GÜNEŞ TOPLADIM SİZİN İÇİN…
30 Ekim Çarşamba. Saat 20:00. Tam teçhizatlı dalgıcımız Selçuk’dan bulduğum bilgisayarı kaptığım gibi kendimi kaldığımız otelin odasına kapadım. Nesrin’cim her zamanki gibi yemeğe gitmek üzere gayet güzel hazırlanmıştı ve beni de hazırlanmam için ikna etmeye çalışıyordu. Yatakta, kucağımda bilgisayar, engellenemez bir şekilde yazıyordum ve benim hiçbir yere gitmeye niyetim yoktu. Canay ve İmge de beni bilgisayardan koparıp Kaş’a yemek yemeğe götürmeyi beceremediler. Oğuzhan beni çok iyi tanıdığından, teklif bile etmemişti 🙂 İki gündür not defterime karaladıklarımı temize çekmeye başlamıştım. Tabii ki Kaş’ı ve bizi yazıyordum. Buyurun…
* * *
Akşam saat sekiz. sağanak yağış altında, Tunus caddesindeki otobüs durağının çatısı altında, yaklaşık yirmi dalgıç dalış otobüsümüzü bekliyoruz. Islağız. Yine bir 29 Ekim dalış gezisi. Neyse ki Kenan Abi –otobüsün şoförü- çok gecikmeden geliyor ve aracı durağın yanına park ediyor. Hepimiz otobüse doluşuyoruz. Yoldan diğer arkadaşları da toplayarak devam ediyoruz.
Otobüsteki herkes tanıdık. Ne hoş ve bir o kadar da hüzünlü bir duygu bu… Aklıma, Oğuzhan’la Boğaç’ın grubuna katıldığımız ilk dalış gezisi geliyor. Kimseyi tanımıyorduk o zaman. Öndeki koltuklardan birine Oğuz, koridorun diğer tarafındakine de ben oturdum. O an içime çöken, tuhaf sessiz duyguyu hiç unutamam. Bir de Boğaç’ın “ ne olur rahat olun” deyişini. Sesindeki içtenlik, insanı resmen kucaklıyordu. Ne hissettiğimizi çok iyi anlamış gibiydi. Boğaçhan’ın bu yönüne daha sonraları da tanık oldum ve takdir ettim…
Boğaçhan Teleri. Ankara Sualtı İhtisas’ın ve Derindive’ın dalış lideri. Çok iyi bir dalış eğitmeni ve dalış arkadaşı. Onunla tanıştığımda 1* dalış eğitmeniydim. Dalış eğitimimi aldığım diğer hocalarım da dalış konusunda oldukça iyilerdi. Ancak Boğaçhan Hoca’nın bir farkı vardı. Boğaçhan “EN” kelimesine takılmış birisi değildi. Kendiyle ve dalış dünyasıyla barışık bir insandı. “EN” ne mi demek? “EN” dalış camiasında zaman zaman görülebilen bir tür hastalık. “En çok dalan dalgıç”, “En derine dalan dalgıç”, “En çok yıldıza sahip dalgıç”, “En iyi fotoğraf çeken dalgıç”… Bu böyle uzar gider. Boğaç ve Boğaç’ın öğrencilerinin en sevdiğim yanı, “EN” kelimesiyle kafayı bozmamış, kendi hallerinde dalgıçlar olmaları. Bir rütbe, bir üstünlük gösteresi olmadan… Lafın kısası seninle dalış çok keyifli Hocam… İyi ki varsın.
