HEY GİDİ KARADENİZ !
Sırlarimu söyledum, dağlara dumalara
Ben yazarken ağladum, sen okurken ağlama…
Bugün pazar. Burada ilk sabahımız. Gece şiddetli yağmur yağdı ve ben sizlerin içinde bulunduğu sıcakların tersine polarla oturuyorum. Karşımda alabildiğine yeşil tepeler ve kalemimin altında satırlar ilerledikçe ben üşüdüğümü hissediyorum… 🙂
Nerede miyim? Karadeniz’in Çamlıhemşin’inde, fırtına vadisinde… Karadeniz’e 16 yıl önce gelmiştim. Bunca yıl içinde denizi doldurup geniş yollar yapmışlar, Karadeniz kıyılarını tanıyamadım… Ama doğası… Yaylalara doğru çıktıkça yine yeşilin yüzlerce tonu dağların taşların arasından fışkırıyor. Bir hafta kadar buralarda olacağız ve Yutmoğraf’ımla birlikte, gezip gördüklerimizi sizlere de aktarmaya çalışacağız. Bu yazıyı yazarken bir kaç arkadaşımı anmadan geçemeyeceğim. Öncelikle Cumhur, Sezen ve Şahin… Daha Doğu Karadeniz gezisi belli olduğunda sizin adınızı sayıklamaya başlamıştım bile… Sizleri görmeyeli yıllar oluyor (Şahin hariç 🙂 ) . Dilerim bu yazıyı okuma şansınız olur ve bu sayede buraları size taşıyabilirim. Sonra sevgili Tamer ve Barış… Rize’yi, memleketinizi yazmaya ve görüntülemeye çalışacağım, umarım hakkını verebilirim 🙂 Füsun’cum, gönüldaşım, geçen sefer birlikte olamadık ama biliyorum sen beni yüreğinde taşıdın o tepelere… Şimdi de ben seni götürüyorum yüreğimde… 🙂
Karadeniz’in duygusu bir başka vurdu beni. Doğası başka, insanı başka güzel. Şarkıları türküleri de bir başka dokunuyor insana. Yazılarımın arasına şakılar, türküler ve onlardan kopup gelen sözler serpiştireceğim. Belki siz de seversunuz, boş geçip gitmeysunuz…
KARKALAKİ; http://www.youtube.com/watch?v=yAY2oFYpRDk
* * *
Uçaktan iner inmez sıkı bir rutubet sardı bedenimi. Ne de olsa kara insanıyım 🙂 Trabzon havaalanında bizi bekleyen araçlarla Çamlı
Hemşin’e gitmek üzere yola çıktık. Yol üzerinde Sümela Manastırına uğrayacaktık. Eee bu kadar gelmişken de Sümela’yı görmeden geçmek ayıp olur değil mi? 🙂 16 yıl önce buralara geldiğimde de çıkmıştık Sümela’ya ve sanırım bir saate yakın tırmanmıştık. Oysa şimdi yolun büyük kısmını araçla çıktık. Yine yürüdük tabii ama daha kısa mesafede Sümela’ya ulaşabildik. Giriş, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
düzenlemişti. Küçük bir bilet gişesi ve kontrollü geçiş konulmuştu. İlk geldiğimde bunlar yoktu. Çok basamaklı bir merdiveni tırmandıktan sonra Sümela’ya girdik. Buraları da “restore” etmişler. Ülkemizde
yapılan bazı “restorasyon” çalışmalarını gördükten sonra (özellikle en son gördüğüm Ulucanlar’dan sonra) restorasyonun önemini bir kere daha anlıyorum. Restorasyon işi, bilgi, tecrübe ve belgeye dayalı olması gerektiği kadar belli bir duyarlılığı da gerektiriyor. Aksi taktirde ortaya çıkan sonuç ne yazık ki – bana göre- Sümela veya Ulucanlar gibi oluyor… Belki bir çok insan bu restorasyonlar için; ne de güzel, temiz pak olmuş diyebilir. Ama öyle izler vardır ki onları doğru bir şekilde korumayı beceremezseniz özünü yitirebilir. Her neyse ben size, restorasyona rağmen Sümela’dan gözüme takılan güzellikleri aktarmaya çalışacağım.
