KÜBA (BÖLÜM .IV.) (Küba’ya uyanmak, Havana)
KÜBA’YA UYANMAK
29 Nisan Cuma. 1 Mayıs’a daha 2 gün var. Kahvaltıya programda yazan saate uygun olarak indim. Küçük, duvarları açık su yeşili olan yemek salonunda benim gibi erkenci bir kaç kişi daha vardı. Sıcak nedeniyle dışarıdaki terasa açılan büyük, beyaz, ahşap kapılar kapalıydı. Açık büfe aradı gözüm 🙂 yoktu.
Yalnızca kahve, süt ve bardakların bulunduğu “L” şeklinde bir masa vardı. Masanın hemen yanında mutfağa açılan iki kanatlı çarpma kapı… Ne yalan söyleyeyim o ilk sabah kimin yanına oturduğumu hiç hatırlamıyorum. Belki de boş bir masaya oturdum. Tam Esin ve Leyla dışında daha kimsenin adını bilmediğimi düşünürken çift kanatlı çarpma mutfak kapısı açıldı ve Kübalı bir bayan garson gelerek “Olaa” dedi. Bu sözcük Küba’da en çok duyacağım ve kullanacağım ilk sözcüktü.
Elindeki tabakları masaya bıraktı. İki tane üçgen şeklinde, sarı renkli tost ekmeği, biraz tereyağ ve iki küçük kutu reçel. Ekmekler kızartılmak istendiği için mi, yoksa önceden kesildiği için mi belli değil, kuruydu. İspanyolca’ya kaçan yarım İngilizcesiyle, “Meyve?” diye sordu. “Evet lütfen” dedim. “Yumurta mı, omlet mi ?” dedi. “Omlet lütfen” dedim. “Peynirli mi, salamlı mı, karışık mı?” dedi. “Peynirli lütfen” dedim. “Çay mı, kahve mi?” diye sordu, “Hiçbiri” deyince biraz şaşkın gözlerle bana baktı. Yanlış anladığımı düşünmüş olmalı ki, zeytin karası gözelerini kocaman açarak sorusunu tekrar etti, ben de yanıtımı… Birbirimize bakıp gülüştükten sonra -ki bundan sonra Küba’da bu sevimli gülümsemelerle hep karşılaşacaktım- oda numaramı istedi, yiyeceğim şeyleri yazdığı adisyon gibi şeyi bana uzatarak imzalamamı söyledi. Aynı şeyi diğerlerine de yaptı. Sabah kahvaltısı ve akşam yemekleri otele dahil olduğu ve başka yerlerde böyle bir uygulamayla hiç karşılaşmadığımız için önce bunlar ekstra mı diye ufak çapta bir telaş yaşandı. Sonra bu işlemin ekstra olmadığını öğrendik ve Havana’da kaldığımız her günün sabahı aynı ritüeli yaşamaya devam ettik. Bazen peynir kalmıyordu. Bir seferinde de bizi şaşırtıp sandviç isteyip istemediğimizi sordular 🙂 Ama bunun dışında sabah kahvaltılarımız hep aynı oldu.
