Dünya vatandaşı olmak
….
….
Bu kadar yoğun programda bir şeyleri unutacağımı biliyordum.
Kısaca Kudüs’te son akşam gittiğimiz Şam Kapısı, bu bölgedeki Via Dolarosa (acılar yolu), Bethlehem’de (Filistin özerk bölgesinde) uzaktan gördüğümüz Ömer Cami, Kutsal Kabir Kilisesi, Mamilla çarşısından bahsetmeyi az kalsın unutuyordum. Her yerde nar ve nar suyu olduğunu, narın nakışlarda işlendiğini, her yerde biblolarının olduğunu söylemeyi unutuyordum. Kısaca onlardan da bahsedip, fotoğraflarla paylaşayım (ilk grup fotoğrafın altında neresi neresidir yazıyor).
Kudüs’ü çevreleyen 4 kilometre uzunluğundaki surlarda bulunan 7 kapıdan biri olan Şam Kapısıdır ve Süleyman Surları’nın 1542 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından onarımı gerçekleştirilmiştir.
Via Dolarasa’da önemli yerlerden biri. Söylendiğine göre Hz.İsa’nın, Kudüs sokaklarında sırtında çarmıhı ile, o çarmıha gerileceği tepeye kadar, Romalı askerlerce yürütüldüğü yol. 9 duraktan oluşuyor ve bu yola “acılar yolu” anlamına gelen, Via Dolorosa adı verilmiş.
Mamilla da Kudüs’ün AVM’si. Çarşının içinde marka dükkanlar, her dükkanın önünde ilginç heykeller var. Ve şunu da söylemek isterim ki biz dört kadın, bu çarşının içi de dahil, gece yarısına kadar sokaklarda dolaştık ve güvenlik konusunda hiç bir sıkıntı yaşamadık. Bunlardan ortaya karışık biraz fotoğraf…
Kudüs’ten ayrılırken içimde kalan bir çok şey vardı; çok güzel resim galeri vardı örneğin, akşam kapalı olduğu için gezemedim. Yine de Yutmi’nin gece yarıları cam ardından ya da koşturarak geçtiğimiz sokaklardan aşırdıkları var merak etmeyin. Onları da “İsrail’in Renkleri” bölümünde yayınladık. Otobüsle geçtiğimiz bazı caddelerde ve sokaklarda çok güzel duvar resimleri gördüm. Meraklısı varsa söyleyeyim. Kudüs için iki gün gerçekten çok az. Aslında gün de yetmez, en az bir kaç hafta kalmak lazım ama ben gezgin değilim, turistim. Turistler içinde en az 4-5 tam günü hak eden bir yer Kudüs… İsrail Müzesi -ki biz zamanımız az olduğu için göremedik- ve Soykırım müzesi bile tek başına, hakkıyla gezilmeye kalkındığında bir güne yakın zaman alır. İsrail’e gidecek olanlara bir de önerim olacak; sanki mart nisan gibi gitmek daha uygun olur zira hava çok erken kararıyor ve özellikle fotoğraf çekmek için kafadan 3-4 saat kaybediyor insan… Bir de şabatı hesaba katmayı unutmayın 🙂 Her cumartesi, gün aydınlandığı andan güneş batana kadar tüm dükkanlar kapalı ve ortalıkta neredeyse kimse yok. Ben bir daha gitmek isterim ama görülecek daha onca yer varken bir daha gitmem artık zor, ilk defa gideceklerin aklında bulunsun derim… 🙂
Haifa’ya geldiğimizde Ruthi bize Bahai dininden bahsetti biraz. Şimdi ben de bu bilgileri size aktaracağım. Bahai dininde en çok ilgimi çeken ve bana yakın gelen; Bahailerin kendilerini dünya vatandaşı olarak görmeleri, eğitime ve bilme önem vermeleri. Bahailer, renkleri, ırkları ve dinleri ne olursa olsun bütün insanların bir olduğu inancıyla Hz.Bahaullah tarafından 1844’de kurulmuş. Dünya uygarlığı için koyduğu yasa ve prensiplerin bazılarının yer aldığı broşüre bakınca (atta fotoğrafta var) e güzel dedim içimden. Yine de en güzel şey bile insan oğlunun kişisel hırsları ve çıkarları için bir araç haline dönüştüğünde korkunç olabiliyor ve işte ona çok dikkat etmek lazım… Bu dinin prensiplerinde yazdığı gibi; önyargılardan sıyrılmış bir biçimde, bilmin de ışığında, insan aklını kullanma cesaretini göstererek gerçeği serbestçe araştırabilmesi çok değerli. Cinsiyetler arasındaki eşitlik (insani haklar anlamıda söylüyor olsa gerek), zenginlik ve yoksulluğun aşırı uçlarının bertaraf edilmesi prensipleri güzel. Yine de Bahailiği daha detaylı incelemek isteyenler, fotoğraftaki web sayfasını da ziyaret edebir. Üstelik Türkçe çünkü Türkiye’de de bir çok Türk Bahaili varmış. Aslında insan aklı, iyilik ve dinler arasında yazmak istediğim çok şey var ama yazmayacağım.
