Gözler Kaldı Geride
Küba yazı dizisinin sonlarına geldiğim şu sıralar, sevgili Ayşe Keskalan “Küba yazıları bitmese keşke…” diye mesaj atmış 🙂 Ayşe’nin keşke bitmese dediği belki de Küba’nın özgünlüğü, halkının sıcaklığı, dayanışma bilinci, emperyalizme karşı verdiği mücadeledir…
Küba, insanı çelişkiler içinde bırakıp, dönüp kendi yaşamına bir daha bakmasına, yaşam şeklini sorgulamasına neden olan bir ülke… Yoksul mu? Belki ama neye göre? Yoksulluk nasıl tanımlanır? Konfordan yana yoksul bir ülke Küba… Teknolojiden yana yoksul… Peki bizler -ki bizler Türkiye’de azınlığız- sahip olduklarımızın bedelini nasıl ödüyoruz? Konforun ve teknolojinin bedeli ne?… Peki ya çocuklarımızın yaşam garantisini sağlayabilmenin bedeli?… Sosyal statüyü gittiğimiz restoranlarda, alışveriş ettiğimiz mağazalarda, son model LCD televizyonlarda, yaşadığımız evde, oturduğumuz semtte, bindiğimiz arabada aratan bir bedel, nasıl bir bedel?…
Küba yoksul mu? Belki ama neye göre? Yoksulluk nasıl tanımlanır? Belli yaşam standartlarını sağlayabilmiş bir azınlığın dışında Türkiye’de yoksulluk yok mu? Küba halkı yoksul, ama sağlık güvencesi var, ücretsiz eğitim olanakları ve yaşam güvenceleri var…
Bugüne kadar çok kısa süre kaldığım bu ülke ile ilgili olarak yalnızca gözlemlerimi yazmaya çalıştım. Bugün ise değerlendirmelerimi, hissettiklerimi yazıyorum. Keşke biraz daha kalma şansım olsaydı ve keşke İspanyolca biliyor olsaydım. Bu küçük dev ülkenin insanlarıyla biraz daha konuşma, anlama şansım olsaydı…
Küba’ya turizm girdi, ufak ufak da olsa özelleştirme başlamış. Yeni gelen kuşakların, devrim öncesini ve devrimi yaşayanlara göre biraz daha farklı baktıklarını söylüyor eskiler. Fidel yönetimden çekildi ama gençleri öne çıkartıyormuş. Küba önümüzdeki yıllarda nelere gebe bilinmez. Kesin olan bir şey var ki, 13 gün boyunca yaşarken hissettiğim değerler, duygular ve heyecanlar çok güzeldi. KEŞKE BİTMESE ! dedirten de bunlar bence…
13 gün çok çabuk geçti,
gezi bitti,
gözler kaldı geride.
bir de sosyalist devrimin simgesi olmuş Jose Marti’nin dizeleri;
Aynı yalınlıkla ölmek isterim
Kırda bir çiçek gibi, sakin, gösterişsiz
Mum yerine yıldızlar parlasın üstümde
Yeryüzü uzansın altımda sessiz.
Ben aydınlık ve özgürlük delisiyim
Varsın hainleri gizlesinler soğuk bir taş altında
Dürüstçe yaşadım ben, karşılığında
Yüzüm doğan güneşe dönük öleceğim.
08 Haziran 2011 Çarşamba, 08:13 at 08:13
sevgili horozumuz,
her zamanki gibi gene bizlerden erken kalkıp yazılama işini de bitirdin oysa ben hala oralarda kalmış bir türlü buralara gelememiş adeta uykumu açamadığım için afyonu patlamamış biri konumundayım. yazıların konusunda ayşe hanıma katılıyorum keşke devam etse hiç bitmese dediğim bir tarzın var. seni çok çok özledim ankaraya yolum düşse diye şimdiden beklyorum ama malum yaz aylarında toplantı trafiği de azalıyor o yüzden belki sonbaharda görüşebiliriz.
yazılarını dört gözle bekliyorum bizleri de oralara götürmeyi başarabilmen çok keyifli.
sevgiler, dostlukla kal, gülden
08 Haziran 2011 Çarşamba, 10:28 at 10:28
Tesekkürler Başak 🙂
08 Haziran 2011 Çarşamba, 10:57 at 10:57
Sevgili Başak
Hep gidip görmek istediğim bir ülkeyi ve insanlarını sıcak duygularla bize aktardığın için çok teşekkür ederim. Yaşadıkları tarih ve bunun sonunda ABD ablukası ile maruz kaldıkları ekonomik, politik abluka ve saldırılara rağmen, Kübalıların yoksul oldukları halde kendilerini “yoksun” hissetmemeleri insana umut ve güven veriyor. Senin bize aktardığın resim bunu gösteriyor. 1958 öncesinde eski rejimin, insanların aşağılandığı ABD’nin kumarhane ve en sefil eğlence yeri haline getirdiği Küba’nın insan onurunu tekrar kazandıran başkaldırısı, o zaman üçüncü dünya insanlarına heyecan vermişti.