Kahvaltıya gelenlere günaydın deyip, isimlerini öğrenmeye çalışıyordum. İsim hafızam pek iyi olmadığından biraz panik yaşıyordum. Sonra aklıma çok eğlenceli bir fikir geldi. Otelde uyandırma yoktu. Belki de Esin’nin uyandırma istemek aklına gelmemişti bilmiyorum ama birden aklıma “neden uyandırmayı ben yapmayayım ki?” sorusu geldi. 28 kişilik bir gruptuk ve programımız genellikle erken saatlerde başlayan yoğun bir programdı. Turlarda kişilerin otobüse geciktiğini, bu nedenle çok zaman kaybı yaşandığını ve insanlarının canının sıkıldığı duymuştum. Hem bu risk de ortadan kalkardı. Evet evet sabah uyandırma işini üstlenmeye karar vermiştim 🙂 Böylelikle herkesin adını da kolayca öğrenebilecektim. O sabah bir liste yaptım ve diğer günler tüm grubu sabah ben uyandırdım. Kimi uykulu, kimi neşeli sesler duymak, insanların “Günaydın”a telefonunda nasıl tepki verdiklerini görmek çok hoşuma gitmişti. Böylelikle herkesin adını da öğrenmeye başlamıştım. Tek kişi hariç, “Rapunzel” 🙂
HAVANA ( HABANA )
Kahvaltıdan sonra otobüse binmek üzere otelden çıktık. Kapının önünde o meşhur eski arabalardan duruyordu. Herkesin elinde fotoğraf makineleri… Japonlara benzedik diye düşünüp kendi kendimle dalga geçerken, ben de fotoğraf çekmekten geri kalmıyordum tabii… Otobüse doluşup Eski Havana’ya gitmek üzere yola koyulduk. Önce para bozdurmamız gerekiyordu. Burada biz turistlere geçerli olan para CUC. 1EURO= 1,4 CUC civarında. Dolar da geçiyor ama Dolar’a çok fazla komisyon kestikleri için kimse dolar bozdurmuyor. Bu bilinçli yapılmış bir şey. Eh ABD’nin Küba’ya yaptıkları düşünülürse o kadar da olsun değil mi? 🙂 Kübalılar başka bir para kullanıyorlar. Bizim 1 CUC’umuz, onların 10 CUC’una denk. Yani onlar bizim aldıklarımızı bizden çok daha ucuza alabiliyorlar ama gelirleri de ona göre. Ana yaşamsal ihtiyaçlar ucuz ama lüks tüketim pahalı. Zaten ona da Küba’lılar pek ulaşamıyorlar. Burada su pahalı. Bir küçük su 1 CUC. Yani bizim paramızla yaklaşık 3TL. Bira da 1 CUC. Burada sudan çok bira içtiğimi söyleyebilirim 🙂 Buranın birası “BUCANERO”.
Neyse bira mira deyip dağılmayayım.Para bozdurduğumuz bu büyük otelin önünde beklerken, “COCO TAKSİ” dedikleri ve daha sonra benim ve badim Faruk’un en çok kullanacağı ulaşım aracı olan bu komik taşıtların fotoğraflarını çekmeye koyuldum.
Para işi bitince otobüse doluşup, yeni Habana’dan geçerek eski Habana’ya doğru yola koyulduk. Bu kısa şehir turu, bize Habana ve daha sonraki serbest zamanlarımızda daha detaylı gezmek isteyeceğimiz yerle hakkında biraz fikir verecek. Otobüsümüz eski Habana’ya giderken sahil yolunu izliyor. Sahil yolunun uzun bir bölümünün adı MALECON. Malecon Bulvarı, Havana’nın en renkli en kalabalık bulvarı. Kaş’daki “Mavi Bar”ı bilenler, barın önünü, oradaki kaldırımları gözlerinin önüne getirsinler, işte onun kilometrelerce uzunu 🙂
Küba halkı burada sabah akşam zaman geçirmeye bayılıyor. Gündüz sıcak olduğu için özellikle akşamları bulvardaki yol boyu devam eden duvar üzerinde boş yer bulmak çok zor. Gündüzleri de insanlar buradaki kayalıklar üzerinde, gelen dalgalarla eğleniyorlar. Balık tutan da var, gitar çalıp şarkı söyleyen de. Bazı yerlerde dalga öyle şiddetli geliyor ki, duvarı aşıp yola taşıyor. Küba’da yapamadan geldiğim şeylerden biri de bu duvar üzerine yatıp, gelen dalga ile ıslanmak oldu 🙂 İçimde kaldı birazcık 🙂
Bulvar üzerinde “Anti Emperyalist Meydan” diye bir meydan var. Bu meydanı anlatmadan eski Habana’ya geçemeyeceğim. Çünkü bu meydan önemli bir meydan. Ben ilk gördüğümde 1 Mayıs gösterileri burada yapılacak sanmıştım fakat değilmiş. Ama burada da çeşitli gösteriler, konserler, etkinlikler düzenleniyormuş… Joe, bu meydanın hikayesini söyle anlatıyor; ABD Küba ile diplomatik ilişkilerini kestiğinden beri Küba’da elçilik bulundurmuyor. Bu binaya da ABD iletişim bürosu (vize bürosu diyen de var) diyorlar. Amerikalılar zaman zaman binanın tepesinde ışıklı panolarla Küba ve Küba Halkı aleyhinde sloganlar yayınlarlarmış. Ya da Amerika’nın ne kadar refah içinde ve yaşanılası bir yer olduğuna dair filmler gösterilirmiş. Fidel de bunu protesto amaçlı olarak buraya bir meydan yaptırarak tam da binanın önüne gelecek şekilde 80 direk diktirmiş. Ne zaman binada Küba karşıtı yazılar çıksa, bu direklere siyah bayraklar çekilirmiş. Böylece bir taraftan protesto ederken, bir taraftan da bayraklar yazıların görünmesini engellerlermiş.
