Hayatı Photoshop’lamak
Photoshop’la tanışalı yaklaşık iki ay oldu. Photoshop, bir fotoğraf işleme programı. Bir senedir fotoğraf çektiğim ve bu sefer maymun iştahlılık etmediğim için, kendimi, bu programı öğrenerek ödüllendirmeye karar vermiştim. Bu programı öğrenmek isteğimin altında yatan neden neydi biliyor musunuz? Fotoğrafları bilgisayara indirdiğimde, Yutmoğraf’da göründükleri gibi görünmüyorlardı gözüme. Daha mat, saha soluk görünüyordu renkler. Bir de Yutmoğraf’ın içine baktığımda görmediğim çok ufak tefek şeyler; tozlar, plankton patlamaları (su altındaki toz zerrecikleri gibi bir şey 🙂 ) vb… Benim isteğim fotoğrafları bilgisayara indirdiğimde de Yutmoğraf’da gördüğüm görüntü kalitesine ulaşmaktı. Esas heveslendiğim şey ise fotoğrafı fotoğraf olmaktan çıkartıp, absürtleştirmek, resme dönüştürmek, tamamen gerçek dışı bir şey haline getirmekti.
Absürtleştirmek, abartmak… Ne kadar çok kişi benim abartılarımı yüzüme vurmuştur. Haksız da sayılmazlar. Abartılı yaşıyorum çünkü. Abartılı seviyor, abartılı çalışıyor, abartılı düşünüyorum çoğu kez. Bakın yine abartmışım, saat sabahın iki buçuğu olmuş. Bu nedenle bir çok kişinin hesaplarına uymaz benim yaşantım, düşünce yapım, sevdalarım… Çoğu zaman anlamaz, bazen de korkarlar. Oysa benim hayal dünyam ne ki, devede kulak bile değil? Hayal dünyası görmemiş o korkanlar 🙂
İşte benim photoshop maceram böyle başladı. Ama photoshop denizine daldıkça bu suların dibi olmadığını gördüm. Gerçekten dibi olmadığı gibi korkunç akıntılar, girdaplar da var… Her an bir akıntıya kapılarak kaybolup gidebilirsiniz. İlk öğrendiklerim beni oldukça heyecanlandırmıştı. Araç çubukları, fotoğrafı nasıl absürtleştirebileceğim, fotoğraftaki küçük toz zerreciklerini nasıl ortadan kaldırabileceğim, Yutmoğraf’ımdaki görüntü kalitesine nasıl ulaşabileceğim… Ne kadar da masumane başlamıştı her şey… Tam da benim öğrenmek istediklerim… Fakat zaman içinde öyle şeyler öğrenmeye başladım ki tüm duygularım altüst, kafam karma karışık oldu…
Serpil Hoca hiç durmadan öğretiyordu; bir fotoğraf nasıl siyah beyaza çevrilir, bulutlu bir havaya nasıl güneş doğurtursunuz, bir insanı nasıl o kareden çıkartabilirsiniz, kirli bir insanı nasıl pürü pak yapabilirsiniz, asık bir yüzü nasıl güldürürsünüz…
Bunları öğrendikçe hayretler içerisinde kalıyordum. Ama bir an şunu düşündüm. Neden bu kadar şaşırıyordum ki, hayatta yapılan bazı şeyler de photoshop gibi değil mi? Bir çoğumuz hayatını görmek istediği şekilde kurgulayıp, ona göre sunmuyor mu çevresine? Aslında var olan gerçekliğinin üzerine filtreler uygulayıp, olduğundan daha parlak, daha canlıymış gibi göstermiyor mu? Mutsuzluklarının üzerinde spot healing brush ile küçük dokunuşlar uygulayarak onlar sanki hayatlarında yokmuşlar gibi yapmıyor mu? Tam da burada Ayfer Tunç’un Yeşil Peri Gecesi’ndeki Osman geldi yine aklıma 🙂 Ya da birlikte paylaşımları, yaşanmışlıkları, arkadaşlıkları, dostlukları hatta sevdaları olan insanları tıpkı bir fotoğraf karesinden siler gibi silmiyorlar mı? Aynı masada otururken bile o sanki o fotoğraf karesinden yokmuş gibi yapmıyorlar mı? Ya da bulutlu bir gökyüzüne güneş açtırmak bilgisayar teknolojisinde olunca heyecanlandırıyor da bir insanın hayatında güneş açtırmak neden o kadar heyecanlandırmıyor insanları? Fotoğraf karesindeki o büyük değişimi farkederlerken nasıl oluyor da farketmiyorlar o insanda yarattıkları değişimi?