Sümela’ya ilk çıktığımda orada yatan tarih kadar beni çarpan bir diğer şey de karşıdaki dik yamaçlar oldu. Koyu yeşil tepeleri örten sis tabakası beni büyülemişti ve ben bu güzellik karşısında ruhumu teslim ettim. İki tepenin arasındaki dere bıraktığım gibi akıyordu 🙂 Sümela’dan iniş sırasında bir grup, araca binmek yerine yürümeyi tercih ettik. Ve denizde nasıl derin mavil
iklere doğru süzülerek iniyorsak, burada da yeşile bulanarak iniyorduk tepeden aşağı… Bir ara Serpil’le ikimiz durduk. Önce bu yemyeşil doğaya sonra birbirimize baktık ve aynı anda birbirimize sarılarak ” ne iyi yaptık da geldik buralara” dedik. İçimizden fışkıran mutluluk etrafımızdaki ağaç dallarına konmuş sanki gülerek bize bakıyordu.
Doğa nasıl bir güzelliğe sahip… İnsanın içini temizliyor gerçekten de.
* * *
Fırına vadisinde 7 gün boyunca konaklayacağımız eski bir okuldan bozma pansiyonumuza vardığımızda Yutmoğraf’ın da benim de ağzımız kulaklarımıza varıyor.
Yüzlerce renk ve detayla dolu bu pansiyona bayılıyoruz. Ana binada genişçe bir salon, mutfak ve yemek salonu var. Bunların dışında
da bir kaç oda… Şu anda yandaki fotoğrafta gördüğünüz yer ise benim size bu satırları yazdığım teras. Selçuk Bey ve Rukiye Hanım (buranın işletmecileri) benim gibi detaylara, dere taşlarına ve dere yatağında bulunan kuru dal parçalarına meraklı olsalar gerek ki etraf bunlarla dolu. Yalnızca bu pansiyon için bile ayrı bir bölüm yapmak mümkün. Ama ben aralara serpiştireceğim galiba…
* * *
Mehtap, elinde liste, kim nerede kalacak onu ayarlamaya çalışırken ben de merakla etrafı geziyorum. Ana binanın yakınındaki küçük kulübeyi görünce çığlık atmamak için kendimi zor tutuyorum ama artık
dayanamayacağım ÇOK GÜZEEEELLL!!! O kadar şirin, o kadar sevimli ki… Benim hayalimdeki bir kaç evden biri. Hele bu küçük kulübenin kalınacak yerlerden biri olduğunu öğrenince daha da heyecanlanıyorum. Ama burada başkaları kalacakmış… Olsun. Böyle bir evi görmek bile bana müthiş keyif veriyor. Her sabah ve her akşam ona bakabilirim. Fırtına
pansiyonun önünden bir dere akıyor; fırtına deresi. Yukarılardan gelen Sal suyu, yanımızdan akıp geçerek Fırtına deresine karışıyor. Ben etraftaki detaylara hayran hayran bakarken, Serpil, bizim kalacağımız yeri söylüyor. Ana binanın karşısındaki altı taş, üzeri ahşap bina. Bu bina yeniye benziyor. En azından üst bölüm yeni yapılmış olmalı. Hemen yerleşiyoruz. Aşağıya indiğimizde Suzi Teyze kaldığı yerin çok aşağıda olduğunu ve
değiştirmek istediğini söylüyor. Mehtap onlara ana binada bir yer gösterirken ben de onların çok aşağıda bulduğu bungolava bakmaya gidiyorum. Dere kenarına yakın (ama bitki örtüsü dereyi görmeyi engelliyor), iki katlı çok şirin ahşap bir bungalov. Mehtap istersek buraya geçebileceğimizi söylüyor. Serpil de kabul ediyor. Bense bu işe çok seviniyorum, çünkü bu küçük kulübe de çok ama çok şirin. Üstelik de derenin sesi odanın içinde gibi 🙂 Hemen eşyalarımızı buraya taşıyoruz.
