Kudüs 1.Gün, 2.Bölüm
Ağlama duvarının olduğu meydana açılan sokaklardan biri Müslüman mahallesine, oradan da Harem-i Şerif’e gidiyor. Kemerli kapıdan geçip, yine kemerli tonoz bir tavan ile kapatılmış sokaktan yürüyerek Harem-i Şerif’e giden kapıya doğru ilerliyoruz. Ruti bizi kılık kıyafet konusunda son kez uyarıyor.
Kadınlar için; kalçayı örten uzunlukta bol bir hırka, bluz vs. kollar ve baş açık olmayacak. Saç görünmeyecek kadar bir örtünme yok ama baş örtülecek. Erkekler şort veya bermuda türü şeyler giymeyecek. Kadınların ayak bilekleri de görünmeyecek. Bunun için içimizden bir arkadaşı kapıdaki görevli uyardı örneğin… İki tarafı dükkanlardan oluşan sokağın sonunda, merdivenlerin başında Arap askerler duruyor. Ruti Yahudi olduğu için bizimle gelemeyecek. Onun için bize içeriyi gezdirmek üzere başka bir rehber ayarlamış. Polis, grubu görünce önce geçiş yasak diyor. Ama bizim Müslüman rehber, grubun Türk ve Müslüman olduğunu söyleyince polis kimliklerimize bakarak (nüfus cüzdanında İslam yazdığı için) bizi içeri almaya başlıyor. Yanına nüfus cüzdanını almayanlardan ise Kuran’dan bir ayet okumasını istiyor. Ve sonunda tüm grup (Ruti hariç) Harem-i Şerif’e geçmiş oluyoruz. Ruti’nin de bizimle gelememiş olması beni üzüyor. Nerede olursa olsun ayrımcılığı, ötekileştirmeyi sevmiyorum. Bunu kim yaparsa yapsın. Din, dil, ırk farketmez…
Harem-i Şerif’in bahçesinde yürüyor, Mecid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahrayı geziyoruz. Kubbet-ül Sahra’nın üzerindeki işçilik ve mavinin rengi büyüleyici. Yer yer gökyüzünün mavisi ile karışıyor. Cami içindeki bezemeler de çok göz alıcı ama gerek içerideki restorasyon, gerek namaz kılanları rahatsız etmemek adına, bir de ışığın azlığından, içeriden fotoğraf çekemedim. Flaşlı çekim de yapmıyorum… Yine de Yutmi elinden geleni yaptı. Bakalım neler yutmuş biziki 🙂
Bununla birikte gruptan arkadaşımız sevgili İnci, yazıyı ben henüz duyurmadan okumuş ve hemen imdadıma yetişip, bana içeriden, cep telefonu ile çektıği fotoğrafları göndermiş. İlk fotoğraf, Muallak Taşı’na inen kapı, dikkatinizi çekerim… Sevgili İnci Göle’ye buradan teşekkürlerimi sunuyor ve onun gönderdiği, Kubbet-ül Sahra’ya ait bir kaç kareyi sizlerle de paylaşmak istiyorum;
Bu arada geçtiğimiz haftalarda Mescid-i Aksa’da yaşananları kınarken, din, dil, ırk, mezhep gözetmeksizin, insanın insana zulmünü, dinin siyasete alet edilmesini, insan onuruna yapılan her türlü aşağılamayı da kınıyorum. Ve en sevdiğim şiirlerden birini, Ataol Behramoğlu’nun şiirini paylaşmak istiyorum;
Bütün insanları dostun bil, kardeşin bir kızım
Sevginin ürünüdür insan nefretin değil
Zulmün önünde dim dik tut onurunu
Sevginin önünde eğil, kızım.
En çok karıştırılan şeyin de altını bir çizeyim; Mescid_i Aksa denince -ki öyle anılıyor- hep sanki kubbesi sarı olan camiymiş gibi geliyor bir çok kişiye ama değil. Kubbesi sarı olan Kubbet-üs Sahra. Gerek içindeki gerek dışındaki işçilik ise çok güzel. Çinilerin üzerinde Kuran’dan ayetler varmış. Mescid-i Aksa, onun yanında oldukça sade kalıyor. Bir de Kubbet-üs Sahra’nın içinde bir Muallak Taşı var ki onun hikayesini öğrenmek için Ayhan’ın bana verdiği, Kenan Makiya’nın “Kaya” adlı kitabı okumak lazım. Kutsal Kaya olarak bilinen bu taş, Hz. Adem’in ilk indiği, Hz. İbrahim’in üzerinde oğlunu kurban etmek istediği, üzerinden Hz. Muhammed’in Miraç’a çıktığı yer.
