynatır, hikayeler anlattırır -hatta bu hikayelerden biri de Şahmaran’ın hikayesidir ki bu da filmden seyirciye iletilen bir bilgidir-. Adam kızın rızasını almak ister, onun gönlünü yapmak ister ve bu nedenle kızın suyundan gider. Kızı yaşındaki bu çocuğu ilk defa görüyordur. Hapisten çıkınca aile münasip görmüş, adamla evlendirmişlerdir küçük kızı, ne adama ne kıza sormadan… Artık sabah olmaktadır ve köy halkı kanlı bir çarşaf beklemektedir.

Sonunu yazacağım. İsterseniz buradan sonrasını okumayabilirsiniz. Ya da filmi izledikten sonra okumayı tercih edebilirsiniz…

Ama artık sabah olmaktadır ve köy halkı kanlı bir çarşaf beklemektedir. İşte o zaman, tan ağarırken, adam isyan eder. Hem öyle bir isyan eder ki küçük kız artık küçük bir kız değil, kocaman yüreğiyle bir insan olmuştur. Adamın çaresizliğini, kıstırılmışlığını kendi çaresizliğinden ve kıstırılmışlığından üstte tutar o küçük ve saf yürek… Girmemek için bin bir numara yaptığı yatakta, kendisinden 50 yaş büyük, zavallı, çaresiz o insan için, kendi rızasıyla, hazırlamaya başlar kendini. Geleneğe göre çarşafta kan görüldüğünde, bir el ateş edilecektir. Kız çocuğu yatakta hazırlanırken adam yatağa oturur, yastığın altındaki silahı eline alır ve görüntü birden evin dışına çıkar. Birkaç dakika sonra bir el silah sesi duyulur ve başka bir evden iki kadın damatla gelinin evine doğru yürümeye başlarlar. Kapıyı çalarlar, çalarlar, çalarlar… ama açan olmaz. Film böylece biter.

Filmin sonunda Senem, adam vurdu kendini herhalde dedi. O an aklımdan geçen cümle şu oldu. “Hangisinin öldüğünün ne önemi var ki…”

“Lal Gece…” için 4 Yorum

  1. Necla Diyor ki:

    Ben de filmi beğenmiştim, ancak beni rahatsız eden bir şey vardı çıktığımda… Düşündüğümde erkeğin durumunu normalleştirdiğini, çoçuğa iyi davranarak seyirci de olumlu izlenim bırakmasını, sevmediğimi anladım. Eylül şarkısını çok sevdim, ellerine sağlık:-)

  2. aysun Diyor ki:

    Başakcım Eylül ayı şarkısını çok sevdim. Metal denen müzik türüne karşı biraz önyargılıyım ama yanlış işte bak! bütün önyargılarımız ve yargılarımızdan kurtulmak ne zor… Neyse film hakkında ben de seninle aynı düşünceleri paylaşıyorum. Ek olarak filim iyi bulma nedenlerimden biri “çocuk gelin” meselesinde mağduriyet hep kadın üzerinden anlatıldı. Bu da çok doğal bir durum ama yaşanan her şey (bir mağduriyet ya da sıkıntılı bir durumsa ) yaşayanların tümünü etkiliyor. Birçok konuda rahatsızlık duyduğumuz eril bakış açısı ve söylemler gibi sadece kadının mağduriyetini öne çıkaran söylem de artık beni rahatsız ediyor. Bütün bunların yerine “insan” ı koyabildiğimiz zaman galiba her şey daha iyi olacak. Bana bunları düşündürdü yazdıkların. Eline sağlık.

  3. senem Diyor ki:

    Ben de filmi çok beğendim. Bu toplumda “Erkek adam olmak” cümlesi üzerinden erkeklerin sürekli taşımak zorunda kaldıkları roller de taşıması kolay roller değil. Filmi bu yönden sevmekle birlikte zihnimizde oluşmuş, çizgileri belirgin kalıplaşmış bir erkek tipini yıkmaya kalkıştığı için de sevdim. Hep belirli kalıplarla düşündüğümüzün farkına vardırıyordu… Onun dışında filmde özellikle mi yapıldığını anlamadığım dil sürçmeleri, hatalar da vardı ama bir odanın içinde geçen kısacık bir zaman dilimi daha etkili nasıl anlatılır bilmiyorum. Belki de bu yüzden bir tiyatro sahnesini andırıyordu. Başak’çım haklısın, hangisinin öldüğünün ne anlamı var ki! Daha önce defalarca ölmüşler zaten. Çok teşekkürler yazı için…

  4. Zehra Diyor ki:

    Filmi ben de merak ediyordum Başakçım, senden duymak iyi oldu. Konusunu okuduğumda bizim yazma semineri derslerinden birinde tartıştığımız kurgu aklıma gelmişti. Konuştuğumuz kurgunun zaman dilimi de filmdeki zaman dilimi idi, ama gece boyunca yaşananlar ve karakterler daha farklıydı tabii… Bu film vizyona girdiğinde o yüzden de izlemek istedim, nasıl yaptıklarını merak etmiştim; böylece önceden okumuş oldum. Acı bir konu, acı bir gerçek…

Yorum Yazın