Yutmi

Güç Nedir, İncelik Ne?

Şubat 24 2011

Çok yoğun bir hafta sonunun ardından haftanın ilk iş gününe biraz erken başlamıştım. Sabah posta kutuma baktığımda yazı, müzik ve kitap tanıtımlarıyla dolu olduğunu gördüm. Şekerci dükkanına düşmüş çocuklar gibi “önce hangisinden başlasam?” diye yalanırken, ilk gelenden başlamaya karar verdim. Necla Hanım, birlikte okuma yapacağımız kitabın tanıtımını göndermişti. Daha sonra Senem’in gönderdiği müzikler ve “İncelikler Yüzünden” adlı bir yazı vardı. Aklıma Sertap’ın şarkısı geldi hemen 🙂 Pek severim…

“İncelikler Yüzünden” yazısı “Meltem Gürle” ye ait bir yazıydı. Okurken çok etkilendim. Yazının peşinden Meltem Gürle’yi araştırmaya koyuldum. “Birgün”  gazetesinin köşe yazarlarındanmış. Bundan sonra takipçisi olacağım kesin… Beni Meltem Gürle ile tanıştırdığın için teşekkürler Senem’cim. İnsan böyle zamanlarda paylaşmanın nasıl bir zenginlik olduğunu ve insanı nasıl çoğalttığını çok  daha güzel anlıyor.

 Hızlanan yaşam ve gittikçe büyüyen hedefler, insanların ilgi alanlarını değiştirmeye devam ediyor. Çünkü insanoğlu her şeyden önce güçlü olma kaygısında. Gücü nerede aradığı ise tartışılır. İncelikler ise kim bilir ne tarafta? …

 İNCELİKLER YÜZÜNDEN  / MELTEM GÜRLE  / BİRGÜN GAZETESİ 15 Kasım 2009

 ‘Karamazov Kardeşler’ çok büyük bir romandır. Hatta belki de en büyüğüdür. Dostoyevski bu romanın içine dünyaları sığdırmıştır. Onun için oturup ‘bir roman, bir sahne’ oyunu oynuyor olsak, bu romanı anlatacak kişinin en iyi sahneyi seçebilmek için saatlerce düşünmesi gerekir. Bunu kabul etmekle beraber, hiç tereddüt etmeden en sevdiğim sahneyi söyleyebilirim: Babasını öldürdüğü suçlamasıyla yargılanan Dimitri Karamazov, saatlerce süren mahkemede yorgun düşüp uyuyakalır. Uyandığında başının altına bir yastık konduğunu fark eder. O vakte kadar canla başla suçsuzluğunu kanıtlamaya çalışan Dimitri’nin gözleri dolar, yüzü aydınlanır ve minnet dolu bir sesle “Başımın altına yastığı kim koydu? Kimdir o iyi yürekli insan?” diye sorar. O kişi ortaya çıkmaz, ama Dimitri değişmiştir; suçsuz olmasına rağmen kürsüye yaklaşır ve her şeyi imzalamaya hazır olduğunu söyler. Bu küçücük şefkat anı çözülmesine neden olmuş, başka her şeyi önemsizleştirmiştir.

Bizi mahvedenin kabalıklar olduğunu zannederiz. Oysa asıl, incelikler yıkar hepimizi. Kabalık, içinde yaşadığımız, kendimizi hazırladığımız, hatta bir dereceye kadar baş etmeyi öğrendiğimiz bir şeydir. Dünya iyi bir yer değildir. Hayat acımasız, insanlar hoyrat, mutluluklar geçicidir. Bunu beş yaşında falan öğreniriz. Sonrası üç aşağı beş yukarı hep aynı teranedir.

Başta karşımızdaki insanların duyguları olmak üzere hayatta bir çok şeyi kontrol edemediğimizi fark ederiz. Üstelik görürüz ki, bu hiç de az bir bilgi değildir aslında. “Öteki,” cehennemin ta kendisidir. Sartre, başka bir çok şeyde olduğu gibi, bu konuda da haklıdır.
Böylece zaman geçer. Yavaş yavaş katılaşırız. Hayata karşı donanmış, kötülüklere karşı zırhlanmış olduğumuzu düşünmek isteriz. Beklentilerimizi düşük tutar, her şeye hazırlıklı olmaya çalışarak yaşar gideriz. Sonra birden, hiç beklemediğimiz bir yerden, bizi hiç tanımayan birinden bir incelik görürüz. İşte bu darmadağın eder bizi. Buna hazırlıklı değilizdir çünkü.

