Boş Koltuk
Neredeyse beş ders olmuştu ama hala kendinde bir farklılık, bir açılma hissetmiyordu. Oysa ne olduğunu tam da kestiremediği tutukluğunu giderebilmek umuduyla katılmıştı drama kurslarına. Daha özgür olabilmek için. İçinde bir yerlerde tutsak kalmış birşeyler vardı. Ne olduğunu bilmediği ama hissettiği birşeyler. Ya dans ya da drama ile içinden çıkartabileceğini düşünmüştü. Belki de dansa gitmeliydi. Dans ederken zaman zaman kasıldığını biliyordu. Şöyle özgür bırakamıyordu ki bedeni salınsın etrafta. Drama daha entelektüel gelmişti -ne demekse- .
Hoca o gün yapacakları çalışma için tüm katılımcıların daire biçiminde oturmalarını istedi. Yaklaşık 15-20 kişi oldukları için salonun ortasında genişçe bir daire oluşturdular. Hoca dairenin orta yerine boş bir koltuk yerleştirdi ve “Şimdi herkesten bu boş koltukta, babası oturuyormuş gibi hayal etmesini ve ona şu an içinden geçen duygularını söylemesini istiyorum.” dedi.
Salondakilere hazırlanmaları için bir kaç dakika tanıdıktan sonra çalışmayı başlattı. Sırası gelen babasına olan duygularını anlatıyordu. Kimi onu ne kadar sevdiğinden, kimi ne kadar özlediğinden bahsediyordu. Özlem duygularını dile getirenlerin bir kısmı gözyaşlarına hakim olamıyordu. Belki de çok yeni kaybetmişlerdi babalarını. Grubun içindeki en istekli en heyecanlı görünen -derslerdeki tavırları böyle düşünmesine sebep olmuştu- güzel gözlü kıza sıra gelince, herkesi şaşkına çeviren bir diyaloğa tanık oldular. Kız bir taraftan gözyaşlarını tutamazken bir taraftan da babasına öfke kusuyordu. Babalarıyla sorunu olan başka gönlü kırıklar da olmuştu grupta, onlar da sitem etmişlerdi babalarına ama güzel gözlü kızın öfkesi adeta tüm bedeninden fışkırıyordu.
Sıranın hızla kendisine yaklaştığını farkettiğinde paniğe kapıldı. O koltuğa kimi oturtmalıydı? Kendisine babalık yapan adamı mı yoksa gerçek babasını mı? Ama hoca o koltukta babanızın oturduğunu hayal edin demişti. Babası ona baba olamamıştı ama hayatta olma sebebi de oydu. Kendisine babalık yapan adamı o koltuğa oturtursa onu hayata getiren ve hala hayatta olan babasına haksızlık etmiş olmaz mıydı? Hayatta olma sebebi babasıydı belki ama kendi olarak var olma sebebi de ona babalık yapan adamdı. O an bu sözcük anlamsızlaşıverdi. İçi boşalmış bir salyangoz kabuğu gibi diye geçirdi içinden. Yalnızca bir sözcüktü artık “baba”. Baba sözcüğü ile boğuştuğu yıllar geldi aklına. Kendisine babalık yapan adamı düşündü bir kere daha. Ona baba diye seslenmemişti hiç. Aklına “Selvi boylum al yazamalım” filmindeki o sahne geldi. Sevgi neydi? Sevgi emekti.
Artık sıra ona gelmişti. Kaçacak yeri yoktu. Hoca “evet” dedi gözlerini ona dikerek. Kararını vermişti. Onun hayata gelmesine sebep olan babasına haksızlık yapmayacaktı. Koltuğa onu oturttu. Ve o boş koltuğa baktı, baktı, baktı… Salonu kaplayan sessizlik ne kadar sürmüştü bilmiyordu. “Diğer arkadaşla devam edelim” dedi, omzunda duran bir çift el.