Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, Birinciliği beyaza verdiler. Ö.Asaf
Artık yaşlandım mı yoksa sporsuzluk adamı bu kadar mı çok etkiliyor bilmiyorum ama pazar günkü doğa yürüyüşünü daha yeni yazabiliyorum. Dün akşam eve döndükten sonra sıcak suyun altında bir taraftan iliklerim ısınırken bir taraftan da kaslarımı gevşettim. Bütün gün kar üzerinde yürümenin yorgunluğu için sıcak bir duştan daha iyi bir şey olamaz. Evet doğru duydunuz, ben ki her kış başı kış uykusuna yatmaktan söz ederim, bu sene bırakın kış uykusuna yatmayı, dere tepe yürümelere kalktım. 3 aydır sporda yaptığım yok… Eee tabii dün akşam saat dokuzda pilim bitti.
Neyse dün dünde kaldı ben dünü size bugünden anlatacağım artık 🙂 Kar kış yürüyüşlerine bundan seneler evvel gitmiştim. Bu yürüyüşlerden aklımda kalan iki şey vardı; karın doğayı beyaza boyaması sonucu ortaya çıkan o muhteşem tablo ve ip gibi dizilmiş, topal Osman gibi kara batıp çıkarak yürümeye çalışan bir grup insan 🙂 Sevgili küçük dostum Şımel geçtiğimiz hafta bana birlikte kar yürüyüşü yapmayı teklif ettiğimde gözümün önüne gelen ilk iki görüntü işte buydu.
Karın sihri olduğuna inanmışımdır hep. Bu inancımı Walt Disney, “Fantasia” adlı yapıtında kanıtladı.
Bu sihirli dokunuşu şehirde göremezsiniz. Bunun için doğaya gitmek lazım. Parklar bu sihirli dokunuşun yalnızca küçük bir kısmını getirebilir bize ama doğa tamamını… İşte bu güzel tabloyu görebilmek için sabahın altı buçuğunda kalkıp çantamı hazırladım. Uykumu alamamıştım. Kışın erken kalkmak daha da zor geliyor insana. O sıcacık yataktan çıkmak bir o kadar daha zor… Milli Kütüphane’nin önüne geldiğimde Şımel ile Nurten (Şımel’in annesi) henüz gelmemişlerdi. İçimden ah Şiıel, sana sözvermemiş olsam hayatta yataktan çıkmazdım dediğimi hatırlıyorum. Şımel de geldiğinde aynı duygu ile yataktan çıktığını itiraf etti 🙂
Yolda araca binenlerin büyük kısmını önceki yürüyüşlerden tanıyordum. En son araca binen ağarmış sakalı, boğazlı kazağının rengi ile karışan adamı ise ilk defa görüyordum. Sakin, kendi halinde bir ifadesi vardı. Bütün araç dolmuştu ve birtek benim arkamdaki beşli koltukta tek kişilik yer kalmıştı. Oraya geçip oturdu. Ben uykumu tam alamadığım için uyumak niyetindeydim ama Gökhan’ın beni rahat bırakmaya niyeti yoktu anlaşılan ki sataşıp durdu. Sonunda beni uyutmamayı başardı. Aslında iyi ki de uyutmamış çünkü bir süre sonra kendimi o beyaz sakallı adam ile konuşurken buldum. Şimdi oraya nasıl gedik hatırlamıyorum ama Tibet’ten konuştuk. Sonra dinlerden konuştuk. Bir şeye körü körüne bağlanmanın insanda yarattığı körleşmeden bahsettik. Zaten adı üstünde körü körüne 🙂 Sonra iyi ve kötünün, doğru ve yanlışın ötesinde, onların dışında birşeyler olduğundan bahsettik. Aşktan konuştuk. Ama kadın erkek arasında yaşanan aşktan değil, onların ötesinde hatta üstünde bir aşktan bahsettik. Sonra hayatın bir akış oluşundan ve hepimizin bu akışın içinde oluşundan, akarken gördüklerimizden ya da hiçbirşeyi göremeden kendini bu akışa bırakanlardan konuştuk. Bir film anlattı beyaz sakallı adam, geçmişin yüklerinden konuştuk. Hislerden konuştuk sonra… Aramızdaki akışı belirleyen hislerimizdi, bunu da sessizce konuştuk… Beyaz sakallı adamın adı Kemal’di. Yetmiş yaşlarında, mütevazi, sakin ve kendi halinde bir duruşu vardı. Ona bakarken yüzündeki çizgilerin her birinin bir hikayesi olduğunu düşündüm. Ben bunları düşünürken Kızılcahamam bölgesindeki yürüyüş noktasına varmıştık bile.
