Bir Eğriova “Masalı”
Ankara’nın sıcaklarından kaçayım, biraz ormanların serinliğine sığınayım diye hafta başı Gökhan’ı arayıp, beni de yaz yürüyüşe ben de geliyorum dedim. Daha önce bir kaç kez Elif ve Ünal’a da bu keyifli pazar yürüyüşlerinden bahsetmiştim ve onlar da uygun olurlarsa katılmak istediklerini söylemişlerdi. Onlara da haber verdim, geliriz dediler. Bir de misafirleri vardı; Neslihan…
Pazar günü hava yağmurlu olacak. Hava durumu öyle söylüyor. Aslında yağmurda yürüyüşü sevmiyoruz pek. Yutmi karada housinge girmekten hiç hoşlanmıyor, çantada da durmak istemiyor. Mızık mızık bir durum oluyor anlayacağınız. İstersen gelmeyebilirsin dedim. Yağmur yağacak bak iyi düşün dedim. Biraz düşündü. Ben de geleceğim dedi. Bak, yağmur yağdı, housinge girmem filan diye mızıklanmak yok dedim. Tamam dedi.
Sabah Ünal’lar da bahçeliye geldi. Her zamanki gibi Milli Kütüphane’nin önünden aracımıza bindik. İlk defa bu kadar kalabalık gidiyorduk. Yutmi ve housinginin yanı sıra, bir küçük kara keçi, küçük kara keçinin arkadaşı sarıklı keçi ve Ünal… Neyse ki hava güneşli. Küçük keçiler heyecanlı. Ormanda hoplaya zıplaya gezmenin hayaliyle yüzleri gülüyor. Bu arada keçi deyip geçmeyelim bu iki keçi görüp görebileceğiniz en sevimli keçi yavrularından :)))
Eğriova’ya daha önce gitmişim. Önce hatırlayamıyorum, Gökhan hatırlatıyor. Turuncu tavşandan bahsedince hatırlıyorum. 🙂
Yürüyüşe başladıktan bir süre sonra hava bulutlanıyor ve yağmur atıştırmaya başlıyor. Yutmoğraf’ıma soruyorum. Çantaya mı housinge mi girmek istersin diye. Housinge diyor. Ama bak yağmur dinse de bulutlar tamamen dağılana kadar housingden çıkacağım diye tutturmak yok diyorum. Kabul ediyor. Ben de onu housingine koyuyorum. Fakat geçen yazdan beri housingi kullanmadığım için manuel ayarlarını yapmakta zorlanıyorum. Zaten Kardeniz’den sonra bizimkinin de pek bir burnu büyüdü, kolay kolay bir şey yutmuyor artık. Tam bu sırada tırmanışa geçiyoruz. Gökhan’ın meşhur tepelerini unutmuşum… Bu sefer tırmandığımız tepe 95 derece ! Bir taraftan da Zeus yukarıda kıyametler koparıyor… Yağmur altında birkaç saatlik bir tırmanıştan sonra bir de bakıyoruz ki Kafdağı’na varmışız. Küçük keçiler -adı üstünde keçi oldukları için- hoplaya zıplaya tırmanıyorlar ama henüz yavru oldukları için biraz zorlanıyorlar.
Tepeden sonra iniş başlıyor. Zeus’un fırlattığı yıldırımların yıktığı ağaçların üzerinden atlayarak yolumuza devam ediyoruz. Neyse ki bu sefer artçımız Herkül Jak. He-man Gökhan önde, O arkada düşen ağaçları daha havadayken yakalayıp kenara atıyorlar.
Neslihan’ın internetli telefonundan bir önceki Eğriova yazısına bakıyorum. Fotoğraflara bakınca yer aynı yer. Hatta yürüyüşe başladığımız yerdeki çöpler bile aynı. Ama yazıyı okuyunca çok rahat bir yürüyüş gibi görünüyor. Sanıyorum bu sefer zorlanmamın nedeni yağmurun yanı sıra aldığım kilolar. 95 kilo ile 95 derecelik bir tepeye tırmanmak gerçekten çok zor oluyormuş. Dönünce derhal fazla kilolardan kurtulmalıyım diye düşünüyorum.
Öğle yemeği sırasında güneş açıyor. Hepimiz çeşmenin etrafındaki açıklık alana yayılıyoruz. Çeşmeden akan suyun başını ayılar tutmuş. Suyun debisi değişip değişip duruyor. Yolda gördüğümüz ayı dışkısı ve pati izleri bu tezimi doğruluyor. Dönüş yolunda yağmur bir an olsun tepemizden eksik olmuyor. Yutmi akıllı, yemek molasından sonra çantaya giriyor ve uykuya dalıyor.
Sonlara doğru küçük keçiler mızıklanmaya başlıyorlar. Biz de Ünal’la bir daha ki sefere daha hazırlıklı gelmeye karar veriyoruz. O kendisine daha iyi bir treking ayakkabısı alacak, ben de 95 kilodan 57 kiloya ineceğim ve spora başlayacağım. Böylece sırtımıza asacağımız küçük keçi taşıma kiti ile keçilerimizi yorulduklarında rahatça taşıyabileceğiz.