Bu arada Joe bize Kübalı bir mülteci olan Posada Carriles’dan bahsediyor. Posada, ABD’deki silahlı Castro karşıtı hareketin bir sembolü olarak tanınıyor. 1976’da Küba uçağına bomba yerleştirilmesi ve 73 kişinin ölümüne sebep olduğu gibi başka terörist eylemleri de olmuş. CIA ajanı olan bu teröristi ABD yargılayarak suçsuz buluyor. Bu yazıyı yazarken internet üzerinden de yaptığım araştırmalarda da aynı bilgilere ulaşıyorum. Bu da ABD’nın terörizme bakışını çok açık bir biçimde gösteriyor.
ABD binasının karşı ucunda duran heykel de çok anlamlı. Jose Marti, kucağında bir çocukla ABD binasını işaret etmekte. Jose Marti ise Küba’nın bağımsızlık mücadelesinin bir sembolü haline gelmiş, ünlü bir şair ve yazar. Küba’da hemen her yerde onun büstünü görmek mümkün. Bu arada şunu da yazmadan geçemeyeceğim, Küba’da Fidel Castro’nun ne bir heykeli ne de bir büstü var. Ama halk tarafından o kadar çok seviliyor ki, evler de dahil olmak üzere her yerde onun ve CHE’nin fotoğraflarını görmek mümkün.
Gördüğünüz gibi Eski Havana’ya gelmek o kadar kolay olmuyor. Şaka bir yana, aslında kaldığımız otel çok merkezi bir yerdeydi. Taksi ile 5 dk içinde şehrin en renkli, en eğlenceli bölgesi olan “Eski Havana”ya ulaşmak mümkündü. Ben en iyisi bu bölümü burada bitireyim ve Eski Havana’dan yeni bölümde bahsedeyim 🙂
Zaten eve geldiğimden beri hiç durmadan yazıyorum. Yaşadıklarımı sıra ile yazmak istiyorum ama 1 Mayıs’a da bir an önce gelmek için sabırsızlanıyorum. Bu gezinin kalbinin attığı gün, Küba’da 1 Mayıs. Küba’nın yürüdüğü, Küba halkının bir nehir gibi bulvarlardan aktığı gün… Biri bana dur desin, biri bana dur demedikçe de yazmaya devam edeceğim korkarım 🙂 Şimdi biraz ara verip, fotoğraf ayıklamaya girişeyim, çünkü fotoğraf bekliyoruz diyen çok kişi oldu. Tabii yazıların içindeki fotoğraflar hariç 🙂 Bu arada bavulu açıp, yarınki temizlik için de hazırlanmam ve ev için biraz alışveriş de yapmam gerekiyor 🙂
14 Mayıs 2011 Cumartesi, 21:11 at 21:11
Durmayın, durmayın ! Biz burada merak ve sabırsızlık içinde bekliyoruz yazı ve fotoğrafları. Küba’da kahvaltı önemli bir nokta. Sadece Havana’daki otelde peynir bulabildiğimizi hatırlıyorum kahvaltıda yemek için. Beyaz beynir, ekmek, bal ve zeytin yemezsem kendimi kahvaltı yapmış saymayan ben, Küba’da bunlara hasret kaldım. Haaa, aç mı kaldım ? Hayır. Yumurta ve omlet karnımı doyurmaya yetti ama ben burada “Ananas” adlı o kutsal meyveden sözetmeden geçemeyeceğim. Zira her sabah kahvaltımı renklendiren, tatlandıran, karnımı doyuran bir meyvedir kendisi.
