Gepetto Usta ve Yolgeçen Hanı
Yolgeçen Han’ı, Çankaya’nın çok da işlek olmayan bir sokağında, bir apartmanın altında, betonarme duvarları, oldukça büyük bir camı olan küçük bir mekan. Eskiden bakkal dükkanıymış. Evet ben Han’ımızı buraya, bu beton kutunun içine kurdum kurmasına ama benim hayal ettiğim Yolgeçen Hanı, şu yanda gördüğünüz fotoğraftaki Han’dı ve biliyor musunuz, artık o hayalim gerçek oldu. Evet tabii ki içine giremem… şimdilik… ama size onun hikayesini anlatabilirim 😉
Komşum Gepetto
Yolgeçen Hanı’nı kurduğumda beni kim bilir nasıl insanlarla tanıştıracak bu Han derken, ilk sürprizini alt komşularımla yapmıştı bile. Apartman eğimli bir araziye inşa edildiğinden kottan faydalanılmış ve zeminin iki kat altına da daire yapılmıştı. Zeminin altında kalan dairelerin ise ya yanda ya da arkada müstakil bahçeleri vardı. Hemen altımdaki dairenin bahçesi de yeşillikler içinde bir yan bahçeydi. Bu küçük ama sevimli bahçenin bir köşesinde duran tahtalar ve el aletleri burada oturanların ahşap işleri ile uğraştığını düşündürüyordu. Bahçede çiçekler ve tahta parçalarından başka göze çarpan bir diğer şeyse boyanmış büyükçe taşlar ve yedi cücelerdi. Cüceleri görünce çok sevindim. Yedi cüceleri -nedendir bilmem- çocukluğumdan beri çok severim. Şimdiki çocuklar için şirinler neyse, yedi cüceler de benim için o sanırım. Bu dairede her kim ya da kimler oturuyorsa şimdiden kendime yakın hissediyordum.
Meraklı gözlerim ilk o bahçede, sonra da o bahçenin kapılarının ardındaki evlerinde dolaşmıştı… Han’a yerleşip tüm gürültülü işleri tamamladığımda, elimde özür çikolatam ve -benim hakkımda biraz fikir edinebileceklerini düşündüğüm- “Bir Tavşanın Peşinde Beş Yıl” isimli kitabımla kapılarını çaldığımda kapıyı açan Figen oldu. Tabii ki evin kapısını çalmadan önce apartman görevlisinden alt komşularımın adlarını öğrenmeyi de ihmal etmemiştim. Kapı açılıp çikolata paketini ve kitabımı Figen’e uzattığımda, ağzım özür cümlelerini birbiri ardına sıralarken, gözlerim benden izinsiz salona dalmıştı çoktan. Sokak kapısı evin salonuna açılıyordu. Birçok evde görmeye alıştığımız antre kısmı bu evde yoktu ve bu da evin içini görmemi kolaylaştırmıştı. Ne güzel diye düşündüm. Antreleri oldum olası sevmem. Ayakkabısını paltosunu çıkarsın diye geleni ilk önce o küçük alana sıkıştırmak hep itici gelmiştir bana. Hele bir de sayı ikinin üçün üzerindeyse… Benim evimde o sevimsiz antrelerden var örneğin. Salonla antre arasındaki duvarı yıkmayı çok istemiştim ama duvarın büyük kısmı taşıyıcı olduğu için yıkamamıştım. Her neyse bu evde antre yoktu ve dediğim gibi salonun oldukça büyük bir bölümü görünüyordu.
Hayatımda hiç kimsenin evine böyle meraklı gözlerle bakmamıştım şimdiye kadar ama bu evden gözümü alamıyordum. Hani bazı apartmanlarda meraklı komşu teyzeler olur, apartmandan gelen her tıkırtıda gözünü dikiz deliğine yapıştırıp, alt komşusuna geleni gideni görebilmek için yarı beline kadar balkon korkuluklarından sarkan, biraz daha cesareti ve merakı varsa belki biraz da evin içini görebilmek ümidiyle komşusuna kek börek yapıp götürmeye kalkan ya da bir fincan yağ isteme bahanesiyle kapıyı çalan teyzeler… Hah işte tam onlara benzemiştim bu halimle. Duvardaki resimler Figen’e mi aitti acaba?