Kenan Makiya bu kitapta, üç semavi dinin kutsal metinlerinden Kaya üzerine anlatılanları harmanlayarak, sürükleyici olduğu kadar düşündürücü de olan bir hikaye anlatıyor. Hz. Ömer’in 7. yüzyılda Kudüs’ü teslim alışından İslam’ın ilk muhteşem eseri Kubbet’üs Sahra’nın inşasına kadar geçen dönemin anlatıldığı hikaye, gerçek kişilere ve orijinal kaynaklara dayanarak, Kutsal Topraklar üzerinde üç dinin birleşme ve ayrışmalarını dile getiriyor.
Camileri gezdikten sonra, Yahudi mahallesine geçmeden önce İsrail’e özgü bir yemek olan falafel ve humus yedik. Falafel bazlama gibi bir ekmeğin arasına konulan nohuttan yapılmış köfte, salata ve patates kızartmasından oluşuyordu. Benim hoşuma gitti. Zaten acıkmıştım. Yemeği yedikten sonra demir parmaklıklı bir kapıdan geçip, Yahudi mahallesine girdik. İki adım ötede bambaşka bir dünya. Tertemiz sokaklar, eskiyi korumuş ama bakımlı modern binalar… Arap mahallesiyle aradaki medeniyet farkı öyle net görünüyordu ki… Ne diyeceğimi bilemedim. Kültürler, yaşam biçimleri farklı olabilir, bunu gezdiğim ülkelerde çok gördüm. Ancak bu kadar dip dibe yaşayıp da bu kadar farklı olmak, çok ilginç. Bir ülkeden diğer ülkeye, bir şehirden başka bir şehre geçmiyorsunuz, bir sokaktan başka bir sokağa geçiyorsunuz ve bambaşka bir dünya ile karşılaşıyorsunuz. Gel de Wittgenstein’ı anma… Bunlar da Yahudi mahallesinde Yutmi’nin yuttukları.
Bu gezide Yutmi yalnızca gördüklerini değil, küçük dilini de yutacaktı az kalsın, zor kurtardım… Yahudi Mahallesinde dolanırken Kral David’in mezarının olduğu yere gittik . Buradaki bir kilisede Osmanlı mimarisinin izleri vardı. Ben hayatımda bu kadar iç içe girmiş farklı kültürleri sanırım bir tek burada gördüm.
Yarın kimsenin batamadığı Lut gölü (ölü deniz) ve Masada dağından sonra Filistin bölgesine geçeceğiz. Bekleriz…
12 Aralık 2014 Cuma, 11:32 at 11:32
Senin eline, Yutmi’nin iştahına sağlık! Fotoğraflar muhteşem 🙂
12 Aralık 2014 Cuma, 11:40 at 11:40
Sağol:)) merakla devamını bekliyorum:))
12 Aralık 2014 Cuma, 23:01 at 23:01
Müthiş…Bir solukta okudum,Fotoğraflar harika,eline sağlık Başak’cım..
13 Aralık 2014 Cumartesi, 01:43 at 01:43
Başak, biz gerçekten o falafeli mi yedik o nasıl bir görüntü, gece yarısı olmasa kendime bir değil iki falafel yapıp yiyeceğim geldi. Çok güzel, çok iştah açıcı….
13 Aralık 2014 Cumartesi, 10:47 at 10:47
Kimlikte islam ibaresi, tabii dunyada bir tek bize ozgu oldugu icin adamlarda ogrenmisler kontrolu ona gore yapiyorlar 🙂 iki sokak arasinda bu derece fark oldugunu daha oncede duymustum, keske olmasaydi ve keske Ruti’de gelebilseydi sizle ama o zaman birileri nasil daha cok silah satabilirdi? Yine siyaset bulastirdim, kusuruma bakmayin…
13 Aralık 2014 Cumartesi, 11:21 at 11:21
Sevgili Basak
paylasimlar icin cok sagol. Keske bu farkli kulturler baris icinde yasayabilseler.