Yağmurlu bir gecenin ardından, otobüste güzel bir sabaha uyanıyorum. Kalkan’ı geçtik, Kaş’a da yirmi kilometre filan var. Güneş dağların arkasında, hava biraz bulutlu ama çok değil. Henüz dağların arkasında gizlenen güneşin ışıkları, bulutların üzerinde renkten renge giriyor. Ben otobüsün en önünde, Kenan Abi’nin yanında, yerde oturmuş, ön camdan gökyüzündeki renk cümbüşünü izliyorum. Yanımda Selçuk var (küpeli olan) var. O da hayranlıkla bakıyor gökyüzüne… Bu arada arkadan ciyak ciyak bir ses “Başak hadi inelim, ne olur burada inelim” . Yutmoğrafım… Gökyüzünü görünce başladı ciyaklamaya. Ama yapacak birşey yok, çünkü koridorda yatanlar sayesinde otobüs mülteci aracına dönmüş durumda 🙂 Önden arkaya ulaşmak mümkün değil…
Nihayet Kaş’a geliyoruz. Yine bir 29 Ekim ve ben bu sefer Kaş’ tayım. Hemen her 29 Ekim’de dalışa gittim. Ama bu benim Kaş’ ta geçireceğim ilk 29 Ekim. Neden bu kadar özel biliyor musunuz? Çünkü Kaş’ ta 29 Ekim kutlamaları çok özel oluyormuş da ondan. Neyse ilerleyen zamanlarda onu da anlatacağım…
İlk gün teknede değil, karada, anılarımlayım. Bir de dostlarım Nesrin ve Canay’la… Ve daha da güzeli, ben limana karşı oturmuş bu satırları yazarken, yanımda da tanıdığım en küçük yazarlardan biri, İmge var. İkimizin yan yana oturmuş, birlikte bir şeyler yazıyor olması, bende tarif edemeyeceğim çok güzel bir his uyandırıyor. İmge mi? Canay’la Oğuzhan’ın kuzucuğu… Bizlerin de sevgilisi… Bak bak beni duydu, nasıl da bakıyor 🙂
Sabah, kahvaltıdan sonra Canay, Nesrin ve İmge ile daha sonra buluşmak üzere sözleşip, biraz fotoğraf çekmek üzere limana iniyorum. Teknesi kalkmadan Sadık Kaptan’a yetişmek istiyordum.
* * *
1999’ların sonu, 2000’lerin başı olmalı. Kaş’ a ilk gelişim. Yaklaşık 2 sene sürmüş olan nonediverlık dönemimin ilk ayları. Dalgıçlarla birlikte tekneye biniyoruz. Teknemiz Aquanaut. Sadık Kaptan’ı ilk defa orada görüyorum. Sert ifadeli, ciddi bir yüzü var. Tekne limandan ayrılırken, bir yere demir atarken, kıyıya yanaşırken mürettebata verdiği direktiflerden yılların denizcisi olduğu anlaşılıyor. Sadık Kaptan bir deniz insanı. Bunu, O, ufka bakarken daha da iyi hissediyorsunuz. Bütün bunları nasıl mı söyleyebiliyorum? Çünkü dalgıçlar suya indiğinde teknede bir O, bir de ben kalırdık. İkimiz de öylece ufka bakar, hiç konuşmazdık. Ben çoğu zaman kulağıma taktığım müzikçalarla müzik dinlerden, O, yalnızca denizi dinlerdi. Sadık Kaptan denince Kaş, deniz, iyi bir dost ve o nefis balık köftesi gelir aklıma. Ne güzel bir insansın sen Sadık Kaptan, iyi ki tanımışım seni.
* * *
Sadık Kaptan şimdi Anemon’da. Serdar’ın dalış teknesinde. Yutmoğrafım’la tanıştırdıktan sonra hepsini, diğer teknelerdeki arkadaşlarıma da merhaba demek üzere tekneden iniyorum. Limanda tüm dalış tekneleri dalış hazırlığı içinde. Cenk’e, Ceren’e, Hakan Abi’ye de merhaba diyorum. Ne çok arkadaşım olmuş bu 10 yıl içinde. Her tekneden biri el sallıyor. Tüm dalış tekneleri tıkabasa dolu. Kaş meydanında 29 Ekim hazırlıkları sürerken, tekneler de son dalış hazırlıklarını tamamlıyorlar.
Teknelerin oradan ayrılıp, dalgakırana doğru yöneliyorum. Kaş’ ta en sevdiğim yer dalgakıran. Fenerin önündeki kayalıklara kadar yürüyorum. On yıllık yaşanmışlığıyla bakıyorum bu sefer Kaş’a, liman ağzına… Evet tam on yıl olmuş bizim Kaş’la tanışmamız. Yutmoğrafımın ise üçüncü gelişi. Ama O’nun da benim de Kaş’da ilk 29 Ekim’imiz…
Burnun ucundaki kayalıklardan, tüm dalış teknelerini tek tek yolcu ettikten sonra Canay, Nesrin ve İmge ile beraber Noel Baba’da buluşmak üzere dalgakıran boyunca yürümeye başlıyorum. Dönüşte alt yolu tercih ediyorum. Dalgakıranın duvarına yapılmış resimlere bakıyorum tek tek. Daha doğrusu yutmoğrafım bakıyor. Ben de hayretler içinde onca yıldır önünden geçtiğim bu duvardaki güzelliklerin farkına varıyorum. Bakın yutmoğrafım neler görmüş duvarda…
Noel Baba’ya vardığımda, Canay’la Nesrin kitap okuyor, İmge romanını yazıyordu. Önlerinde portakallı nar suyu vardı. Tam da nar zamanı. Bana da bir tane ısmarlıyoruz. Ben yaptıklarımı anlatıp, yutmoğrafımın çektiklerini gösterirken, bizimki yine rahat durmuyor. Bu sefer İmge’ye takıyor kafayı. İmge’cik, büyük bir ciddiyetle romanını yazıyor. Ve güneş öyle güzel okşuyor ki o an yüzünü… Yutmoğrafım da bunu fark etmiş, durur mu hiç? Yutuveriyor İmge’yi oracıkta. Zaten gezi boyunca yaptığı paparaziliklerin haddi hesabı yok… Paparazi fotoğraflarını yazının sonuna ekleyeceğim. Birşey değil, bizimki yakında sanat fotoğraflarını bırakıp, magazine yönelecek diye ödüm kopuyor.