Ve arabalar. Sizin gibi ben de, kahvaltıdan sonra grubun toplanmasını beklerken otelin dışına çıktım. İki tane pırıl pırıl, ışıl ışıl eski Amerikan arabası yanyana duruyordu. “Ya bir daha bu kadar yakından göremezsem bu meşhur arabalardan” endişesiyle deklanşöre arka arkaya basmaya başladım. Endişemin yersiz olduğunu eski Havana’ya doğru yola çıktığımızda görecektim. Arabalara meraklı biri değilim ama, Küba sokaklarında yürürken ya da otobüsümüzle bir yere giderken, birden bire yanımızdan geçiveren rengarenk Amerikan güzelleri beni çok heyecanlandırmıştı. Küba yaz yaz bitmez di mi. İnsan en ufak detayı bile atlamak istemiyor. Biz okumaktan sıkılmayız merak etmeyin. Devam =)
14 Mayıs 2011 Cumartesi, 21:21 at 21:21
Sevgili Ayşe Hanım,
🙂 Ne kadar hoş bir duygu bu 🙂 Sanki aynı turdaymışız gibi. Sanki Küba’da birlikteymişiz gibi. Paylaşmanın en sevdiğim yanı bu işte. Birden fazla yüreğin aynı şey için aynı zamanda çarpıyor olması. Mutlaka herkes kendince yaşıyor bir çok şeyi ama bu buluşmalar mest ediyor beni. Eski bir dostla sokakta karşılaşmak gibi sanki 🙂
Ne hoş !
14 Mayıs 2011 Cumartesi, 21:22 at 21:22
Oradaki ulaşım araçlarının çeşitliliği ve ilginçliği de anlatılası bir özellik. Coco taksileri, gitmeden önce okuduğum yazılardan fotoğraflardan biliyordum. Ama, binmek son gün kısmet oldu. Havana’daki son günümüzde serbest zamanımız vardı. Cristobal Colon diye onların meşhur ve büyük bir mezarlığı var. Orayı görelim dedik. Gitmek için de coco taxi’yi seçtik. 3 kişi bir coco’ya zar zor sığabildik =) bir de fayton-bisikletvari bir ulaşım aracı vardı. Bir gece Casa de la Musica’ya bu araçlarla gidelim dedik. Yine üç kişi arkaya doluştuk. Casa de la Musica da bi uzakmış, bi uzakmış. Dön dolaş yol bitmedi. Ama ben yolun uzadığına değil de, bu aracı süren şoförümüze acıdım. Çünkü yol uzadıkça, şoförün bacaklarında derman kalmadı. Yoruldu, yavaşladı. Neyse ki, bacaklarını tamamen kaybetmeden gelebilmiştik. Resmen kas gücüyle çalışan bir ulaşım aracı. Taş Devri’ndeki arabalar gibiydi bi nevi.
14 Mayıs 2011 Cumartesi, 21:37 at 21:37
🙂 Küba söz konusu olunca, heyecanlanıyorum elimde değil. Neden böyle hissediyorum hala çözebilmiş değilim 🙂 Muhtemelen siz de böyle hissedeceksiniz aradan çok zaman geçtiğinde bile. Ve evet, bu paylaşımlar harika. Düşünün ki, aynı şehirde yaşıyor olmamıza rağmen birbirimizden habersizken, Küba sayesinde tanışıveriyoruz birdenbire 🙂