Kapı sonuna kadar açıldığında çok büyük bir masa ile karşılaşıyordunuz. Salondaki bu büyük masada resim yapıyor olmalıydı çünkü boya malzemeleri ve bazı çalışmalar bu masanın üzerindeydi.
Ne güzel dedim içimden, işte yaşayan ve yaşanan bir ev. Raflarda duran kitaplar, tuvaller, boya malzemeleri… Figen’le Orhan, okuyan, düşünen, üreten insanlar olmalılar dedim içimden. Şekerci dükkanına düşmüş çocuklar gibi hissediyordum. Gördüklerimle içimin mutluluğu, merakım ve duyduğum yakınlık hissi katlanarak artıyordu ve buna engel olamıyordum.
Kütüphanenin üzerinde ve duvarlarda çokça kadın resimleri vardı. Aralarda da bir renk cümbüşünün yaşandığı soyut çalışmalar… Kadınların yüzlerindeki ifadeler beni etkilemişti. Her birinin ayrı bir hikayesi var gibi duruyordu. “Bunlar sizin mi?” diye sordum Figen’e. Evet dedi. Biraz çekingen, biraz mahcup ama daha çok mütevazi bir duruşu vardı Figen’in. Evin görüntüsü çoğu insana göre dağınıkmış gibi görüneceğini düşündüğünden olsa gerek, hemen açıklama ihtiyacı duymuştu. “Bizim evimiz hep böyledir, ben salonu, Orhan da bahçeyi atölye gibi kullanıyoruz.” Oysa bu hal benim çok hoşuma gitmişti. Eskiden bildiğim bir çok evin salonunda yaşanmazdı bile. Salonlar yalnız misafirler içindi. Tozlanmasın diye üzeri örtülü koltuk takımları, yalnız misafire çıkartılan tabak çanaklar… Düşünsenize evin en büyük mekanı, senede belki de en fazla on-on beş kez anca kullanılırdı. Eve gelen kişiye özen göstermek bundan ibaret olmasa gerek diye düşünüyorum. Bununla birlikte herkesin değer anlayışının çok farklı olabildiğini de yaşadığım şu yarım yüzyılda sanırım öğrendim. 🙂
Salonun girişinde durmuş Figen’le konuşurken gözüm rafların üzerindeki kuş yuvalarına takıldı. Çeşit çeşit ve birbirinden sevimli küçük kuş yuvası modelleri duruyordu kütüphanenin üzerinde. Artık gözlerim iyice kontrolden çıkmış, nereye bakacaklarını şaşırmışlardı. İyi ki yanımda Yutmi ya da Yutmi Cunyır yok dedim içimden. Onlar olsa onları hiç zapdedemezdim herhalde. İçimdeki Meraklı Melahat bir türlü susmuyordu. Sordu hemen; kuş yuvalarını yapan Orhan Bey mi diye. Evet dedi Figen. O sırada Orhan Bey de içeri geldi. Daha önce bir kaç kez kapıda karşılaşmıştık Orhan’la. Ama ilk defa dikkatimi çeken bir şey vardı; karşımda duran adam, kaşları, gözleri ve burnu ile Gepetto Usta’nın gençlik haliydi resmen. Bunu farkettiğim an neredeyse şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım. Ressam bir hanım ve Gepetto Usta ile komşu olmuştum. Dahası, oğulları da erkek kardeşimin küçük bir kopyası gibiydi.
Bu yeni bir masalın başlangıcı olmalıydı. Evet artık hiç şüphem kalmamıştı tavşanın ve Alice’in varlığından.
Tahmin edebileceğiniz gibi, Han’a geldikten sonra Figen ve Gepetto Usta ile arkadaş olmakla kalmadık, birlikte bir masal yazmaya başladık. Bahçedeki bu duvarı Fatoş ve Gülbüz’le birlikte yaparken Figen de bize yardım etti. İlkin bile dayanamayıp bulaştırdı elini seramiğin harcına, boyaya. 🙂 Şu sol yandaki duvarda gördüğünüz seramiklerin her birini Figen tek tek kendi boyadı. Karl Marx bile duvar yapımına katıldı.