Biz okuryazar takımı, akşama kadar hem okuyup hem yazıyoruz. Akşamüzeri ekip dalıştan döndüğünde, hep beraber bir dalış sonu ritüeli gerçekleştirip, Noel Baba’da patates kızartması ve bira keyfi yapıyoruz. Noel Baba’yı benden daha çok duyacaksınız çünkü Noel Baba Kaş’ta dalıştan sonra en çok vakit geçirdiğimiz yer. Burada yok yok. Çay, kahve, tost, salata, bira, patates, dondurma…. Aklınıza ne gelirse… Meydanda bir çay bahçesi görünümlü restoran, pub, cafe… Ne derseniz artık. Biz biralarımızı yudumlarken, meydan akşam için son hazırlıklarını tamamlıyordu. Meydanda boydan boya masalar kurulmuş, üzerleri bayraklarımızla donatılmıştı. Kaş’ın meydanı kırmızı beyazdı.
Yutmoğrafım yine beni çekiştirmeye başladı. Daha uzaktan ama meydanın tamamını çekmek istiyordu. Beni oradan oraya koşturmaya başladı. Peşinden koşarken arkasını toplamak, üst kattan fotoğraf çekeceğiz diye alelacele daldığımız restoran ve bar sahiplerinden özür dileyip izin istemek yine bana düşmüştü… Zaten sıpanın izin filan beklediği de yoktu ya… Henüz meydandaki masalar boştu. Ama akşam için tek yer bulmak mümkün değildi. Bütün masalar rezerve edilmişti. Artık ikimizi de akşam yapılacak gösterilerin ve gece atılacak havai fişeklerin heyecanı sarmıştı. Yutmoğrafım ilk defa havai fişek yutacağı için çok ama çok heyecanlıydı. Ne yalan söyleyeyim ben de… Üç ayağı bile sırf bunun için getirmiştim. Zaten havai fişeklere bayılırım…
Akşam yemeği için otele döndük. Biz yemek yerken yutmoğrafım yerinde duramıyor, oturduğum yerde beni dürtüp duruyordu. Ben de ona sakin olmasını, saatin henüz dokuz bile olmadığını, havai fişeklerin 10’dan öce atılmayacağını söyleyerek, makarnamı yemeğe devam ediyordum. Yemeğimiz henüz bitmişti ki büyük patırtılarla havai fişekler patlamaya başladı. Hepimiz otelin terasındaki korkuluklara doğru koşuştuk. Yutmoğrafım şaşkınlıktan dilini yutmuştu. Ben büyük bir panik içinde en iyi görüntü nereden olur diye oradan oraya koşturmaya başladım. Sırf bu iş için yanımda getirdiğim üç ayağım bile hala kılıfında duruyordu. Ordan oraya koşuştururken bir taraftan da yutmoğrafımı açmaya çalışıyordum. Bu arada herkes bir taraftan bana bağırıyordu. Oğuzhan “hadi çek, üç ayaksız da çekebilirsin”, Edibe “burası daha iyi gel buradan çek”, “hadi çeksene”, “çek” … Ben yutmoğrafımı açar açmaz o havai fişeklere saldırmaya başladı. Ama hiçbir ayar yapamadığım için yutmakta zorlanıyor, çaresizce çırpınıyordu. Ben de iyice paniklemiştim. Tabii sonuçlar hiç de hayal ettiğimiz gibi olmadı. Yutmoğrafım bu işe çok üzüldü. Ben de… Ama olan olmuştu. Havai fişek gösterisi belki gecenin sonuna doğru bir daha olur diye bir umudumuz vardı ama ne yazık ki o umut da bir saat sonra yerini hüsrana bıraktı.