Kırk yaşına girdiğim gün hayatımın en kötü günlerinden biriydi. Neredeyse bir ay boyunca her gün yaptığım gibi, hastaneye annemi görmeye gitmiştim. Annem komadaydı. Yoğun bakımdaydı. Bizi yine içeri almadılar. Bir kez daha ‘her şeye hazırlıklı’ olmamızı söylediler. Babam, kardeşim ve ben hastanenin bahçesinde yine sessizce oturduk.
Eve dönerken, bir daha hiç bir doğum günümde mutlu olamayacağımı biliyordum.
Ruhumla beraber bedenim de katılaşmış gibiydi. Her adım için düşünmem gerekiyordu. Bir robot gibi ilerleyerek dolmuşa bindim. Biri bana dokunursa paramparça olacağımdan korktuğum için öne, şoförün yanındaki koltuğa oturdum.
Güzel bir yaz günüydü. Haziran güneşi ön camda patlayıp dağılıyor, her şey fazla parlak, fazla canlı, fazla renkli görünüyordu. Işık öyle kuvvetliydi ki, canımı acıtıyordu. Dayanamayıp gözlerimi kıstım. Bunun üzerine yanımdaki koltukta bir hareket hissettim. Yaşlıca bir adam olan şoför bana doğru uzandı, önümdeki güneşliği indirip gözlerimin hizasına gelecek şekilde ayarladı. Sonra hiç bir şey söylemeden işine döndü ve gözlerini yola çevirdi. Güneşliğin üzerindeki aynada kendimi gördüm. Kızarmış ve kısık gözlerimi. Şoföre teşekkür etmek için ağzımı açtım. Ama sesim çıkmadı.

İşte o zaman ağlamaya başladım. Her şeye hazırlıklı olduğumuzu zannederiz. Ama bir gün bir şey olur. Kırılırız. İncelikler yüzünden.

Meltem Gürle’nin başka bir kaç yazısı;

Unutmak (benim gibi unutkanların hoşuna gidecek bir yazı 🙂 )

Ejderhalara İnanmak

Albertine’in Öpücüğü

“Güç Nedir, İncelik Ne?” için 4 Yorum

  1. Di Diyor ki:

    Üstteki yazı, 2 gün önce bir arkadaşımla konuştuğumuz “kibar, içten taksiciler” ve “kibar, içten müşteriler”in bir türlü birbirini bulamamasından açılan “bünyemdeki empati fazlasından nefret ediyorum” sohbetimizin üzerine öyle iyi geldi ki…

    “Unutmak” yazısı ise… Çevresindekilere “Kötü şeyleri unutuyorum ben, huzurum oradan geliyor” diye kendini açıklamaya çalışan biri için okuması, paylaşması pek sevindirici bir yazı oldu.

    Teşekkürler.

  2. senem Diyor ki:

    Başak’çım paylaşmanın güzelliği, çoğalmak deyince aklıma hep Ece Temelkuran’ın bir yazısı aklıma geliyor. Aslında çocuk tepkilerinin en güzellerinden biridir, bir şekilde (güzelliği, çirkinliği, saçmalığı, derinliği, sığlığı vs. ile) onları şaşırtan şeyleri anında ifade ederler ve bunu hemenyakınlarındaki biriyle paylaşırlar… “Aaaa bak, kuş!” :)) Gerçekten yakınlarda bir yerlerde “hişşt gördün mü” diyebileceğin birilerinin olması çok değerli ve eskitmemeye çalıştığım bir duygu. Ece Temelkuran’ın yazısından bir paragrafı da ekliyorum. Sevgiyle…

    “İnsan, hayatın o kadar da kısa olmadığını anladığı zaman büyüyor galiba. Yaşayan için bitmeyecek bir şeydir çünkü hayat; ancak, ölmekte olan için kısa. Düştüğün yerde kalınmaz çünkü, vurulduğun yerde bitilmez. Uzar, genleşir hatta delinip derinleşir zaman. Birikirsin. İnsan en çok bunu anladığında yalnızdır. Birikeceğini, hayatın ölüme kadar bitmeyeceğini anladığı an. Aslında gerçekten tam o anda birini arar insan. İnsanlığın ucuz cehenneminde bir başına olmamak için. Olup bitenler hakkında hiç değilse konuşmak için. Bir şey görünce dönüp “gördün mü?” demek için. O yüzden işte…”

  3. Burcu Diyor ki:

    Gözlerim doldu Meltem Gürle’nin bu yazısını okurken. Annem geldi aklıma. Ve ne kadar benzer duyguları yaşadığımı hatırladım birden. Paylaşımın için teşekkürler Başak :)(:

  4. basak Diyor ki:

    Sevgili Burcu,

    Yüreğe dokunan incelikler insanı sarssa da gözlerini yaşartsa da iyi ki varlar değil mi?
    Yoksa nasıl anlarız, bu bozulan dünyada hala insan kalabildiğimizi 🙂
    Yüreğini açtığın için esas ben sana teşekkür ederim.
    Bunlar o kadar cesurca ve bir o kadar değerli paylaşımlar ki…

Yorum Yazın