…ve bir gün Gepetto Usta yapacağını yaptı ve bizim el broşüründe resmi bulunan, hayallerimdeki Han’ı yaptı. Hanın ham hali ile yanımıza geldiğinde hepimiz şaşkınlıktan öylece kalakalmıştık. İşçiliği inanılmaz güzel olmuştu. Aynı resimdeki gibi. Figen durur mu, o da bu masal evi renklendirdi. Bense attım kendimi toprağın üzerine, bir tarafta mozaik güneş duvarımız, bir tarafta çiçeklerimiz, karşımda Yolgeçen Hanı…
Bahçe her geçen gün daha da renkleniyordu. Biz sanki her gün bu masal evin kapısından içeri girip, farklı bir dünyaya geçiyorduk. Bu nefis masal ev için Orhan’a ve Figen’e ne kadar teşekkür etsek az. Hayat böyle işte zaman zaman insana güzel armağanlar sunuyor.
Evet hem çok gerçek ama belki de bir o kadar gerçek dışı bir dünya yaşıyoruz Yolgeçen Hanı’nda. Bununla birlikte bu masalsı dünyanın içine saklanıp, gerçekleri görmezden gelmek değil amacım. Elimizden gelen güzellikleri hep birlikte yaratıp -zira herkesin elinden gelen güzellik farklı olabilir- bunun tohumlarını saçabilmek. Ben inanıyorum ki emekle ve sevgi ile üretilen her şeyin mutlaka ve mutlaka yaşamlarımıza bir katkısı olacaktır. Yeter ki biz, emek ve sevgi sözcüklerinin hakkını verebilelim, içini doldurabilelim. Şimdi hadi buyurun, Yolgeçen Hanı’na!
20 Nisan 2018 Cuma, 00:37 at 00:37
Masalsı bir hikayemiz olmuş. 🙂
20 Nisan 2018 Cuma, 00:54 at 00:54
Orhan Hocanın paylaşımının Sevgili Başak’ın Yutmografına çıkması ilginç oldu…Eline sağlık Başak:)
Orhan Hocanın Yaptığı Hanı bilmem ama senin Yutmografın gerçekten yolgeçen hanı olmuş 🙂
Tebriklerimle birlikte..Selamlar,sevgiler
20 Nisan 2018 Cuma, 15:57 at 15:57
Hem yazına, her zaman olduğu gibi, hem de bahçene ve tüm ayrıntılarına ba-yıl-dıııım…
Emeği geçen herkesi kocaman, kocaman, koooooo-ca-man kucaklıyor öpüyorum…
Böylesi güzellikler insana yeniden “İyi ki yaşıyorum…” dedirtiyor…
Not. Figen ile Gepetto Usta’yı da bohçanın bir kenarına sakla gelirken… Karl Marks’ı da bohçanın yan cebine koy…?❤?
20 Nisan 2018 Cuma, 16:34 at 16:34
Kişi mekana yansır, Yolgeçen Hanı’na en başından beri her geçen gün yansıma hikayeni, nasıl dönüştürdüğünü ilgiyle izliyorum. Ve bu çok keyifli bir izleme
21 Nisan 2018 Cumartesi, 15:54 at 15:54
Yolgeçen Hanı oynamış gülmüş; tam yerini bulmuş. “Kuran, kurtaran”; dokunduğu her şeye güzellikler katan “sevili” insanlara selam olsun.
22 Nisan 2018 Pazar, 11:47 at 11:47
Orhan Beyin elinde ilk gördüğümde ben de heyecanlandım, aynısının tıpkısıydı:-)
Daha nice masallar yazmanı, Yolgeçen Hanı’ nda yazılmasını dilerim… Sevgilerimle…
25 Nisan 2018 Çarşamba, 12:16 at 12:16
sevgili başak,
sabah sabah beni müthiş keyiflendirdin. harikasın. yaşam sevincin hep sürsün….
25 Nisan 2018 Çarşamba, 13:08 at 13:08
Bu handan geçilmez, kalınır.
Aklınıza, fikrinize, ellerinize, gözlerinize sağlık.
Sevgiyle