Yalnızca bir kaç kelam edip sizi fotoğraflarla baş başa bırakacağım. İyi ve güzel olanı, biri veya birşey için değil, hiç bir hesap gütmeden, hiçbir şeyden korkmadan, hiç kimseye veya şeye araç olmadan, yalnızca onun insan için iyi ve güzel olduğunu kalbinde hissederek, bilme ve akla dayanarak yapmak… Biri için iyi ve güzel olanı yaparken bir diğerine vereceği zararı görebilmek ve seçimi yaparken bunu hesaba katabilmek… Çünkü bazen biri için iyi ve güzel olan, bir başkası için çok kötü olabiliryor. İşte tam da bu noktada akılla ve yürekle bir seçim yapmak gerekebilir. O seçimi hani akılla, hangi yürekle, yapacağımız da bize kalmıştır. Kendi akıl ve yüreğine göre mi, yoksa bir başkasınınkine göre mi? Bu bir din, anne-baba, eş, paron veya mevcut yönetim tarafından gelen bir öğreti olabilir. Ama bu öğretiler, kimi zaman birer dogma (belli bir konuda ileri sürülen bir görüşün sorgulanamaz, tartışılamaz gerçek olarak kabul edilmesi) olarak da gelebilir. Üstelik bu dogmalar -tam da dogma oldukları için- her zaman yüzde yüz doğru, iyi veya güzeli söylemeyebilir ya da farklı yorumlarla çarpıtılabilir, çağ dışı kalmış bile olabilir…
Bazen hesap kitap yaparak, kimi zaman da kişisel çıkarları için insan, insanı yanlış yönlendirebilir. Mesela para girer işin içine ya da statü endişesi girer örneğin… 🙂 Hatta bunlar için yalan bile söyleyebilir insan bazen. Korku salar, tehtit, şantaj, fiziki ve/veya psikolojik şiddet uygulayabilir… Ya da kendi korkuyordur belki… Ve bize onun aklına ve isteklerine göre hareket etmeyi dayatabiliyor. Ve eğer sorup sorgulayan, okuyan ve düşünen bir akla sahip değilsek… Tam da burada George Orwell’in 1984 kitabındaki büyük birader, -Labirent atölyesinin ödevi- Mustafa Temiz Yürek’in “göçebe buluşması” adlı kitabındaki “Yer” metni, Selçuk Demirel’in çizgileri ve Oruç Aruoban’nın “hani” adlı kitabındaki satırları geldi aklıma. Bunlar, bir anda aklıma doluşuverenler yalnızca… Yoksa liste yapmaya kalksak sonu gelmez. Bazen sevgisinden dolayı bile yanlış yönlendirebilir insan insanı. Anne babalar örneğin. Çocuklarına en çok zarar verer -gerçenkten de sevdikleri için üstelik- bilmeden onlardır çoğu zaman…
Her ne kadar Bahai dininden çıktıysak da yola, asıl yeri “Aklımın Keçileri Bölümü” olan bu satırlardan sonra, SON OLARAK 🙂 Oruç Aruoba’nın “hani” kitabındaki bir pasajı paylaşmak istiyorum. Bu sözcük dizisi buraya yerleştiğinde, kitabın bütünü ile birlikte düşününce biraz farklı bir anlam taşıyor olsa da şu an düşündüklerimle birlikte pek de güzel örtüşen bir şekil alıyor bence. İzninizle sevgili Aruoba 🙂
“Kendin olmayı yeniden öğrenmen gerek -yıllar yılı unuttun onu yalnızca: bunu da “koşullar”a, “hayatın akışı”na, “sorumlulukların”a falan bağlamaya kalkışma- bahane bulmaya çalışma: Sendin, sendeki asıl senin anlamını, önemini, değerini gözardı eden: korkaklıkla işin kolayına kaçan…
O işte şimdi hesabını soruyor o sahici senin, senden: ne yaptın sen sana !?…”