Sovyet desteği kalktıktan sonra, bugün eskisi gibi devam edebilmesi giderek zorlaşıyor. Küba devrimi 20. yy da umut vermişti. Umuyorum, kadrolarını ve zihniyetini 21. yy da umut olabilecek bir sosyalizmi yaşatabilecek şekilde yenileyebilir.
Yazılarını okuduktan sonra, şimdi Küba’yı daha fazla görmek istiyorum.
Sevgiler
Murat
08 Haziran 2011 Çarşamba, 11:30 at 11:30
Kübalılar bizi anlamıştı, biz onları ondan çok sevdik.
Biz zaten oraya onları sevmeye gitmiştik, onlarda karşılığını cömertce verdiler.
Bize şarkı söylediler, gitar çaldılar, devrimlerini anlattılar, kahramanlarını anlattılar…Ama hiç şikayet etmediler, hep gülümsediler.
Kendimizi önemli hissettirdiler, biz onlara el uzatacaktık önce onlar uzattılar.
Ama hiç bir el , hiç bir kucak boş kalmadı..Bütün bu düşünsel ve ruhsal yoğunluktaki yolculuğumuz sırasında ise geride kalan her şey önemini yitirdi. En önemlisi insandı ve insanın düşündükleri ve insanın hissettikleri ve insanın hayattaki duruşu…
Bütün yokluklara göğüs gerebiliyordu insan yeter ki, hislerinden,umutlarından olmasın..sevmeye, gülmeye ve inanmaya devam edebilsin..
İnsana dair en küçük detayı bile atlamadan severek, yaşama dair bir harekete dönüştürebilsin..Güne, hayatı güzelleştiren insanlar olduğuna inanarak başlayabilsin..Güneşin sarı, denizin mavi, çiceğin pembe olduğunu görerek uyanabilsin…
İşte bendeki Küba, ve Küba’daki ben…Sevgilerimle Başak’cığım:)
Yasemin
08 Haziran 2011 Çarşamba, 13:03 at 13:03
Başakcım Küba ile ilgili yazı dizisini zevkle okudum. Son değerlendirmelerin de gerçekten üzerinde tartışılması gereken düşünceler. Konfor dediğimiz birtakım kolaylıklara! nasıl bir bedel karşılığı kavuşuyoruz. Çok etkileyici, eline, gözüne, yutmografına sağlık.
08 Haziran 2011 Çarşamba, 13:42 at 13:42
Keşke bitmese dediğim tam da, Küba’nın özgünlüğü, halkının sıcaklığı, dayanışma bilinci, emperyalizme karşı verdiği mücadeleydi, evet… Konfor ve teknoloji yoksulu olmak, insani değerlerden yoksun olmanın yanında pek hafif kalıyor. Konfor ve teknolojiye kaç kişi sahip ki ? Teknolojiden kastımız bindiğimiz arabalar, televizyondaki kanalların sayısının fazlalığı, internete sınırsız erişim (ki onun da Ağustos ayından itibaren sınırlandırılması sözkonusu), lüks cep telefonu modellerinin fazlalığı mı ? Öyleyse, bunlar bir insanı insan yapmaya yeter mi ? Türkiye’nin, işsiz gençler cenneti olduğunu, ilköğretimini bile tamamlayamayan, karnı doymayan, hasta olduğunda parası olmadığı için hastane kapılarından geri çevrilen ya da hastanede rehin kalan insanların ülkesi olduğunu bilmiyor muyuz ? Aç, eğitimsiz, sağlıksız bir nesil yetiştirmek midir önemli olan ? Küba’da eğitim, sağlık hizmetleri ücretsiz. Bir çocuk doğduğunda, “Bu çocuğun karnını nasıl doyuracağım, nasıl okutacağım, üniversiteye gidebilecek mi” kaygısı yok ailelerin. Çünkü devlet her çocuğun karnını doyuracak kadar yiyecek veriyor. Eğitim ve sağlık masrafları karşılanıyor. Televizyon kanallarındaki programların içeriği doyurucu mu sizce ? Pespayelikten başka ne sunuyorlar ? Küba’da ise hayat, sokakta. İnsanlar enstrüman çalıyorlar, dansediyorlar, birbirleriyle iletişim, ilişki, etkileşim halindeler. Bizler burada ya TV ekranı karşısında, ya bilgisayar ekranı karşısında oturarak geçiriyoruz zamanlarımızı. Bizde çocuklar, sokak oyunlarını bilmiyorlar artık. Ofisten bir arkadaşım, 11 yaşındaki kızının “koşmayı bilmediği”nden yakınıyor ! Çok uzattım. Üzerinde uzun uzun düşünülesi, konuşulası konular bunlar. “Başkalarına benzeme sakın Küba, hep böyle kal” diyorum kısaca. Güzel yazılar ve fotoğraflar için sonsuz teşekkürler Başak.