Felafel bana sevgili Victor Ananias’i (Bugday Dernegi kurucusu, genc yasta kaybettik) anımsatti.
Onlari Istanbul’da ziyarete gittigimizde Gunesin ile “felafel” ismarlamıslardı.
Victor tarifinin kendisine ait oldugunu soyledi. Nefis bir seydi.
Bu vesile ile onu hasretle, Gunesini sevgiyle aniyorum
13 Aralık 2014 Cumartesi, 11:39 at 11:39
İnci Hocam paylaşımınız için teşekkürler. Bu paylaşımınız vesilesiyle, Ananias’ı ben de sevgi ve saygı ile anıyorum… Sizin ve Ali Bey’in doğal yaşam konusundaki ilginizi ve yalnız ilgilenmekle kalmayıp, hayata nasıl geçirdiğinizi bizzat yaşayarak görmüş biri olarak çok da hayranlık duyuyorum. Ananias’ı tanımayanlar da olabilir, (Hitler’in varlığından habersiz bir insanoğlu ile karşılaştığımdan beri, elimdeki bilgileri olabildiğince açarak vermeye çalışır oldum) kendisi hakkında kısacık bir bilgi de ben ekleyeyim, isteyen varsa daha geniş araştırma yapabilir 🙂
Victor Ananias, 1971 yılında İsviçre’nin Zürih kentinde dünyaya geldi. Babası Şilili olan Victor Ananias, çocukluk yıllarını Almanya’da geçirdi. Altı yaşına geldiğinde ailesi doğal bir yaşamı seçerek Bodrum’a yerleşti.
1991 yılında turist rehberliğinden kazandığı parayla köylerden doğal ürünler alarak bunları Bodrum pazarındaki küçük tezgâhında satmaya, bilgilerini paylaşmaya başladı.1997 yılında ilk ekolojik mimari projesini hayata geçiren Vıctor Ananias, yurt çapında ve uluslararası platformlardaki deneyim ve iletişimlerinin çoğalmasıyla birlikte önce İstanbul’da daha sonra da Türkiye genelinde ekolojik tarımın yaygınlaşması, ürünlerin iç pazarda tüketiciye ulaşması, tüketici bilincinin geliştirilmesi gibi konularda çalışmaya başladı.
Ekolojik tarım alanında tüm dünyada tanınan Ananias, uluslararası ekolojik tarım kuruluşları tarafından geleceğin 5 liderinden biri olarak gösteriliyordu.
13 Aralık 2014 Cumartesi, 11:57 at 11:57
Basak’cim harika gidiyor. Devamini sabirsizlikla bekliyorum. İnci ile beraber okuyoruz 🙂
13 Aralık 2014 Cumartesi, 12:08 at 12:08
1992 de görmüştüm oraları,çok etkilenmiştim!
felafelin de tadı damağımda,
tekrar hatırlattığın için çok teşekkürler
13 Aralık 2014 Cumartesi, 13:15 at 13:15
Harika bir anlatım Başak’cım , Ataol Behramoğlu’nun şiiri, fotoğraflar ve yazıda hissettiğin senin heyecanın beni de mutlu etti. Bazen dışarıdan anlam veremediğimiz duygu ve davranışların gerekçesini ve kaynağını insan yerine gittiği zaman anlayabiliyor, onun için her zaman çok okuyanın değil çok gezenin daha gerçekçi bilgi ve duygulara sahip olacağına inanıyorum ( tabi gezinin yanında okumak da varsa tadından yenmez ). Buna benzer şeylerin ülkemizde doğu ve batı arasında yaşıyoruz, doğuya bir kere gitmemiş, o insanlarla yan yana gelmemiş, yemeğini yememiş, havasını koklamamış birçok insan acayip ahkam kesiyor ve çok üzülüyorum. Merakla bekliyorum paylaşımlarını.
13 Aralık 2014 Cumartesi, 16:49 at 16:49
güzel anlatımınla herşeyi tekrar yaşıyor ,unuttuklarımı hatırlıyorum..harikasın!!
