Yutmi

EĞRİ DERE VE ÇİÇEKLERİN LANETİ

Mart 06 2011

Bu yazıdaki fotoğraflar gerçek, anlatılanlar hayal ürünüdür.

6 Mart pazar. Aracımız bir köyün içinde durdu. Puslu, gri esrarengiz bir hava vardı. Yaklaşık otuz kişiydik. Herkes yürüyüş için son hazırlıklarını tamamladığında yola koyulduk. Köyün içinden geçerken garip bir şeyler hissettim. Ortalıkta kimsecikler yoktu. Bir tek köpekler delicesine havlıyordu. Sanki bizi olacaklara karşı uyarmaya çalışıyorlardı. Köyden uzaklaştıkça tırmandığımız tepe de dikleşiyordu. Bir ara neredeyse 85 dereceyi buldu.

Gruptan ayrılmıştım. Çiğdemleri bir an önce görmek istiyordum. Bu kış vakti yürüyüşe gelmemin tek nedeni vardı o da “çiğdem tarlası” görmek. Köyde yağan yağmur, tepelere çıktıkça kara dönmüştü. Hatta bir süre sonra korkunç bir kar fırtınası başladı. Bunun üzerine bir de sis inmez mi? Önümü güçlükle görebiliyor, ama tırmanmaya devam ediyordum. Gökhan çiğdem tarlasının yukarılarda olduğunu söylemişti. Yolu bilmiyordum ama yerdeki izleri takip ediyordum. Tam tepeye yaklaşmışken karşıma iki tane kırmızı renkli dağ koçu çıktı. Meğer takip ettiğim izler onlara aitmiş. Önce biraz çekindim. Döndüm arkama baktım. Gökhan’ı arıyordum ama bulamıyordum. Korkmuştum. İlk defa kırmızı renkli dağ koçu görüyordum. Gökhan’a seslendim. Çok uzaklardan bir ses geldi. Yukarıdaki gölete gel diye bağırıyordu. Göletin nerede olduğunu bilmiyordum ki. Sis öyle fena bastırmıştı ki kırmızı koçlardan başka bir şey görmüyordum. O an hiç beklemediğim bir şey oldu ve koçlar konuştu. “Biz göleti biliyoruz, seni götürebiliriz”. Şaşkınlığım geçer geçmez “tamam o zaman, sizi takip ediyorum” dedim. Başka çarem yoktu. Koçların peşinden tırmanmaya devam ettim. Kısa süre sonra gölete varmıştık. Tüm ekip orada bizi bekliyordu. Doruk beni görünce “abla, abla” diye sevinç çığlıkları atmaya başladı. Gökhan bana hemen bir sarı kart çıkarttı. Saniye ise olan biteni siyah gözlüklerinin arkasından sakin bir gülümsemeyle izliyordu.

Gölette hatıra fotoğrafları çektikten sonra yürümeye devam ettik. Sis giderek artıyordu. Bir ara az kalsın önümüzdeki uçurumu görmeyip aşağıya düşecektik. Turhan Bey üzerine çıktığı kayanın arkasının koca bir boşluk olduğunu gördüğünde oracıkta yığılıp kaldı. Kalp krizi geçirdiğini sandık önce ama neyse ki korkudan bayılmış. Mantarcı ve kırmızı şapkalı kız korkuyla birbirlerine sarılmış, olanları izliyorlardı. Yürüyüş giderek daha esrarengiz bir hal alıyordu.

Gökhan, Turhan Bey’e de kırmızı kart gösterdikten sonra yürümeye devam ettik. Artık her yerde kar vardı. Ben hala çiğdem tarlasının heyecanı içindeydim. Ama umudum giderek kırılıyordu. En sonunda Gökhan’ın bana seslendiğini duydum. Koşarak yanına gittiğimde bana mor çiğdem tarlasını gösterdi. Geçekten de göz alabildiğine çiğdemlerle kaplıydı etraf. Derhal yutmoğrafıma sarıldım tam çekeceğim; “sakın” dedi Gökhan, “sakın çekeyim deme”. “Ama neden?” diye sordum. “Ben yalnızca çiğdemler için geldim buraya”. “İyi ya gördün işte” dedi. “Bu çiğdemler sihirli” diye devam etti sonra. Fotoğrafını çeken lanetleniyormuş. Sonra bölge hakkında bilgi vermeye başladı. Bu bölgenin bu kadar sisli puslu olması, yol boyunca karşılaştığımız garip sürprizler hep bundanmış. Benim aklıma pek yatmadıysa da, Gökhan’ın anlattıklarını, henüz yürüyüşün yarısında olmamız ve bundan sonraki kısmında lanetlenmememiz için çiğdemleri çekmedim. Hem yalnızca çiğdemler değil, hiç bir çiçeğin fotoğrafını çekmememizi söyledi Gökhan.

