IŞILDAYAN KURBAĞALAR
Cama ışık
Işığa renk
Renge ahenk
Ne güzel yakışır
….
Karanlık bir mekanda, cam bir objeye, yalnız onu aydınlatacak kadar ışık tutarak baktınız mı hiç?
Mutlaka görmüşsünüzdür. Benim ve Yutmi’nin en sevdiği görüntülerden biridir karanlık mekanda özel orarak aydınlatılmış objelere bakmak. Çünkü o zaman obje devleşir, gizemi çıkar ortaya. Hele camlar! İçinde sürprizler barındırır. Bazılarında öyle renkler saklıdır ki, ışık onu açığa çıkartır, tıpkı bazı insanların içindeki renkleri ortaya çıkaratacak başka bir insanın ışığı gibi. Işığı en çok içerde gizli olan güzellikleri çıkarabildiği için severim. Hatta ışıkla cam, uygun zamanda biraraya gelirse yıllarca renksizliğini korumuz taşa bile renk katabilirler.
Ben ışık kaynaklarını bazı insanlara benzetirim;
Işık saçan insanlar vardır, başkalarının yolunu aydınlatırlar rahat yürüyebilsinler diye.
Işığı ile başkalarındaki güzellikleri ortaya çıkaran insanlar vardır, onlar güzelliğin nerede olduğunu bilecek kadar bilge, bir o kadar da alçak gönüllüdürler çünkü kendilerini değil, güzellikleri ortaya çıkartmaktır dertleri.
Yalnız kendini aydınlatan insanlar vardır, herkes yalnızca ondaki güzlelikleri görsün isterler.
Bir de kendini bir ışık kaynağı sanan ama kendi karanlığında aslında kendinin bile ne olduğunu göremeyen insanlar vardır. LED’ler ve ampuller gibi. Onlar bir ışık kaynağı olmadığında veya ampulün içindeki tungsten flamen koptuğunda karanlıkta kalmaya ve karanlıkta bırakmaya mahkumdurlar. ( bu son cümlenin teknik bilgisini bir mühendisten edindim ona göre )
Bir de ateş böcükleri vardır ki ben onları çok severim. Onlar da kendi ışıklarını kendileri üretir. Ateş böcekleri hakkında yanlış birşey yazmayayım diye araştırma yaparken bir bilgiye rastladım, onu sizinle de paylaşmak istiyorum; bazı kurbağalar öyle çok ateş böceği yutarmış ki onlar da ışık saçmaya başlarmış :)))) Ne komik değil mi? Ateş böceklerini sevgiyle hatırlıyor ve hemen Tagore’un en sevdiğimin şiirini ekleyiveriyorum yazımın sonuna 🙂
Not: Bu arada bu yazının bulmacası; bilin bakalım Yutmi bu görüntüleri nerede yuttu ? :)) Bir şey daha söyleyeceğim, alttaki videonun görselleri çok hoş. Müzik tek başına bana çekici gelmedi ama görüntülerle birlikte çok keyifli. Birde içinden ayıkladığım bir kaç mısra, Piyale Madra’nın bir karikatürünü aklıma getirdi. Ne alaka demeyin, işte öyle… 😉
Eğer on milyon ateş böceği
Dünyayı aydınlatsaydı ben uyurken
Söylemek zor
Uyuyorken uyank olmayı tercih edeceğimi
Çünkü hiçbir şey asla göründüğü gibi değildir
Kafamın üzerinde bir fokstrot dansı
Yatağımın altında zıplayan bir çorap
Bir disko topu sadece bir iple asılı
Ne Çıkar Ateşböceği Sansalar Bizi
Düşünüyorum da,
sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek…
Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi,
naif yönlerimizin keşfedilmesi,
cesaretsizliğimizin anlaşılması,
korkularımızın paylaşılması
sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti.
Kabuklarımızın altında
kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız…
…
Ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında.
Hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden.
İstiridyeler, deniz minareleri, midyeler.
Kirpiler ve kaplumbağalar gibi.
Sahi koruyor mu bizi bu çatlamamış sert kabuk?
Kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi?
Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize.?
Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi?
duygularımızı bastırıyor, el ele tutuşmamızı engelliyor mu?
Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak.
Ne çıkar ateşböceği sansalar beni?
…
Belki en hoyrat yürek bile ateşböceğinin
o uçucu, masum, sevimli çocuksuluğuna
el kaldırmaya kıyamaz?
Anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım
karşımdakine.
O da çözülecek belki.
Samimi ve güvenliksiz, silahsız biriyle göz göze gelince.
Oysa bir görebilsek bunu.
Kalmadı böyle insanlar demesek.
Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak.
Kırılmaktan korkmasak.
İncinsek, yaralansak.
Ne olur bir darbe daha alsak.
Yeniden açsak kendimizi, atabilsek o kabuğu.
Denesek. Risk alsak. Yanılsak. Fark etmez.
…
Tekrar, tekrar bıkmadan denesek.
Ve kucaklaşsak yeniden.
Tıpkı eskisi gibi.
Ne olduğunu anlayamadığımız o onbeş yıldan öncesi gibi.
O zaman fark edeceğiz.
Ne kadar özlediğimizi birbirimizi.
Neler biriktirdiğimizi,
kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi.
Beraber geldik beraber gidiyoruz oysa.
Vakit az, paylaşmak, sarılmak için.
Yaşadığımız coğrafya zor, şartları ağır.
Yüreği daha fazla küstürmemek lazım.
Sırtımızda ağır küfeler, her gün katlanan.
Ve koşullar bir türlü düzelmeyen.
Sevgiye çok ihtiyacımız var.
Ufukta kara bir kış görünüyor.