Kar için aldığım ayakkabıları ilk defa deneyeceğim bu yürüyüşte ayakkabıların beni yarı yolda bırakıp bırakmayacağını çok merak ediyordum. Zira ayağım alışsın diye yürüyüşten önce, bir hafta boyunca bu ayakkabılarla dolaşmıştım. Normalde topluklu ayakkabı pek giymem, apartman topuk hayatımda giymiş değilim. Bu ayakkabı apartman topuk ayakkabılara benziyordu ve ben bu ayakkabılarla yürürken kendimi altına bez bağlanmış çocuklar gibi hissediyordum. Düz yolda böyle yürüyorsam dağda taşta bakalım neler olacaktı 🙂
Aktaş göletinin solundan yürüyüşe başladık. Ayakkabılar karda beni hiç zorlamadığı gibi, asfaltta yürürken kendini çok güçlü bir biçimde hissettiren apartman topuk, sanki ayakkabının altından yok olup gitmişti. Bu ayakkabının alımı sırasında bana yardımcı olduğu için Gökhan’a bir kere daha teşekkürediyorum. Şaşkındım. Beni şaşkına çeviren bir diğer şey de güneş oldu. Milli Kütüphane’nin önünde beklerken tepemizi kaplamış bulutlar gitmiş, güneş tüm gökyüzünü açık maviye boyamış, karın üzerine milyonlarca pırlanta saçmıştı. Daha ilk dakikalarda Şımel’le birbirimize bakıp, iyi ki geldik demeye başlamıştık.
Bir saate yakın ormanın içinde yürüdükten sonra karşımıza çıkan tepeye tırmanırken bulduk kendimizi. Ben Gökhan’a düzlükte bir yürüyüş ısmarladığım için bir taraftan tırmanıyor, bir taraftan da Gökhan’a saydırıyordum. Ama en tepeye vardığımızda gördüğüm manzara beni öyle heyecanlandırdı ki ne kızgınlık kaldı ne başka bir şey… Kar yürüyüşlerinde performansınız düşükse arkadan gidin. Böylece öndekilerin açtığı yoldan kolayca ilerleyebilirsiniz. Kar yürüyüşlerinde önde gidenler fedakar insanlardır. Size yürüyüşü kolaylaştırırlar. Bu öncüleri ben toplum için mücadele eden öncülere de benzetirim. Tabii kar yürüyüşlerinde öncülük edenler, toplum için de öncülük eder mi bilemem… Ya da topluma öncülük edenler kar yürüyüşünde de öncü olabilirler mi? Neyse ben yine bir bit buldum kaşınacak, kaşındıracak… 🙂
Tepeye vardığımızda Gökhan yemek molasını burada vereceğini söylediğinde önce şaka yapıyor sandım. Çünkü tepede büyücek bir tek çalıdan başka ne başka bir çalı topluluğu ne de bir ağaç vardı. Grubun açtığı yol ise 20-30 cm’den geniş değildi. Karın yüksekliği, dizkapağımın üzerindeydi. Ben ter içindeydim ve üzerimi değiştirmeliydim. Nurten’le karları yara yara kendimizi o çalının arkasına attık. Kuru giysiler iyi gelmişti. Ama nedense kara oturamadım. Sanki oturursam gömülüp kalacağım birdaha da çıkamayacakmışım gibi geldi. Oysa Nurten’de Şımel’de karın üzerine serdikleri yağmurlukların üzerine gayet güzel oturdular. Kar yürüyüşlerindeki performans, bahar yürüyüşlerine göre çok daha zorlu oluyor. Sanırım ondan, çok daha fazla susadım ve acıktım. Yalnız hesaba katmadığım bir şey vardı o da yanımda taşıdığım suyun da bu soğuk havada soğuyacağıydı. Ben yürürken ne kadar ısındıysam, su da bir o