İnsanlar birbirlerinin kirli çamaşırlarını örtbas ederken çok mu farklı bir şey yapıyorlar sanki photoshoptan? Geçen derslerin birinde oturduk, bir yüzdeki tüm leke , ben ve çilleri temizlemeyi öğrendik. Sanki pürü pak bir yüze sahipmiş gibi o kişi. Peki ya geçek hayata yapılan photoshoplar?
Photoshop’un bir kandırmaca olduğunu söyleyenler de var, photoshop kullanılarak her türlü fotoğrafın güzelleştirilebileceğini söyleyenler de…
Fotoğraf sanatının bir alt yapısı olmalı diyor bir başkası da. Sadece deklanşöre başmak, son model makinelerle gelişmiş tekniklerle fotoğraf çekmek değildir diyor…. Fotoğrafın bir ruhu yoksa ne yaparsan yap boşuna… İnsanın ruhunu, bakışını, duruşunu oluşturan şeyler vardır hayatta.
Ben de oturmuş hayatlarını photoshoplayanları düşünüyorum bir haftadır. Peki ya onların ruhları?
03 Aralık 2011 Cumartesi, 05:11 at 05:11
Herkesin kendi ruhu var di mi? Kimi fotoshoplar kimi yakalandığı gibi bırakır kareyi…
Ne diyebiliriz ki!!!
03 Aralık 2011 Cumartesi, 09:37 at 09:37
akp hayatı şu sıralar fotoshopluyor kendi istediklerini, dogallığına hayat kavuşacak bir gün
03 Aralık 2011 Cumartesi, 12:35 at 12:35
Ne diyeyim… haklısın… üstünü örtmeler, görmemezlikten gelmeler… insanız işte, karanlık yanımız da var, kötü olan iyi olan yanımız da… Eksiğiz işte:-)
03 Aralık 2011 Cumartesi, 12:58 at 12:58
Bazı insanlar hayatını fotoshopladığı gibi bazılarıda hep aynı filtreden bakıyorlar ve hayatı hep aynı tondan görüyorlar. Senin bu güzel platformunda bile filtresi akp yazılı insanların konuya siyasi yorum getirmesi hiçbir zaman gerçek fotoğrafın görünmeyeceğinin bir işareti. Fotoshop da filtreler de gerçeğin perdelenmesi, doğallığın engeli gibi geliyor bana. Tabi senin elinde olay başkalaşıyor başakcım, sen bu teknolojilerle konuya güzellik ve farklı yorumlar katmak için çaba sarfediyor ve hayatı dahada güzel kılıyorsun, her zamanki gibi eline sağlık 🙂
03 Aralık 2011 Cumartesi, 13:10 at 13:10
Başakcım, sanki sen işin etik yanına takılmış, “photoshop” yapmaya mazeret arıyormuşsun gibi geldi bana. Benzetme bence de güzel, birileri bunu ikiyüzlülükle yapıyor. O zaman fotoşop kötü bir şey mi olacak?
Anladığım bir konu değil ama bu işe fotografçılığın önüne yeni yollar açan tekniklerden biri olarak bakmalı derim. Her teknik gibi iyiye de kullanılabilir kötüye de.
Bence sen bize sunduğun güzel fotoğrafların fotoşoplandıktan sonra da başka bir güzellik, estetik haz verdiğini göstereceksin.
03 Aralık 2011 Cumartesi, 13:28 at 13:28
Yok Murat Abi’cim,
Walla ben photoshop yapmaya veya yapmamaya mazeret aramıyorum. Photoshop’u kullanmaya da başladım zaten. İşin boyutları, etik yanı vs… Bunlar üzerine çok konuşulabilir. Sadece benim için yepyeni bir teknoloji öğrenirken kafamda uçuşmaya başlayan düşünleri yazıya döktüm ben hepsi o 🙂
03 Aralık 2011 Cumartesi, 13:33 at 13:33
Photoshop elbette fotoğrafçılığı başka bir yere taşıyacak teknik bir konu ama senin bunu hayatla ilişkilendirmen çok iyi bir fikir. Kabaca görüntüleri maskelemek, filtrelemek olarak bakılabilir ve hayatı photoshoplamanın da karşıdan bakıldığında iki yüzlü bir yanı var. Ama yaşadıklarımızın, algıladığımız gerçekliğin de ne denli değişken olduğunu düşününce hayatı photoshoplamak da hayata dayanmanın bir yoludur belki diye düşündüm.
Başakcım bu arada yazının altındaki siyah beyaz fotoğraf çok güzel. Keşke hayatımızdaki her şey bu fotoğraftaki gibi olsa ve photoshopa ihtiyaç duymasa… Sevgiler.