Eşyaları taşımaya başladığımda, hava artık iyice kararmıştı ve ben bir elimde bavullar bir elimde fener yürürken bir de ne göreyim ATEŞ BÖCEKLERİ! Ben hayatımda ilk defa ateş böceği görüyordum ve o an ne yapacağımı şaşırdım. Elimdeki bavullardan bir an öce kurtulup ateş böceklerinin peşine düştüm.
Uzunca bir süre onlarla oyalandım. Bugün herkesin çok yorgun olabileceğini düşündüğüm için ses etmedim ama bunların fotoğrafını çekmek istiyordum. Neyse ki Yutmoğraf bunları görmemişti. Zira onun donanımı bunları yutmaya yeterli olmayabilir. Benim aklımda Erol Abi’nin makinesi vardı ve yarın ondan bunların fotoğrafını çekmesini isteyecektim. (Tam burada bir zıplama yapıp yarına gidip sonra geri döneceğim; ertesi gün Erol Abi bana ateş böceklerinin fotoğrafını çekti… İşte bunlar ateş böcekleri 🙂 Ne güzel değil mi?)
Akşam yemeğinden sonra herkes terasa geçti. Bense içeri salona geçtim. Selçuk Bey’in annesi Havva teyze sedirde oturuyordu. Yanına oturdum. Sohbete koyulduk. Bana çocuklarını ve torunlarını anlattı. Çocuklar hep beraber buradalarmış ama torunlar Samsun’da okuyorlarmış. Biz Havva teyze ile sohbet ederken dışarıda sıkı bir yağmur başladı.
Bir süre daha oturduktan sonra çok geç olmadan yatmaya gittik. Bir taraftan derenin sesi diğer taraftan yağmurun sesi… İkisi birbirine öyle karışmıştı ki hangisi hangisi ayıramıyorduk. Dereyi ve yağmuru dinlerken uyuyakalmışım.
Sabah erkenden kalktım. Yağmur dinmişti ama güneşten eser yoktu. Olsun, çok yağmasın da güneş de olmasın… E sonuçta burası Karadeniz… Henüz kimse uyanmamıştı. Biraz yürüyüş yaptıktan sonra pansiyona dönüp, terasda bir önceki günü yazmaya başladım. Kalemim nefes almaksızın yanımda getirdiğim çizgili defterin satırlarında koşturuyor, bense kalemime yetişmekte zorlanıyordum. Kahvaltıyı bile ayaküstü geçiştirdim. Yola çıkmadan önce içimdekileri bir an önce boşaltıp, bugün göreceğimiz yerler için yer açmaya çalışıyordum.
http://www.youtube.com/watch?v=2V6HPZsrrgc&feature=related
25 Haziran 2012 Pazartesi, 09:13 at 09:13
Bu kadar uzun süren sessizlik hayra (!) alamet değil diye düşünmüştüm ki haklı çıktım. Bu kez de kuzeyi göreceğimiz varmış, sağol-varol sevgili gezginimiz…. Ama en çok ateş böcekleri ile kavuşmana sevindim. Ne kadar olağanüstü bir canlı değil mi? Yalnız, eline alınca sönüyor nedense!
Teşekkürler Başakcığım ve hoş geldin.
25 Haziran 2012 Pazartesi, 09:20 at 09:20
From: Yücel Tanyeri
To: basak cetin
Sent: Monday, June 25, 2012 8:50 AM
Subject: Re: [strabon] Hey gidi Karadeniz
Sevgili Başak,
Fırtına Pansiyon sahibi Selçuk Güney 40 yıllık arkadaşımdır.