13 Aralık 2014 Cumartesi, 17:13 at 17:13
Başağın ve sizlerin penceresinden bakmak ,Kudüs’e çokk güzel
13 Aralık 2014 Cumartesi, 20:19 at 20:19
Sevgili Ruti,
Yutmoğraf’a hoş geldin. Seni burada gördüğümüz için Yutmi de ben de çok mutlu olduk. Ben hala İsrail’in üzerimde bıraktığı etkileri yaşıyorum. Ama yahudi veya müslüman olarak değil, insan olarak…
Seni tanıdığıma çok mutluyum. Çok özel bir insansın ve benim hayatımda hep özel bir yerin olacak. Ve inan bana bu nezaketen veya öyle icabettiği için kurulmuş bir cümle değil. Tüm kalbimle seni tanıdığım için mutluyum…
13 Aralık 2014 Cumartesi, 21:52 at 21:52
başak, gerçekten müthiş anlatımınla tekrar oraya gittim. resimler de harika. hiç mütevazi olma. çok beğendim. eline, gözlerine, kalemine anlatımına ve yutmi’ye sağlık….
devamını bekliyorum…..
14 Aralık 2014 Pazar, 12:59 at 12:59
Bilmediğim bir sürü şey öğrendim, ellerinize sağlık…
14 Aralık 2014 Pazar, 19:07 at 19:07
İnanılmaz bir keyifle ve heyecanla takip ediyorum…merak ettiğim ve önemsediğim bir kültür..aynı anda iki kültürün iç içe olup da bu kadar yabancılaşmak inancın gücünü gösteriyor..teşekkürler.
14 Aralık 2014 Pazar, 22:28 at 22:28
Başak sayende geziyi yeniden yaşıyor, gördüklerimizi, öğrendiklerimizi pekiştiriyorum. Eline, diline ve gönlüne sağlık. Devamını sabırsızlıkla bekliyorum.
15 Aralık 2014 Pazartesi, 12:16 at 12:16
Yukaridaki yorumlara aynen katiliyorum ve tebrik ediyorum. Aglama duvari ile ilgili biraz daha bilgi verebilirseniz sevinirim. Sevgiler.
15 Aralık 2014 Pazartesi, 12:35 at 12:35
Sevgili Gülgün
Meral’de (senin de arkadaşın olduğu için söylüyorum) konu ile ilgili bir yazı var, göndermiş sağolsun ama ingilizce olduğu için yayınlamadım. Bir de gezdiğimiz heryerin bilgisini detaylı vermeye kalksam blog yetmez inan 🙂
Eğer Meral ingilizce yazıyı tercüme eder ve ilginç kısımlarını Türkçe olarak paylaşırsa biz de yararlanırız. 🙂
Ben blogda yabancı dille yazılmış yazılar paylaşmıyorum. Zira herkes yabancı dil bilmeyebilir, haksızlık olmasın… 🙂
15 Aralık 2014 Pazartesi, 16:22 at 16:22
Daha iyi fotoğraflanıp, daha iyi anlatılamazdı Kudüs sanırım. …
Bende Mescid-i Aksa tarafına defalarca misafir götürmüş ve her defasında ayet okutmaya çalışan Arap görevlilerle tartışmış biri olarak, Eski Şehrin surlarının Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmış, Kubbetüs Sahra’nın kubbesini kaplayan altının Celal Bayar tarafından ve Mescid-i Aksanın halılarınının da Süleyman Demirel tarafından Isparta’dan gönderildiğini öğrendiğimde daha da sinirlenmiştim.
Neyse senin fotoğrafların ve anlatımın iyi geldi 🙂
16 Aralık 2014 Salı, 23:28 at 23:28
Kubbet-üs Sahra gerçekten çok güzel görünüyor…falafelli sandviç ise lezizzzz gece gece karnımı acıktırdı 🙂
18 Aralık 2014 Perşembe, 12:25 at 12:25
sayenizde gitmeden herşeyi öğreniyoruz ellerinize sağlık
26 Aralık 2014 Cuma, 15:12 at 15:12
Sevgili Başak, ne yalan söyleyeyim hiç gidesimin göresimin, hakkında bir şey bilesimin gelmediği bir yeri merak ettirdin ya bana, buna gözün, gönlün, kalemin ve karenin gücü denir herhalde. Elinize, gözünüze sağlık, senin ve Yutmi’nin…
11 Ocak 2015 Pazar, 16:58 at 16:58
Saygı ile.. Periyodik bir yayını (dergi, gazete vb.) sürdürebilmek, başlı başına övgüye değer. Üretilen üst düzey bilgiler, görüntüler de ayrı bir hayranlık konusu. Başak hanımı kutlarız.