Ben ve yutmoğrafım bu kederle kendimizi Kaş sokaklarına attık. Meydana geldiğimizde ortalık yıkılıyordu. Ben havai fişek gösterisinden sonra ilk iş, üç ayağı kurup, yutmoğrafımı üzerine oturtmuştum. Olur a bir havai fişek gösterisi daha olur, aynı şeyleri bir daha yaşamayalım diye. Sonra birlikte meydandan geçip, iyi fotoğraf alabilecek yerler aradık. Birkaç kare daha yuttu bizimki. Ama yuttuklarını beğenmedi bana küstü. İzni olmadığı halde bu görüntüleri yayınlayacağım, çünkü Kaş’ın meydanını, kısıtlı da olsa görmenizi istiyorum.
Yutmoğrafımın yüzünü güldürmek istiyordum. Onu aldım dalgakırana götürdüm. Orada daha da beter oldu aramız. Hiç bir şey istediği gibi olmuyordu ve sanırım bunun suçlusu da bendim. Ne yapmak istediğini anlayacak kadar teknik bilgim yoktu. Acil bir şeyler yapmalıydım yoksa gece ikimiz için de zehir olacaktı. Son çare barlar sokağı geldi aklıma. Henüz kalabalık buraya kaymamış olmalıydı ve ufaklık neyi isterse kolayca yutabilirdi. Yanılmamıştım. Bar bar dolaştık. Neyse bizimkinin keyfi biraz yerine gelmişti. Gecenin sonunda bulduğumuz antikacı da yemeğin üzerine kaymaklı ekmek kadayıfı oldu.
Karnımız doymuş, keyfimiz biraz yerine gelmişti. İkimiz de yorulmuştuk. Kaş için çok geç olmayan bir saatte, on bir sularında uykuya dalmıştık bile.
Ertesi gün bir dalış yapmak niyetiyle uyandım. Çok hevesli olduğum söylenemez ama yapmasam Türkiye’nin en güzel dalış merkezi olan Kaş’a ayıp olacaktı. Neden bilmiyorum ama nonediverlığımı çok özledim. Bu bir süre böyle devam edecek gibi görünüyor. Sevgili dalış arkadaşlarım bir süre dalmasam beni affedersiniz değil mi? Yine de dalışlarda nonediver olarak da olsa sizlerle olmaya devam edeceğim. (Dalgıç olmayan arkadaşlarım için bir açıklama: nonediver= dalmadığı halde dalış teknelerine binen kişilere deniyor 🙂 . Bu bir dalgıç olabileceği gibi misafir kişi de olabilir )
Boğaç Hocam; özellikle sen… Ne zaman ihtiyaç olursa söylemen yeter, ben yine hazır ve nazır senin eğitmenin olarak üzerime düşeni seve seve yaparım…
Teknede brifingi aldıktan sonra dalış noktasına doğru yola koyulduk. Canay da bugün dalacak yarın dalmayacaktı. Canay’la beraber Oğuzhan’ın peşine takıldık. İşte yine suyun altındayız. Kaş’ta dalmadığım dalış bölgesi kalmamış, bir çoğuna da defalarca dalmıştım. Burası da yine daha önce daldığım bölgelerden biri; Kovanlı adasıyı. Sualtında trompetler bolca vardı, birkaç akya ve bir lagos gördük. Hava parçalı bulutlu olduğu için denizin altı gri maviydi. On beş yirmi dakika yol aldıktan sonra çok güçlü bir ters akıntıyla karşılaştık ve geri dönmek zorunda kaldık. Sualtı çok farklı bir dünya. Çok farklı ve güzel… İyi ki sualtını tanımışım. Buna vesile olan kadim dostum Oğuzhan’a tekrar teşekkür ederim.
İlk dalışın ardından acıkan karınları doyurmak lazım tabii. Haydi yemeğe… Teknede yemenin keyfini hiçbir ziyafet sofrasında bulamazsınız. Yediğimiz kurufasulye-pilav ile salatanın lezzetini yiyenlere sorun bakalım. Hatta sormaya ne hacet, Duru’ya bakın yeter.
Yemek sonrası herkes mayışmış bir yere devrilmiş… Bunu görüntülemezsek olmaz çünkü bu bir Oğuzhan klasiği. Bizimki her zamanki gibi tüplerden kalan boşluğa kıvrılmış uyuyor.