Her gittiğimde orada kalırım.
Web sitemde bu konudaki yazım:
http://yucel-tanyeri.blogspot.com/2009/07/firtina-pansiyon.html
Ama oraya gidip de Vatandaş Mustafa ile tanışmadı isen, nafile gitmişundur oralara…
Yutmografa nasıl konulacağını bilemiyorum.
Siz yerleştirebilirseniz onur duyarım.
Teşekkür ve sevgilerimle…
Yücel Tanyeri
25 Haziran 2012 Pazartesi, 10:06 at 10:06
Hoşgeldin Başakkkkkk..ve tabii ki Yutmoğraf 🙂
Gezinize çok özendim, ben Karadeniz’i hiç görmedim ama gidenlerin hayran kaldığını biliyordum… Senin anlattıkların ve fotoğraflarından sonra, burayı görme isteği daha bir ağırlık kazandı…Yemyeşil bir fonda diğer renkler ve nesneler, çok farklı bir dünyayı yansıtıyor; çok şirin buldum 🙂 Size imrendim !!!
25 Haziran 2012 Pazartesi, 10:24 at 10:24
Karadeniz’e gitmedim hala ve büyük bir eksiklik duyuyorum bu yüzden. Yazı ve fotoğraflar gayet motive edici. Teşekkürler.
25 Haziran 2012 Pazartesi, 10:26 at 10:26
Merhaba Başak,
Yapamadıklarımı yapıp izlenim ve duygularını burada paylaşarak hem de müthiş fotoğraflarla, gitmiş/yapmış kadar oluyorum, kokular hariç:-) İyiki varsın… Ellerinize sağlık:-)))
25 Haziran 2012 Pazartesi, 10:29 at 10:29
🙂 Başakcım hoşgeldin. Seninle birlikte yaylaların esintisi, Fırtına’nın sesi geldi. Benim için Karadeniz’in yaylalarının, özellikle Çamlıhemşin tarafının, Pokut’un, Gito’nun ayrı bir anlamı var, gidemediğim seneler hasretini çekiyorum. Bu nedenle daha bir heyecanla okudum yazını… Teşekkürler:)
Sevgiler:)
25 Haziran 2012 Pazartesi, 10:47 at 10:47
Bir süredir mailin yoktu kutumda, meğerse geziyormuşsun yine 🙂 güzelim karadeniz yutmografına modellik yapmış hiç nazlanmadan ve o da fırsatı iyi değerlendirmiş. Bu aralar sıkca duyduğum ama çok beğenmediğim bir söz var” hayat sana güzel ” diye, bu söz sana yakışıyor Başakcım :)) Bir süredir üretimde etkin olamamaktan sıkıldım ve kendimi hep gezerken hayal etmeye başladım, sen benim hayallerimide gezdirdiğin için teşekkür ederim.
25 Haziran 2012 Pazartesi, 11:26 at 11:26
Sevgili Başak,
Sevgili Yutmograf;
Hoşgeldiniz, gözüm yollardaydı.
Yine renkler, sesler ve lezzetler peşinde olduğunuzu biliyordum. Fotoğraflardan görüldüğü üzere ev sahibiniz Karadeniz’in bonkörlüğü üzerindeymiş, size kapısını sonuna kadar açmış. İşte doğayı gezmenin bir yapıyı gezmekten ayrılan özel yanı burası diye düşünüyorum; içinde sakladığını keşfederken sonsuzluğu ve içinde saklı süprizleri.
Şimdilik hoşgeldiniz, hevesim gelecek yazılara ve foroğraflara saklı.
