Yutmi

Eşref Armağan

Nisan 26 2006

Bugün kendim için bir şey yaptım. Yeni çalışmaya başladığım fabrikadaki odamın duvarına yeni çerçevelettiğim 3 tane resim astım. Şimdi size bu resimlerin hikayesini anlatmak istiyorum. Ama sizden de bir ricam var; lütfen resimlerin hikayesi bitmeden ekteki fotoğraflarını açmayın olur mu?

Bu resimlerden birinde, resme adını veren kırmızı kukuletalı küçük bir değirmen var. Resmin sol alt köşesinden uzanan ve iki tarafında kırmızı çiçeklerin gelişi güzel gibi görünse de dikkatli bakıldığında belirli bir bölgeye ve düzen içinde ekildikleri anlaşılan yol, sizi kırmızı kukuletalı küçük değirmene götürüyor. Bu çiçeklerin hemen yanında ve en az onlar kadar yer kaplayan çimenlik bir alan, tekrar daha ince ve daha sık bir bant halinde o kırmızı çiçeklerden var. Sonrası alabildiğine uzanan beyaz çiçek tarlası… Beyaz çiçek tarlası olarak adlandırdığım bir pamuk tarlası da olabilir… Ama Resmin sağ alt köşesinde öne çıkmış bir demet çiçek, insana çiçek tarlasına bakıyormuş hissi veriyor. Küçük değirmenin hemen arkası karanlık. Çiçek tarlasının üzeri de… Ama hemen karanlığın ortasındaki yuvarlak beyazlık ve etrafındaki kızıllık gün batımı olduğunu düşündürüyor insana…

Diğer resimde kemençe çalan bir büyük balık ve karşısında –hamsi olduğunu düşündüğüm- horon tepen 3 küçük balık var. Bu resmin adını bulamadım. Kemençe, büyük balığın elinde kontrbas gibi duruyor. Karşısında horon tepmekte olan üç küçük hamsi, dimdik durdukları kuyrukları üzerinde, yüzgeçlerini havada birleştirmiş kemençenin eşliğinde dans eden gerçek bir horon ekibinden farksız görünüyorlar. Ağızlarından çıkan hava kabarcıklarına bakılırsa, bir taraftan horon teperken, diğer taraftan da bir karadeniz türküsü söylüyorlar… Büyük balık, -kemençe ona biraz büyük geldiğinden- kemençenin altını denizin dibindeki kumlara dayamış, kendini müziğin büyüsüne kaptırmış çalıyor. Denizin dibinde yosunlar ve renkli deniz bitkileri var. Yosunların arasında bir kırmızı deniz yıldızı ilişiveriyor gözüne insanın. Yosunlar, balıkların arkasından seyrek bir şekilde deniz yüzeyine doğru uzanıyorlar. Ama bu yosunlar çiçek açmış. Kırmızı beyaz çiçekler var üzerlerinde. Yosun çiçek açar mı? Gönül gözüyle bakmasını biliyorsa insan, yosun da çiçek açar…

Sonuncusunu masamın en yakınına astım. Kırmızı bir fon içinde, neredeyse resmin tamamını kaplayan bir kalp var. Kalbin içinde ise tomurcuk tomurcuk kırmızı çiçekleri olan yemyeşil bir ağaç. Ağacın dallarında kanaryaya benzen iki kuş… Yüzleri birbirine dönük, birbirlerinin gözlerinin içine bakan iki kuş… Birbirlerini hissedebilen ve bunu da insana hissettirmeyi başarabilen iki kuş. İçine alındıkları kalpten birbirlerine sevdalı oldukları anlaşılan iki kuş… Ve resmin sağ altında, kırmızı fonun üzerindeki simgesel bir çatı figürünün altına çizilmiş bir gülen suratın mutlu ifadesi… Bu resmin adı da “yuvam”… Mutluluğun resmini yapmış Eşref Armağan. Nazım Hikmet’i sevgiyle hatırladım bir kere daha. Keşke dedim, keşke Nazım Hikmet de görebilseydi bu resmi. Kim bilir nasıl güzel ifade ederdi o usta kaleminden benim hissedip de bir türlü anlatamadığım bu duyguları…

Eşref Armağan’ı belki tanımayanlar vardır aranızda. Eşref Armağan bir ressam, ama o doğuştan görmeyen bir ressam. Çocukluğundan bu yana dünyayı parmak uçlarıyla tanımaya çalışıyor, tablolarını da fırça kullanmadan parmaklarıyla yapıyormuş. Şimdiye kadar yüzlerce tabloya imza atan Armağan, bir sergi açılışında yaptığı konuşmada “Engelli arkadaşlarıma destek ve güç vermek, bakıp da göremeyenlere bir şeyler anlatmak istiyorum” demiş.


Sevgiler,
Basak

Yorum Yazın