Sözde uzun yazmayacaktım değil mi? 🙂 … Evet ne diyorduk, Bahailerden söz ediyorduk; Bahailer, Haifa’nın eteklerinde bir cennet yaratmışlar. Biz de o cenetten kareler taşıdık size. Üçüncü ve dördüncü kareler, buraya gelen hemen herkes tarafından çekilmiştir herhalde :))) Hz.Google’a Bahai yazınca ilk gelen kareler de bunlar. Fotoğraflarda da göreceksiniz -her ne kadar ben değişik açılardan çekip bozmaya çalışsam da- ciddi bir simetri var. Bahai bahçelerindeki bu simetri ve aşırı düzen ve temizlik, neden bilmiyorum, beni bir parçacık rahatsız etti :)))
Akko (Akka)’ ya sonraki yazıda devam edelim mi? Yok derseniz yazı hazır hemen gönderirim :))) Ama bu bölümü biraz sindirsek hiç fena olmaz ne dersiniz? 🙂
25 Aralık 2014 Perşembe, 10:17 at 10:17
sevgili başak
gene bizi çok uzaklara ve güzelliklere götürmeyi başardın
mutlu yıllar dileği için erken değil sanırım,
barış ve kardeşliğin olduğu bir 2015 yılı dilerim tüm dünyaya
25 Aralık 2014 Perşembe, 10:56 at 10:56
Bütün dinler, özünde insan için en iyi olanı, düzeni ve güzelliği barındırıyor… ancak adına dinde, psikolojide, sosyolojide farklı isimler verilen bir arıza nasıl oluyor da insana hakim oluyorsa bizleri kaosa doğru götürüyor zaman zaman. Aklımın keçileri için güzel bir konu dediğin gibi. El Halil’ i de görmeni isterim, o insanların fakirliğini ve yoksunluğunu, İsrail askerlerinin halk üzerindeki baskısını….gerçekten çok üzücü. Bize bir şeyler satmak isteyen insanlara izin vermediklerini gördüğümde içim parçalandı, resmen esaret altındalar, zaten o beton duvarlar bunu en güzel biçimde ifade ediyor.
25 Aralık 2014 Perşembe, 12:13 at 12:13
Ben Bahailerin bahçelerini çok beğendim. Nasıl başardılarsa kutlamak gerek.
Bizim millete uymaz buralar, o başka. “Çekirdek çitletmez, şişe attırmaz, dal kopartmaz bunlar insana. E, ne anladım ben o zaman o bahçede gezmekten..” diyeceğimiz için taraf bulamaz, bulsa da maraza çıkarırız üç gün sonra.
Sanırım binlerce yıldır, dinler insanları dünyayı birlikte yaşanacak bir yer olmaya ikna edemiyor ve edemeyecek. Yeni, başka bir şeyler mi bakınsak???
Başak-Yutmi çiftini sevgiyle kucaklıyorum güzel kareler için.
25 Aralık 2014 Perşembe, 13:03 at 13:03
Teşekkürler:)) Ellerine, gözlerine, ağzına sağlık…
25 Aralık 2014 Perşembe, 13:25 at 13:25
“Yine gerçeklerden açtık kapıyı,
Bir pirin önünde kıldık tapıyı.
Arı birlik ile yapar yapıyı,
Birlik ile bitmeyende bal olmaz.”
Pir Sultan Abdal
25 Aralık 2014 Perşembe, 13:55 at 13:55
Başakcığım, bazen arayı açıyorsun beni merakta bırakıyorsun, o güzel Narlar benim telefonum tarafın dan da yakalanmış, sevindim, demek yutmi ile aynı yerlere bakmışız zaman zaman…
Bahailer bütün dünyayı, bahçelerindeki gibi, simetrik olmasını mı isterler acaba?
26 Aralık 2014 Cuma, 10:54 at 10:54
resimler cok guzel 🙂 delhideki lotus tapinagini gormus muydun basak? orasi da bahai tapinagi; ben 2 gidisimde de cesitli sebeplerden oturu gorememistim bi turlu 🙁 ama cok ilginc oldugu soyleniyor…sevgiler…
26 Aralık 2014 Cuma, 12:13 at 12:13
Evet Zehra’cim Delhi’deki Lotus Tapınağına gitmiştik. O da ilginç bir durum aslında. Bahai dininin orada değil de İsrail’de ilgimi çekmiş olması… İnsanın bulunduğu yere ve duruma göre nasıl farklı algılarının çalıştığına çok net bir örnek…
30 Aralık 2014 Salı, 14:30 at 14:30
Sağlıklı, dostluklu ve yolculuklu nice yıllar dilerim.
30 Aralık 2014 Salı, 16:15 at 16:15
Herşey, hayata güzel bakışın gibi sımsıcak huzurlu ve sevgi dolu olsun. Nice yıllara…