İkinci dalışı yapmayacağım için ben rahatım. Teknenin burnundan sarkıp, sizin için güneş toplamaya koyuluyorum…
GÜNEŞ TOPLADIM SİZİN İÇİN…
Gezi üç gün olunca yutmoğraf da yutacak çok şey buluyor tabii. Yutmoğrafın barlar sokağı ve diğer sanatsal çalışmalarını ayrı bir bölümde sunacağız. Bunlarsa paparazi Yutmoğraf’dan çok özel seçmeler. Diğer paparazi fotoğraflarını http://groups.yahoo.com/group/derindive/photos/album/1186862031/pic/list?mode=tn&order=ordinal&start=1&dir=asc DERINDIVE’da bulabilirsiniz. ;
Şimdilik hoşçakalın…
01 Kasım 2010 Pazartesi, 13:07 at 13:07
özlemişim, gerçek diyom.
Seneye artık kısmet
01 Kasım 2010 Pazartesi, 13:07 at 13:07
Bu güzel paylaşımların için ne yazacağımı bilemiyorum… ama mutlaka teşekkür etmeliyim:-)
Bana mektup yazıyorsun ve seninle birlikte o anları yaşıyorum diye hissediyorum.
Sevgilerimle,
Necla
01 Kasım 2010 Pazartesi, 15:22 at 15:22
Yine ne güzel yazmışsın… Yutmograf’ın havayi fişekleri nasıl da hayacanla yuttuğuna şahit olmak güzeldi. :))
Not: Ben de paparazilik yaptım birasss. Sen güneş toplarken 😉
01 Kasım 2010 Pazartesi, 16:45 at 16:45
Sadece fotoğraflara bakabildim. Bu bile beni yeniden oraya götürmeye yetti diyebilirim. Eline sağlık….
01 Kasım 2010 Pazartesi, 17:05 at 17:05
Başak Hocam sen birtanesin..Artık seni buradan tekip edecem:))
01 Kasım 2010 Pazartesi, 17:50 at 17:50
Süper güzel gözlemler ve yorumlar… darısı daha nice dalışlara… Bu arada Ustalara Saygı dalışı nedeniyle Boğaçhan Hoca’mızada ayrıca teşekkür etmek istiyorum zira dalışa onunla başladım ama paketlik dönemlerinden bu yana (istisnalar hariç) birlikte (aynı grupta) dalmamıştık. Gerçekten çok keyifliydi, ekipteki herkesede ayrıca teşekkür ederim…
01 Kasım 2010 Pazartesi, 22:33 at 22:33
başakcım yine öyle güzel yazmışsın ki gitmiş kadar oldum kaş’a… eline gözüne sağlık, yutmografınında yutmuğuna sağlık 😉
02 Kasım 2010 Salı, 15:58 at 15:58
Yutmografın yuttuğu en bomba fotoğrafın sahiplerinden birisi olarak, ellerine sağlık diyorum 🙂 Yeniden yaşadım o sıcaklığı. Bir dahaki sefere repertuarımı da genişletip gelicem ayrıca 🙂
Sevgiler.
02 Kasım 2010 Salı, 16:45 at 16:45
Teşekkürler Emre’cim. Bu arada treking grubundan Saniye’nin selamı var 🙂 Seni yutmoğrafımda görmüş 🙂
02 Kasım 2010 Salı, 17:06 at 17:06
Dünya küçük, Ankara daha da küçük. Bu kadar çabuk deşifre olmayı ummamıştım 🙂
Aleykümselam Saniye Abla 🙂
02 Kasım 2010 Salı, 17:11 at 17:11
Ahh Başak Hocam, guzel guzel yazini okuyup, yutmograflara bakarken, birden Selcuk Cousteau’nun hain kahkasının ardından, Emre’yle Pet Shop Boys album kapağı ya da Mikonos (!) turizm ilanı gibi duran halimi gorunce icim cız etti :S. Neyse ki, gunes gözlüğümü takmış olmam biraz gizlilik yaratıyor…
Daha cok yutulmak dileğiyle… mümkünse aynı karede çıplak erkekler olmadan:S
02 Kasım 2010 Salı, 17:34 at 17:34
Sen onu yutmoğrafıma söyle walla.Ben yapmıyorum o yapıyor 🙂
02 Kasım 2010 Salı, 23:17 at 23:17
sana dilediğim zaman ulaşabileceğim….bu çok güzel.ne güzel hazırlamışsın.takibimdesin artık.iyiki yutmografın ve sen varsın.hiç ayrılmayın emi…gönül kapının hep açık kalması dileğiyle…eline sağlık
03 Kasım 2010 Çarşamba, 00:09 at 00:09
Seda’cım ben de seni buralarda gördüğüme çok sevindim. Biz her zaman buradayız bekleriz. Sadık Kaptan’a da çok selamlar, sevgiler. İkinizi de öpüyorum…