kadar soğumuştu ve ben kana su içmek isterken içemiyordum. Neyse ki Nurten yanında getirdiği termostaki çayı benim suya karıştırmayı önerdi de su içilecek kıvama geldi. Bu arada ben çay sevmem ve suya karıştırdığımız çay da ancak suyu ılıtacak kadardı ki ortaya çıkan görüntü ve tat pek hoş olmamakla birlikte nasıl susamışsam, o ılık karışımı kana kana içtim 🙂 Eğer soğuk su içemiyorsanız ve böyle bir yürüyüşe katılacak olursanız mutlaka yanınıza bir termos sıcak su alın 🙂
Tepede dinlenip karnımızı doyurduktan sonra tepe aşağı sallandık. Karda bir tepeden inmek, çıkmaktan daha kolay. Yenecik ve Süllertoklar Yaylalarından geçtik. Boş evlerin çatıları, çitleri karla kaplıydı. Sonra bir dere kenarında yürüdük. Buarada Yutmi’nin ayarlarında bir bozukluk olduğunu farkettim. Beyaz mavi görünüyordu. Güneş ışığındaki parıltılar kırmızı kırmızı çıkıyordu. Bizimkinin gözünü güneş ışığının kardaki yansıması kamaştırmış ve renkleri farklı görür olmuştu. Ben de kafasını iyice karıştırıp sualtı moduna getirdim. Sonra karın güzelliğini daha da ön plana çıkartacağını düşündüğüm için siyah beyaz moduna aldım. İbişin görüşü düzeldi ama ben bunu akledene kadar yürüyüşün de sonuna gelmiş olduk. O nedenle bu sefer az fotoğrafımız var. Umarım sizleri o güzelliklerin içine götürmeye yeter. Bu güzel gezi için beni baştan çıkaran sevgili Şımel’e ve bize bu güzel diyarlarda öncülük eden arkadaşımız Gökhan’a teşekkürederim.
22 Ocak 2013 Salı, 00:26 at 00:26
Fotoğraflara bakıp hissettiğim yoğun ruh hali = Soğukkk… 🙂
(“Soğukkk” diye ruh hali olur mu? Oluyor.)
Bu arada, bu kış yürüyüşleri sayesinde Doruk, ketıl ve termos ile tanıştıydı…
22 Ocak 2013 Salı, 01:04 at 01:04
O zaman ben de fotoğraf takviyesi yapayım 🙂
https://picasaweb.google.com/113766210859178682795/YenecikSullertoklarYaylalarJanuary202013
22 Ocak 2013 Salı, 01:13 at 01:13
HARİKASIN!!!
Çok iyi bir paylaşım oldu teşekkürler Sertaç 🙂
22 Ocak 2013 Salı, 01:17 at 01:17
Doğa her zaman insana güzel duygular hissettirir, farkındalığı artırır….gk
22 Ocak 2013 Salı, 01:46 at 01:46
Başak, karda oturmak için en ideal şey Decathlon’da çocuk yüzme kısmında satılan yüzme aparatları 🙂 çok hafif ve kalın olduğundan da soğuk geçirmiyor… Tavsiye ederim!
22 Ocak 2013 Salı, 09:19 at 09:19
Sevgili Murat,bu bilgi için teşekkürler. Aslında akşama turşum çıkmış olsa da değdi. Ve sanırım yine karlarda yürümeye gideceğim ve bu dediğin aparatı da biliyorum 🙂 gidip alacağım… Buarada eğer bu yazıyı Kocakafa’da okuduysa tam da burada ne diyeceğini biliyorum 🙂 HAKETTİM !!! Ama söyleyemem 🙂 Neyse bu da sır kalsın :))))
22 Ocak 2013 Salı, 03:11 at 03:11
Yutminin keyfi yerindeymiş…
22 Ocak 2013 Salı, 08:04 at 08:04
Başakcığım, iyi ki sıcak yatağından çıkmışsın…
23 no’lu resim Yutmi’yi affettirir. Çok güzel!
Ö.Asaf’a nazire:
Bütün renkleri hızla kirletiyorduk
‘”Birinci'” olabilmek için.