Çiğdem tarlasından ayrıldığımızda ben ve yutmoğrafım çok üzgündük. Ne olurdu sanki bir tanecik de olsa çiğdem yutabilseydik, o güzellikleri sizlere da gösterebilseydik. Biz böyle söylene söylene yürürken bir dere kenarına geldik. Gökhan’a sordum bu dere ne dersi diye, “Eğri dere o” dedi. “Neden eğri diyorlar” dedim. “Çünkü düz akmaz o dere eğri akar hep, onun için eğri dere diyorlar” dedi. Kafam karışmıştı, düz akan dere var mıydı ki? Bir taraftan yürüyor, bir taraftan da kara kara derenin adını düşünüyordum. Tam o sırada yutmoğrafım karnıma bir çimdik attı. “Ne oluyor?” diye sinirle bağırdım. “Sus” dedi fısıldayarak, “duyacaklar”. “Eğil kulağına bir şey söyleyeceğim”. Eğildim ve bana alçak sesle yere bakmamı, yerde bir beyaz bir çiğdem gördüğünü söyledi. Eğilip yere baktığımda yutmografın beyaz çiğdem sandığının bir kardelen olduğunu fark ettim. Etrafa bakındım, kimsecikler yoktu. Hemen yutmoğrafımı uzattım ve kardeleni yutturdum.

İkimiz de çok mutlu olduk bu işe. Sessizce oradan uzaklaştık. Gökhan’a da hiç bir şey söylemedik. Ama ne olduysa ondan sonra oldu. Lanetlendik ! Yemek molası verdiğimiz yerde az kalsın donarak ölüyorduk. Önce burnum, sonra ellerim hissetmemeye başladı. Yutmografımı eldivenimin birinin içine yerleştirip sırt çantama sakladım. Burnumdan akan sümükler sarkıklar oluşturmaya başlamış, elimin derisi fil derisi gibi olmuştu. Tam kalp atışlarım da durmak üzereydi ki kardeşim Doruk bir tane sıcak sucuk tıkıştırdı ağzıma. Sucuğun sıcağı ve acısı biraz buzlarımın çözülmesini sağlamıştı. Donmamak için hemen hareket etmeye başladım. O sırada Gökhan’ın komutuyla tekrar yürüyüşe geçtik. Yürümek iyi gelmişti. Tekrar ısındım. Ama lanet hala devam ediyordu. Eğri derenin kenarında yürürken gördüğüm güzel bir kaç şelalenin fotoğrafını çekmek üzere derenin kenarına indiğimde bir bataklığa saplandım. Kurtulmak için debelendikçe batacağımı bildiğimden Gökhan’a seslendim ama etrafta kimsecikler kalmamıştı. Yutmoğrafa “gördün mü bak, Gökhan doğru söylemiş, lanetlendik” dedim. Onun hiç sesi çıkmıyordu. Çaktırmadan şelalelerden bir iki poz yutmuş bu arada, onu da şimdi farkediyorum.

Ben çaresizlik içinde bataklıkta beklerken arkadakileri toplayan Mehmet göründü birden. Nasıl sevindim anlatamam. Bana batonunu uzattı, bizi oradan çekip çıkarttı. Kurtulmuştuk. Bundan sonra gruptan uzaklaşmamaya karar verdik. Çok dikkatli yürüyorduk. Zaten yolculuğumuzun da sonuna gelmiş olmalıydık. Gökhan’ın bahsettiği büyük dereye ulaşmıştık.

Fakat bir sorun vardı. Dere çok büyüktü. Derindi ve sular hızla akıyordu. Sorun şu ki otobüse ulaşabilmemiz için bu dereyi geçmemiz gerekiyordu. O an yutmoğrafıma kardelen fotoğrafını çıkartmasını, aksi taktirde dereyi geçemeyeceğimizi söyledim. Lanetli ya… O da söylene söylene kabul etti. Fakat ne yapmış biliyor musunuz bizimki? Fotoğrafı İlhan’ın cebine saklamış. İlhan tam dereden geçerken Gökhan’la ikisi dereye yuvarlanmaz mı? Fotoğraf son lanetini de gerçekleştirdi. Dereyi geçip, otobüslere bindik. Bölgeden uzaklaştık. Böylece lanet filan kalktı üzerimizden. Kardelen fotoğrafı mı? Mola yerinde bizimki çaktırmadan geri almış onu İlhan’dan. Yazık, olan İlhan’la Gökhan’a oldu :).