Ancak birbirimize sokulursak atlatırız o günleri.
Kırın o sert, o ağır kabuklarınızı.
Kurtulun bu yükten.
Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize.
Yalnızlığa mahkum ediyor bizleri.
Hem hepimiz bir yıldızız.
Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi.
08 Ekim 2015 Perşembe, 12:18 at 12:18
Ateş böceği yutayım ben de, ışıldayayım geceleri:-)
08 Ekim 2015 Perşembe, 12:19 at 12:19
Bu şiiri Bülent Ecevit çevirmişti yanılmıyorsam. Ne kadar güncel ifadeler var. Fotoğraflar Eskişehir cam müzesinden mi? Ben de büyüyünce böyle güzel detay fotoğraflar çekmeyi umuyorum.
08 Ekim 2015 Perşembe, 12:22 at 12:22
Ateş böceği yiyip ışıldayan kurbağa:
https://www.youtube.com/watch?v=NjSsyO7mVI0
08 Ekim 2015 Perşembe, 12:24 at 12:24
Saniye’cim,
Evet şiiri Ecevit çevirmiş.
Ama camların yerini bilemediiin 🙂
İpucu fotoğraflardan önceki çizimlerde gizli 😉
08 Ekim 2015 Perşembe, 13:04 at 13:04
Başak’cığım, yazının sıcaklığıyla içim ısındı. Pervaneler geldi aklıma. Işığın aşkıyla kendilerini unutan pervaneler; “ben değil, sen” olan pervaneler; ışıkla bir olmak için yanıp tutuşan pervaneler. 🙂 Fotoğraflar da yazı kadar çok güzel her zamanki gibi, bilemedim ama neresi olduğunu. 🙂 Sevgiler.
08 Ekim 2015 Perşembe, 13:32 at 13:32
Her paylaşım içimizdeki ışığı biraz daha artırıyor, beynimize ve kalbimize yutuyoruz sevginin ve beraberliğin ışığını ve hep beraber nurlanıyoruz :)…ben de trt3 de flüt dinleyerek paylaştım paylaşımını bu da bir başka güzel oldu 🙂
08 Ekim 2015 Perşembe, 13:43 at 13:43
Cam-insan-isik-renkler.. Camlari ben de cok severim ama bu acidan dusunmemistim hic. Sadece icindeki isik oyunlari dikkatimi cekerdi. Cok begendim yazinizi. Erimtan Muzesinde cekmis olabilir misiniz???
08 Ekim 2015 Perşembe, 14:10 at 14:10
N’olur küsme! 🙂
“Birde…” değil “bir de…”
Gözümüz üzerinde!
Şeytan ayrıntıda gizlidir!
Mükemmelsin!
Daha da ol!
Orhan
08 Ekim 2015 Perşembe, 14:43 at 14:43
Not: Başak’cığım, ” bazı kurbağalar öyle çok ateş böceği yutarmış ki onlar da ışık saçmaya başlarmış..” diye not düşmüşsün ya; Yutmi’yi bu kurbağalara benzettim. 🙂 Yutmi de, o kadar çok ışık yutuyor ki, ışık saçarak dünyamızı aydınlatıyor. Teşekkür ederim sana ve Yutmi’ye!…:)
08 Ekim 2015 Perşembe, 14:57 at 14:57
Sevgili Orhan,
Küsmem, niye küseyim ki. Hatasız kul olmaz :)))
Ne güzel böyle paylaşabilmek, yalnız olmadığını görmek.
Teşekkürler 😉
08 Ekim 2015 Perşembe, 15:03 at 15:03
Sevgili Gülgün,
Haklısın, Erimtan Müzesi’nde de camları böyle sergiliyorlar ama sen de bilemediiiiin :))
Bir ipucu daha vereyim; ikinci resimdeki paletler belki fikir verir 😉
08 Ekim 2015 Perşembe, 16:02 at 16:02
Sevgili Başak; Yutminle birlikte günlük koşuşturma ile geçen hayatımıza ışık saçmaya devam edin lütfen, iyi ki varsınız…
08 Ekim 2015 Perşembe, 22:03 at 22:03
Renkler ışık olmadan bir anlam kazanmıyorsa,
renklerimiz karşıdakinin ışığı ile ışığımız ile de karşıdakinin renkleri anlam kazanıyor bu durumda sanki,, gecenin bu saati çok felsefi mi oldu ne? 🙂
sahi bu çekim bir akvaryumdan mı?
08 Ekim 2015 Perşembe, 22:57 at 22:57
Sen de bilemedin hocam :)))
08 Ekim 2015 Perşembe, 22:58 at 22:58
Akvaryum kısmını yani… :)))
09 Ekim 2015 Cuma, 13:27 at 13:27
Fotoğraflar Bodrum Kalesindeki müzenin içinde yer alan cam salonundan. İlk başta yer alan suluboya resimler de “serçe limanı batığı” nın sergilendiği bölümün girişinden. Tahmin edebileceğiniz gibi resimlerin tamamını fotoğraflamadım. 1. resim kazı alanını, 2.resim de kazı alanına dalan bir dalgıcın paletlerini gösteriyor. Batıktan çıkan cam objeler de cam salonunda sergileniyor. Konu ile ilgili daha detaylı bilgi;
http://www.bodrum-museum.com/museumtr/departmanlar/glasswreck.htm
14 Ekim 2015 Çarşamba, 19:39 at 19:39
Yine harika. Gülümseyerek okudum. Buna hepimizin ihtiyacı olan günlerdeyiz ya. Teşekkürler.
Bodrum müzesi de bana yıllanmış bir anıyı hatırlatti. Gülümsedim.
Esenlikler dilerim.