03 Aralık 2011 Cumartesi, 13:42 at 13:42
Biraz abartı her zaman gerek, fazla taşırmadan 🙂 gk
03 Aralık 2011 Cumartesi, 14:39 at 14:39
hiç bu açıdan bakmamıştım fotoşop’a… hakikaten ne çok filtre kullanıyoruz haytımızda. sürekli bir miş gibi yaşamak durumuyla karşı karşıyayız. mutluymuş gibi… falanca kişi yokmuş gibi… birilerini kırdıktan sonra özür diliemek yerine hiç bir şey olmamış gibi… hep ben haklımışım gibi… evet hayaytta fotoşop’u sürekli kullanıyoruz galiba 🙁
03 Aralık 2011 Cumartesi, 16:17 at 16:17
Başak’çım yazdıkların bir sürü şey düşünmeme sebep oldu. Aslında yaşarken kendimizi oluşturuyoruz. Yani aslında belirli, ortaya çıkmış bir kendimiz üzerinde oynamıyoruz zaten, hayatımız boyunca ekleyip, çıkararak, fotoşoplayarak oluşturuyoruz kendimizi. Bazen bu fotoşopladığımız şeyler kapatmaya çalıştıklarımızı, kimsenin görmesini istemediklerimizi, açıklarımızı daha çok vurguluyor, bazen de fotoşoplayarak görmek istediğimiz, düşlediğimiz dünyanın, insanın bir resmini çizmeye çalışırken kendimizin ne olduğuna dair de bir şeyler söylüyoruz aslında… O zaman neyin gerçek neyin fotoşop olduğu da çok bulanık, çok belirsiz bence. Gerçek olan, yukarıdaki fotoğraf gibi sadece bir anlığına göz kırpıp kayboluyor, sadece sezdiriyor kendini. İçimizde çakan bir ışık gibi! Ne felsefe yaptım yahu:) Neyse, işte böyle bir sürü şey düşündüm. Teşekkür eder, gözlerinden öperim.
03 Aralık 2011 Cumartesi, 21:40 at 21:40
Başak’cığım merhaba, yazını okurken hem düşündüm, hem de seni özlediğimi fark ettim. Abartılarınla ilgili bölümde gülümsedim:-) Herşeyin suyunu çıkartan biri olarak; ” abartıları olmayan insanlarla işim olmaz” diyorum:-D Bu Dünya’da herkes “ölçülü” olsaydı, tahammül edilmez derecede renksiz bir yer olurdu burası!
Photoshop’a gelince; bence de fotografın ruhu varsa, photoshop ile daha da güzelleştirmekte sakınca yok…Tıpkı hayatımız gibi…Hepimiz hayatımızabir miktar photoshop yapıyoruz, itiraf edelim. Önemli olan ruhu kaybetmemek ki , bu zamanda asıl “zor zanaat” bunu başarmak sanırım….Öpüyorum…
04 Aralık 2011 Pazar, 21:40 at 21:40
Birinci paragraf… Sevmedim ama ben sevmedim diye o değerini mi yitirdi? Yoooo… Tam aksine bence daha da değerlendi… Neden açıklamayacağım… (Sanki benimle ilgili birşey zannetme ;-)))
04 Aralık 2011 Pazar, 21:47 at 21:47
İkinci paragraf; abartılı ve hesapsız yaşadığını nöbetimde gelip kendini tanıtarak, biraz da şaşkın, sanki seni tanıyacakmışım gibi ama ben seni hiç görmemiştim ki!.. Sen ise bir çok fotoğrafımı görerek beni sima olarak tanımıştın… Adını söylediğin anda bendeki hesapsızlığa neden bilmiyorum gem vurdum… Halbuki bu içten güzel yazıların ve tüm doğaya yaklaşımın beni sana o kadar yakınlaştırdı ki… O anda aslında fırlayıp öpmek gerekti… Yine de seni tanımış olmak beni çok mutlandırdı ve belki orada burada karşılaşmak beni inanılmaz mutlu edecektir… Konu biraz dağıldı, ikinci paragraf: İşte senin bu abartılı ama duygularına gem vurmayan kişiliğin seni benim dost haneme yazdı ( taaaaabiii kabul edersen;-)))
04 Aralık 2011 Pazar, 21:55 at 21:55
Veeee, kalan satırlar…
Beni nereden aldın nerelere götürdün?..
İşte belki de bu anlattıkların nedeni ile fotoğraflara fazla dokunulmasını istemiyorum… Renk, ışık ayarlamaları ve belki de biraz netlik ama gerisine karışmayalım… Bırakalım onlar olabildiğince doğal kalsınlar.