Sevgilerimle
22 Ocak 2013 Salı, 09:16 at 09:16
başakçığım izmirde kara bu denli özlem çekerken yazın ve fotoğrafların sayesinde biraz da olsa bizi doyurdun teşekkürler bu arada seni ne çok özlemişim fotoğrafına bakmak iyi geldi arada kendine de yutmoğrafta yer ver lütfen
sevgiler, dostlukla kal, gülden
22 Ocak 2013 Salı, 09:23 at 09:23
Başak, Turşun çıkmış ha …? Bir dahaki sefer pestilin çıksın ki yürüyüşte turşudan daha yararlı !! sevgiler, Jak
22 Ocak 2013 Salı, 09:32 at 09:32
Of dut pestiline bayılırım! Bence yürüyüşün sonunu beklemeyelim ben bir dahaki sefere çiğköftenin yanına dut pestili de getireyim 🙂
22 Ocak 2013 Salı, 10:54 at 10:54
Son foto sanki Everest’e tırmanan bir ekip havası yaratmış 🙂
22 Ocak 2013 Salı, 11:05 at 11:05
pek güzel, hayalimde yürüdüm ben de:-)
22 Ocak 2013 Salı, 13:29 at 13:29
Bu fotograflardan bazılarını resmen çerçeveletip duvara asmalık…Yutmi’cim yine döktürmüş…Onu gezdireyim derken bitap düşmüşsün ama, kesinlikle buna değmiş bence Başak’ım:-)
Ben de bu hafta sonu gidiyorum doğaya, pillerimi şarj etmeye, ama tabii daha ılıman bir versiyonu olacak benimkisi…Ağustos’ta bile ayakları (!) donan biri olarak, “kar-buz olayı beni aşar, bünyeyi yorar” diyorum:-))
22 Ocak 2013 Salı, 16:25 at 16:25
Başak hatun, çektiğin az sayıdaki fotoğraf bile beni beyaz örtülü bir yürüyüşe gitmeye ikna etti. Bu hafta sonu Işık Dağı’nda birlikteyiz :))
22 Ocak 2013 Salı, 20:18 at 20:18
fotoğraflar yine harikaymış. Eline sağlık başakcım, yutminin gözüne de sağlık elbette.
22 Ocak 2013 Salı, 21:01 at 21:01
Başak ablacığım bende sana soğuk ve zorlayıcı yürüyüşlerde beni dostluğun ile sıcak tuttuğun için çok teşekkür ederim. 🙂
Seni çok sevdiğimi hiç unutma.
22 Ocak 2013 Salı, 21:16 at 21:16
Adaşım ve yol arkadaşım benim 🙂 Yutmoğraf’a hoşgeldin ! İyi ki kanıma girmişsin ve iyi ki karlarda yürümüşüz beraber. Birlikte daha nice güzel yollarda buluşmak ve birbirimizin içinde yaşadığımız o beyazlığı her daim korumak dileğiyle 🙂 Senden gelen mesajı okurken ve bu satırları yazarken bir arkadaşımdan gelen müziği dinliyordum. Bak bakalım sen de beğenecek misin? http://www.youtube.com/embed/e-y581HdWfY?rel=0
Sana bir sır vereyim; sevgi unutulmaz, hem de hiç bir zaman 🙂 Bu büyükler bazen unuttuklarını, unutulduklarını sanırlar hatta var olanı yok sayarlar ama sen onlara bakma, bazen onlar ne yaptıklarının farkında olamıyorlar… Öptüm o güzel yanacıklarından.
22 Ocak 2013 Salı, 21:44 at 21:44
Bu sırrı hep saklayacağım 🙂 ve seninde saklayacağından adım gibi eminim:)
Bu arada müziği çok beğendim.
23 Ocak 2013 Çarşamba, 12:21 at 12:21
Başakçım, yoğunluktan dolayı yazını 2 partide okuyabildim 🙂 Özellikle de beyaz sakallı adamla olan sohbetin ilgimi çekti 🙂 Kar yürüyüşü hiç yapmadım ama bir gün yaparsam bahsettiğin 2 faydalı bilgi aklımda olacak 😉 Karla bir süreliğine böyle iç içe olmayı çok severim ancak zorlu bir dağ yürüyüşüne dayanabileceğimi sanmıyorum…güzel bir uyku ve tembellikten feragat ederek yollara düşme azminizden dolayı sizi tebrik ederim..Manzaralar tek kelime ile şahaneee!!! Karın bembeyaz pürüzsüz yüzü, fotoğraflarda bile yumuşaklığını hissettiriyor insana 🙂
25 Ocak 2013 Cuma, 13:19 at 13:19
ohooooo bu yuruyuse bi gelmedim diye her yer kaynamısss yahu 🙂
ama belli super bir yuruyus olmus…
blog una saglık Başakcım