Parkuru tamamladığımızda hepimiz çok üzülmüştük. Çünkü bir güzel pazar yürüyüşünün daha sonuna gelmiştik. Yalnız otobüse geldiğimizde Elif ve Ünal biraz telaşlıydılar. Meğerse sabah başlayan bağırsak enfeksiyonundan olsa gerek, ateşim çıkmış. ve havale geçiriyormuşum. O nedenle bu yazıda yazılanların ne kadarı gerçek bilmiyorum 🙂
Siz en iyisi mi 2011 Eğriova yazısına bakın. Hem orada daha çok bilgi ve daha keyifli fotoğraflar var.
31 Temmuz 2012 Salı, 11:34 at 11:34
Başakcığım günaydın.
Yutmi, giderek akıllı-uslu, olgun, iyi bir yoldaş oluyor. Aman duymasın, şımarır filan neme lazım…
bu kara keçi, sarıklı keçi olayını anlayamadım ama iyi bir şey olsa gerek ki sevmişsin.
Geçmiş olsun değerli kardeşim.
Selam ve sevgiler
31 Temmuz 2012 Salı, 13:39 at 13:39
Merhaba Servet Abi,
Yutmi gerçekten çok iyi bir yol arkadaşı bana 🙂 Küçük keçilere gelince; onlar henüz yazıyı okumadılar sanıyorum :))) Okuduklarında bir ses verirler herhalde.
Şaka bir yana, aslında bu gezide Yutmi de yağmurdan dolayı tembellik ettiği için iş başa düştü, ben de öyle bir masal yazdım 🙂
Yoksa havale geçirdiğim filan yok. Ama sabah bağırsaklarımın bozulduğu doğru 🙂 Yürüyüşte de bu beni biraz zorladı, ateş yaptı veya yapacak gibi oldu ama havale geçirmedim 🙂 Masal gereği öyle yazmam icabetti…
İlginiz için ayrıca teşekkür ederim 🙂
31 Temmuz 2012 Salı, 15:11 at 15:11
Küçük kara keçi benim, ben, ben,ben.. Sarıklı olan da İst.’dan gelen arkadaşım Neslihan 🙂 Başak’ın hayal dünyasında eğlenceli bir masalın içinde kendimize küçük yavru keçiler olarak yer bulduk. Yürüyüş boyunca çok konuştuk,şarkılar söyledik,hep arkada kaldık,düştük,ıslandık,yorulduk ve gerçekten çok eğlendik. Dağ çilekleri, frambuazları yedik, dalından fındık topladık,Başak gibi 95 kiloluK bir cırt cırt böcüğüyle birlikte yağmur altında ormanlarda yürüdük durduk.
Bizi kötü ayakkabılarımızdan dolayı zorlayan ama çoğunluk herkesin rahatlıkla katıldığı bu gezi sonrası dizlerim mor,bacaklarım hala ağrıyor olsa da zihnimizde mizahla ve masalla dolu güzel anılarla döndük evimize..Ama sen duuur, küçük keçi taşıma kiti yanında yaşlı keçi taşıma kitini de hediye ediyorlarmış..
31 Temmuz 2012 Salı, 15:27 at 15:27
Çok güzeeeeeeeeeeeel.
Bayıldım!
Böyle güzelikler kolay bulunmaz bu zamanda… Yani, neşeli, esprili, zeki, hayatın zorluklarından bile keyif alan “keçiler”le olmak ne büyük nimet farkındasınız değil mi? Ğüzel şeyler görmek şu sıralar bana da iyi geliyor.
Dostluğunuz daim olsun…
Sevgilerimle.
01 Ağustos 2012 Çarşamba, 00:30 at 00:30
http://www.youtube.com/watch?v=st7wu0R_-1U&feature=youtu.be
Yürüyüşün videosu 😉
01 Ağustos 2012 Çarşamba, 00:43 at 00:43
Sevgili Sertaç ne keyifli bir video bu ve ne hoş, ne yakışan bir müzik seçmişsin. Yutmoğraf’a çok anlamlı bir renk ve hareket kattın. Çok teşekkür ederiz 🙂
Aklına ve emeğine sağlık…
01 Ağustos 2012 Çarşamba, 09:23 at 09:23
Başakçım alemsin! 🙂 Yazıların giderek renkleniyor, daha kurgusallaşıyor ve tabii ki daha da güzelleşiyor… Keçileri, gruptaki iki çocuk olarak düşünmüştüm.En sonunda da aslında hastalığından dolayı yürüyüş yapamadığını ve otobüs içinde yatıp beklediğini sanmıştım! O_o Anlayacağın, çok inandırıcı yazmışsın.. 🙂 Bu arada geçmiş olsun… Güzel, hoş bir gezi olmuş gördüğüm kadarıyla..Yutmi, Karadeniz’in tadını hala unutamamış demek ki.. 🙂
01 Ağustos 2012 Çarşamba, 10:15 at 10:15
Başak’cığım,
gerçekten doğrumu 95 kg. yoksa oda masalın bir parçasımı?
Biz seni bıraktığımızda çıtı pıtı bir kızdın!!!!!
Yine döktürmüşsün eline koluna sağlık öptüm….
01 Ağustos 2012 Çarşamba, 14:08 at 14:08
Ellerine saglık Başakcım, ne kadar gözel bir anlatım olmuş 🙂
Himen 🙂
17 Ağustos 2012 Cuma, 11:37 at 11:37
Çok büyük bir keyifle okudum. Videoyu keyifle izledim. Ellerinize sağlık. Özlemişim 🙂
Hepinize iyi bayramlar…