İnsanları, kendimizi değiştirip istediğimiz şekillere sokma çabamız zaten yeteri kadar bizleri yok ediyor, bırakalım (n’oluuuuur?) fotoğraflarımız bari saf kalsınlar :-(((
04 Aralık 2011 Pazar, 21:56 at 21:56
Artık seni okumayacağım yahu!.. ;-)))
Beni alıyorsun bir yerden öbür tarafa götürüyorsun ve belki de yerden yere vuruyorsun…
Şaka şaka…
Ne olur yazmayı ve insan olmayı bırakma!..
05 Aralık 2011 Pazartesi, 09:05 at 09:05
Güzel paylaşımlar, tebrik ederim.
Bir de fotoğraflar fotoğraf sınırında kaldıktan kolaj ya da manipülasyon olmadıktan sonra photop caiz. Hem o sınır film döneminin sürecinden farklı değil. O dönemde siyah beyaz çekmeyip kendi filmini karanlık odada basmayan hep zanneder di ki; elindekiler kendi çektikleri kendi fotoğrafları. Halbuki resim seçici piyasa baskıda ne +1 ne -1 ler yapıp dururdu fotograflara. Sonra da herkes alır sözde çektiği fotograflara bakardı. Oysa onlar filancanın çektiği baskıcının bastığı fotolardı. Herkesin evinde fotoların arkasında +1 -1 diye baskıcının adı yazıp durur kimse okumaz.
Biz de karanlık oda da , orası daha koyu burası daha açık olsunla fotoğrafı sunuma hazırlar, çekimden filme geçmiş, ama filmden doğrudan kağıda düşemeyecek olanları, fotoğrafta yapmaya çalışırdık karanlık odanın sihriyle. Olmayan bir şey katmadan filmde zaten olanı açığa çıkarmakta bizi kolaj ve manipülasyon tarafına taşımadıktan sonra, kimse tarafından bunda karanlık oda varmı diye sorgulanmazdı. Herkes vaaay ne güzel fotoğraf, ne hoş baskı derdi. E şimdi aynısını fotoşokla yapınca neden caiz olmasın . Neden bunda photoshop var mı hıh küçümseme sorgusuna maruz kalsın değil mi ?
Saygılar Deniz Tokay
http://www.daglardayiz.com
07 Aralık 2011 Çarşamba, 12:36 at 12:36
Başak’cım yazını okurken resimleri photoshoplasak da mı saklasak photoshoplamasakda mı saklasak şeklinde bir düşüncenin içine girmiştim ki ( yazan arkadaşlar da bu konuya parmak basarak yorumlar getirmiş) alttaki fotoğrafi görünce bütün bu düşünceler geçti. Bu resmin senin yıllar önce annenle çektirmiş bir resim olduğunu düşündüm. Belki şimdilerde bu yaşlarda bir kızım olduğundan bu sarılmanın hissettirdiği duyguyu yaşadım ben. Ve bu duygu o kadar yoğun çöktü ki üzerime photoshoplasan da photoshoplamasan da asıl olan resimlerdeki duyguyu bence karşıya hissettirebilmek. Aynen senin resimdeki huzurlu sarılışın, kendini en güvenilir kollara teslim edişin gibi…
15 Aralık 2011 Perşembe, 17:53 at 17:53
Sevgili Başak,
Hem bir fotoğraf sever, hem de bir yazısever olarak, yazdığın konu ve olayları aktarış tarzın ve olayları ilişkilendirişin çok ilgimi çekti. Her ne kadar photoshop’u sevmeyenlerden(Kullanmayan demiyorum dikkatini çekerim) de olsam, hem zaman zaman fotoğrafçılıkta hem de zaman zaman hayatta kendimi photosoplarken buluyorum. İnsan olarak üzerimize giydirilmiş olanları çıkarıp, ne yazık ki gerçek beni sunamıyoruz hayata…
Sevgilerimle,
Eser SAKA
21 Aralık 2011 Çarşamba, 23:54 at 23:54
sevgili başak….
photoshop konusu ancak bu kadar güzel anlatılabilir…. bizler gibi yeni başlayanların maalesef aklı karışıyor… photoshop dipsiz bir kuyu gibi… imkansız diye birşey yok… hernekadar başta bu kadar değişikliğe ne gerek var desekte işin içine girince onu bunu derken bizde kuyunun dibine düşer olduk…. ben fotoğraf çekilirken sahte gülücüklere sahte duruşlara dahi tahammül edemezken photoshop hastalığına maalesefki galiba yakalandım:)) bence kazanacak tek şey her zaman doğallık olacaktır…. bu garip photoshop sayesinde senin gibi doğal bir insanı tanımış olduğumdan dolayı photoshopa teşekkür edesim geliyor…..
sevgilerimle……..