“EĞRİ DERE VE ÇİÇEKLERİN LANETİ” için 14 Yorum

  1. nesrin Diyor ki:

    lanete değer doğrus bu kardeleni yutmak :))

  2. Aysun Sezer Diyor ki:

    hafta sonunu evde geçirdiğimden olsa gerek, sana çok özendim. Masal tadında bir geziymiş. Kalemine, yutmografına sağlık.

  3. can Diyor ki:

    Masalsı anlatım , çocukluk macealarımı hatırlattı bana.Bende çok özendim,

  4. selçuk ilbaş Diyor ki:

    Eline sağlık,iyi ki çekmişsin fotoğrafı 🙂 anlatımın da her zamanki gibi emeğini ve yüreğini yansıtıyor

  5. Barış Diyor ki:

    Çok hoş bir anlatım olmuş ,tebrikler…
    Lanetin bir parçası da, o gün havanın yutmografınız açısından pek de uygun olmaması olmuş sanırım..:)

    Selamlarımla,

  6. Necla Diyor ki:

    Evet, evet sen masal yazmalısın:-))

  7. BERNA Diyor ki:

    Anlatımınla çok hoş bir atmosfer yaratmışsın. Okurken etkilendim, yüreğine sağlık.
    Sevgilerimle.

  8. basak Diyor ki:

    Arkadaşlar,

    Semeler Köyü, Eğirli Dere yürüyüşümüz her zamanki gibi oldukça keyifli bir geziydi. Burada yazanlar mı? Tabii ki masal 🙂
    Siz hiç konuşan kırmızı koç gördünüz mü? Değil mi Turhan Abi?

    Sevgili Gökhan,

    Bu güzel ve keyifli gezi için ve özellikle kendini fedakarca soğuk suların içine atarak, bizi ıslanmadan karşıya geçirdiğin için sana ayrıca teşekkür ederim. Ormanda kediler gibi başında beklediğimiz, tadı hala damağımızda olan o muhteşem sucuklar içinde… Ve son derece hareketli ve zengin rota için de… Özellikle masalda uçurum diye bahsettiğim kayalıklardan görünen manzara ve o gölet gerçekten çok etkileyiciydi. O bölgede, o manzara için bütün bir gün kalabilirdim. Zira dağların eteklerine inen sis, görüntünün etkisini çok daha ihtişamlı hale getiriyordu.

    Bu keyifli parkura bir de baharda gitmeyi çok isterim doğrusu.

    Herşey için tekrar teşekkürler 🙂

    Sevgilerimle, Başak Çetin

  9. Selda Diyor ki:

    Merhabalar ;
    Gercekten cok guzel resimler ve yazilar. Bahar olsa da geziye gitsek
    diye heveslendim birden..
    Sevgiler..

  10. basak Diyor ki:

    Sevgili Selda,

    Size e-postanızdan ulaşamadım. Dilerim yanıtımı buradan okursunuz. Masalımı ve fotoğrafları beğendiğinize sevindim 🙂 Doğa yürüyüşleri her mevsim başka güzel oluyor gerçekten. Bahara görüşmek dileğiyle 🙂 …

  11. Kırmızı şapkalı kız Diyor ki:

    Merhabalar;

    Yürüdüğümüz yerleri, senin harika anlatımınla tekrar yürümek çok güzeldi. Sana ve
    yutmoğrafına teşekkürler. Ellerine sağlık…

  12. Ayça Diyor ki:

    Ne güzel anlatmışsın.Seninle beraber bende kayboldum sislerin arasında.Masallardan daha güzel ne var bu dünyada………

  13. gülbüz Diyor ki:

    Yazını okurken seninle birlikte dolaştım ben de..Soğuk ve sisli havayı içimde hissettim.Çok güzel yazmışsın Başak’çım elllerine sağlık..Baharda giderseniz beni de götür 🙂

  14. basak Diyor ki:

    Gülbüz’cüm seni yutmoğrafımda gördüğüme nasıl sevindim bilemezsin 🙂 Baharda tabii götürürüm seni de. Sen şimdiden antrenmanlara başla o zaman

Yorum Yazın