08 Haziran 2011 Çarşamba, 14:36 at 14:36
Teşekkürler başak,
kapitalizmin getirdiği onca çalışma ve koşuşturma arasında yazılarını zevkle okudum 🙂 inşallah yanyana da gelme şansımız olurda yüz yüze de görüşürüz. çok harcamak için çok çalışıyoruzya…… neyse dedimya dijital değil yüzyüze, sokaklarda görüşmek üzere.
08 Haziran 2011 Çarşamba, 21:17 at 21:17
Başak’çım, yolda yürürken, metroda ya da bir yerde oturmuş dışarıyı izlerken insanların yüzlerine , gözlerine bakıp mutsuz bir ülkede olduğumuzu düşündüğüm çok olmuştur. Gerçekten de gözler ne çok şey ifade eder! Bu yüzden Küba ile ilgili izlenimlerini, hislerini gözler üzerinden aktarman benim için pek çok şeyi birden özetledi. Küba fotoğraflarındaki insanların gözlerinde bezginlikten, hırstan, arayıştan sıyrılan başka bir şeyler var… İfade etmesi güç ama umut, dinginlik, derinlik belki.
Güzel paylaşımların için tekrar teşekkürler. Küba’yı zaten görmek istiyordum, bu isteğim iyice depreşti sayende:))
Sevgiyle.
13 Haziran 2011 Pazartesi, 09:31 at 09:31
Arkadaş,
Yazılarını baştan sona soluksuz okudum.Emeğine sağlık…
ve son değerlendirmen…Ödediğimiz bedel…Lüks mağazalar,lokantalar,elektronik eşyalar…Bütün bunların getirisi? Anti-sosyal,düşünemeyen,düşündüğünü ifade edemeyen bir nesil,kanser ve daha da ortaya çıkacak bilumum sağlık sorunları,haaa unutmadan! Psikologlara ödenen çuval dolusu paralar ve dejenerasyon…Sonuç; biz medeniyiz :(( Yok bizler medeni filan değiliz teknolojinin ve görünürdeki olanakların köleleriyiz…
Kasım ayında bir aksilik çıkmazsa bende Küba ya gideceğim.Yazıların bana rehber oldu ve doğru bir seçim yaptığımı anladım…Teşekkürler.
Ama senin işin daha bitmedi! Hadi, daha çok yazı ve resim sonrasında kitap… 🙂
13 Haziran 2011 Pazartesi, 13:36 at 13:36
Bu yazı dizisi boyunca bizimle olan (bloga yazsın yazmasın :), e-posta atsın atmasın 🙂 ) herkese esas ben çok teşekkür ederim. İnsanları hayatta tutan, yaşama sevinci veren şey inançlarıdır. İnanmak bir ihtiyaçtır. Tıpkı su gibi, hava gibi bir ihtiyaç… Benim hayattaki tek inancım insan sevgisi. Hep onun peşinde koştum, hep onun eksikliğinde üzülüp, onun varlığında coştum, onunla beslendim, onunla büyüdüm… Onun için sizlerle paylaştığım, sevgiyle donatılan her şey çok kıymetli benim için. Nefes alabileceğimiz, aç, susuz, sevgisiz kalmayacağımız bir dünya dileğiyle…
13 Haziran 2011 Pazartesi, 14:00 at 14:00
Senin gibi düşünen bir sürü insan olması dileği ile…
18 Haziran 2011 Cumartesi, 17:35 at 17:35
Başakçığım sayende oturduğum yerde (hiç sevmem hani:) dört bir yanını gezdiğim Küba’dan ellerinle hazırladığın mojitonun tadı ve yüreğimde hissettiğim sıcaklık kaldı. Canchanchara’yı da artık orada beraber içeriz, ne dersin senin rehberliğinde.
Çok teşekkürler.(Sana ve Yutmo’ya)
11 Temmuz 2011 Pazartesi, 16:13 at 16:13
Jose Marti’nin şiirini okuyunca heyecandan n’apçaamı şaşırım. önce kopyalayıp buraya yazdım, sonra sildim, zaten sayfada var:) şu an okuduğum kitaba çok yakışacağını düşündüm sonra: “Ne Mutlu! / Antoni Munoz Molina” Kitabın başına, ilk boş sayfasına yazdım. işyerinde olmasam bir de ağlardım duygu yoğunluğumdan. Ahh…