25 Haziran 2012 Pazartesi, 11:50 at 11:50
Hiiiiimmmm Karadenizi iliklerimze islemeyi basardin bu sabah…. Yesilin her tonu aklimda su an …supersiiin…. İyi ki gitmisin iyi ki gormusun iyi ki yazmisin
Cok optum
25 Haziran 2012 Pazartesi, 13:09 at 13:09
Başakcım, ne güzel yerlermiş…ne güzel renklermişş..
ben de dün akşam kamptan dönüşümüzün satırlarını fotoğraflarla yazmaya hazırlanırken senin güzel renklerine rastladım…yeşili benim kadar seven.. ama duygularını yılmadan daha güzel yazan senin yanaklarından kocaman öperim..
25 Haziran 2012 Pazartesi, 14:18 at 14:18
Bir solukta okudum. Sabırsızca devamını bekliyorum…
Oralar cok guzeldi. Kalıcılaşmasıysa daha guzel. Sagol Basak.
HER SEY İCİN…
25 Haziran 2012 Pazartesi, 14:21 at 14:21
Eşek… Böyle bir mani ile başlanır mı? Zaten sulu gözüm…
Fotoğrafı gördüm ruhum rahatladı, içim açıldı; mani daha yazıyı okumadan gözlerimi doldurdu…
Neden ki?!?!?!
Anlayamadım…
Çok karışık kafam…
Belki de şu anda hiçbir işe yaramadan bu devlet dairesine hapsolmuş olmamdır neden!..
Yüce dağlar, engin denizler, çiçekler, böcekler ve bir o kadar da yüreğe sokulacak insanlara ulaşabilmek varken…
Ben ve işe yaramamazlık…
Hadi yazını okuyayım bari…
25 Haziran 2012 Pazartesi, 14:26 at 14:26
http://birgun.net/actuels_index.php?news_code=1340613376&year=2012&month=06&day=25
“Hey gidi Karadeniz” diyerek Kazım Koyuncu da anmış oluyoruz… Linkdeki yazıyı paylaşayım, dedim… izninizle…
25 Haziran 2012 Pazartesi, 14:38 at 14:38
Hey gidi Karadeniz Karadeniz
Suların ne karadır Karadeniz
Oynayın uşaklar oynayın gayrı
Horonu ibadet sayacak Tanrı
Hey gidi Karadeniz Karadeniz
Suların ne karadır Karadeniz
Karadeniz dalga yüklü ardarda
Davranın ağalar horon başlasın
Hey gidi Karadeniz Karadeniz
Suların ne karadır Karadeniz
Horon bir yankıdır benliğimizde
Horon bir dalgadır Karadeniz’de
Her yanı yaşanası ülkem…
Ama Karadenuz’ün ayrı pir yeri far daaa!..
Ha punun nedeninu da Paşak canum pek cuzel dillendirmiştur :-))))
25 Haziran 2012 Pazartesi, 14:53 at 14:53
Yollara düşesim geldi… yorgun bedenimi çimenli tepelerin yamaçlarına serip, mavi gökyüzünde bulutlardan fal bakmak, şelalelerin serin sularında ıslanmak, dağların mis gibi reçine kokulu havasını ciğerlerime doldurmak. Ahhh ne güzeldir!
Dr. Edibe Özmen 😉
25 Haziran 2012 Pazartesi, 15:27 at 15:27
Ne gözel bir gezi olmuş bre :-)gk
25 Haziran 2012 Pazartesi, 15:36 at 15:36
Yeşil ve mutlu bir gezi olmuş. 🙂
25 Haziran 2012 Pazartesi, 15:41 at 15:41
Karadeniiiiz, eyoooo! İnsanıyla, doğasıya, müziğiyle hepsi bir arada beni vuran tek bölgesi sanırım ülkemizin. (Diğer bölgelerde, birinden biriyle uyuşamam nedense.) Ankara’dan Artvin’in Barhal Köyü’ne dek yaptığımız geziyi getirdin aklıma yeniden. Ay eline sağlık vallahi.
(Bu arada bu gezini, tek bir blog girişi olarak değil de bir yazı dizisi olarak paylaştığın/paylaşacağın için de ayrıca teşekkürler.)
25 Haziran 2012 Pazartesi, 15:46 at 15:46
başak, muhteşem, muhteşem, teşekkürler….
26 Haziran 2012 Salı, 00:08 at 00:08
Karadeniz bir kaç bölüm daha devam edecek. Bundan sonraki bazı yazıların içinde küçük hikayelere, kimi hayatlara rastlayacaksınız.
Karadeniz’e ilk gittiğimde, gözüme perde inmiş olsa gerek, yeterince görememişim… Oysa bu sefer, Karadeniz’e sevdalandım. İnsanını sevdim, doğasını sevdim, türküleri bazen yordu beni ama sözlerini sevdim 🙂
Firdevs Teyzeyi, İffet Teyzeyi sevdim. Fırtına pansiyondaki küçük kulübeyi, Sal yaylası yolu üzerindeki küçük evi sevdim. Dağlarının çiçeklerini ,derelerini sevdim… Selçuk Abi’nin aydınlık bakışını, Rukiye Abla’nın doğallığını sevdim. Havva teyzenin her sabah beni kucaklamasını sevdim… Yunus’un içtenliğini, İbrahim’in kara gözlerini sevdim. En çok da sisli puslu havasını, bulutlarını sevdim. Ben ki kapalı havaları hiç sevmem, burada onu da sevdim.
Ama içimde kalan bir şey oldu. Bir gün Yunus bana Kito yaylasında çekilmiş bir fotoğrafını gösterdi. Yunus bir kayanın üzerine oturmuş, etrafını ise bulutlar sarmıştı. Ama öyle bir görüntüydü ki bu, bulutlar Yunus’un altında kalmıştı. Yani Yunus bulutların üstüne çıkmıştı 🙂 İşte Karadeniz’den dönerken içimde kalan bu manzara oldu. BULUTLARIN ÜSTÜNDE OTURMAK !
26 Haziran 2012 Salı, 09:54 at 09:54
bayıldımm,çok imrendim sana…doğaya aşık insanların vazgeçilmezidir karadeniz..ben henüz doğusuna geçemedim, batısı bile müthiş renklere sahipken oralar… ahh ahh:) çok güzel bir gezi olmuş…seni çok seviyorum, hoşgeldin…
26 Haziran 2012 Salı, 23:38 at 23:38
Ben de geçen sene trans yayla turuyla tanışıp aşık oldum zaten oldum olası kendimi yakın hissettiğim bu bölgeye insanına yeşiline müziğine horonuna….. Bu sene de 28 Temmuz’da gidiyorum… Bu sefer de Laz Alplerine… Yazını okuyana kadar içten içe bu kadar heyecanlandığımı farketmemişim oralara tekrar kavuşacağım için… Teşekkürler Arkadaşım :))
27 Haziran 2012 Çarşamba, 19:01 at 19:01
Başak’cığım, bunları okuduktan sonra, tez zamanda bir Karadeniz gezisi yapma kararı aldım…Bizi gezdirdiğin için sana da, Yutmi’ciğime de teşekkürler…öpüldün:-)
09 Temmuz 2012 Pazartesi, 17:53 at 17:53
Gitmişken bilebilseydiniz senoz vadisine uğrasaydınız. Benim bıraktığım gibi değil oralar şimdi heslerle mahvettiler karadenizin doğasını. Bir daha yolunuz düşerse senoz, marabudom, çirmaniman ve keud yaylasına uğrayın. Bambaşkadır karadeniz.
05 Ağustos 2012 Pazar, 10:56 at 10:56
Sevgili Başak , Karadeniz tutkusunu bilen bilir.Benim için huzur demek.Her sene tatmaya çalışıyorum buradaki huzuru.Ömrüm oldukça da tatmak isterim.Biz de sınırın öte tarafından yeni geldik.Gürcistan’dan.Orayı da öneririm arkadaşım.Sağlık ve mutlulukla kal.