Çıldır’da çıldıranlar, ay balam
….
….
Bilin bakalım burada neler oluyor? 🙂
Sabah Çıldır gölüne doğru yola çıktığımızda minibüsün camları buz tutmuştu. Gökyüzü bulutsuzdu ve güneş buz tutmuş camlar üzerinde çok güzel görüntüler çıkartıyordu. Yutmi Cunyır bunları görünce çıldırdı tabii… Yalayıp yuttu tüm camları. Ben de Cunyır’a uygun olarak modernize ettim yuttuklarını, ortaya bunlar çıktı.
Yutmi Cunyır buz tutmuş camları yalayıp yutarken, Murat’la Uğur da tilki kovalamaya devam ettiler. Yolda kardan yapılmış Atatürk heykelinin önünde durup fotoğraf çektik. Kardan adamdan sonra ilk defa bir kardan heykeli yakından görüyordum. Her ne kadar güneş ışıkları biraz eritmişse de görüntü oldukça heybetliydi.
Çıldır Gölü’nde, “Atalay’ın Yeri Balık Lokantası”na gittik. Anladığım kadarıyla o bölgedeki tek tesis o. Biraz derme çatma bir yer ama ben sevdim. İşletenleri sıcak kanlı insanlar. Her salonda soba var. Zaten bir büyük bir küçük salon var. Ortası mutfak. Bu barakanın dışında, dışarıda, ek olarak, bizi misafir ettikleri 20 kişilik baraka daha var. Belli ki oranın yerlisi kendi imkanlarıyla birşeyler yapmaya çalışmış. Ama ne yalan söyleyeyim ben o bölgeyi yansıtmayan, samimiyetten uzak, lüks ticari işletmeler yerine böyle yerleri tercih ederim.
Kışın kar altında gölle karanın birbirine karıştığı bu bölgede, gölün olduğunu anlayabilmemiz için buzda açılmış deliklere bakıyoruz. Buzun kalınlığının 80 cm olduğu söyleniyor. Yumi Cunyır ilk defa bu kalınlıkta bir buz tabakası gördüğü için bulduğu bir deliğin dibine kadar sokuyor beni.
Objetifini açabildiği kadar açıyor, öyle yutuyor olmadı diyor böyle yutuyor olmadı diyor ve ben dakikalarca o karın üzerinde bir altmışyedi uzanmış fotoğraf çekiyorum. Ama kalktığımda üzerimin ıslanmadığını görüyorum. Kars’taki kar kuru anlaşılan 🙂
Tesisin yanında, buzun üzerinde atlı kızaklar var. Ekiptekiler kızaklara yöneliyor. Kızaklar göl üzerinde 5-10dk’lık turlar yapıyorlar. Atlara üzülüyorum biraz. Her ne kadar üzerilerini boncuklarla püsküllerle süslemişlerse de görüntüleri pek iç açıcı değil gibi geliyor bana. Belki de o soğuğa ne kadar dayanıklı olduklarını bilmediğimden böyle düşünüyor olabilirim. Atların dışında bir da bana pes dedirten jetsikiler var. Ani de tuvaleti olmayan Kars’ın Çıldır’daki jetsikiler akıllara durgunluk verici… Bir de atlılar var iki üç tane gölün üzerinde. Birkaç gün önce at yarışları varmış bu gölde, öyle söylüyorlar.
Yemek saati gelmiş. Sarı balık yiyeceğiz. Meşhurmuş. Bu gölde yetişirmiş. Yemek yiyeceğimiz ek barakaya gidiyorum. İçerisi sıcacık, soba yanıyor. Güneş ışığı bir taraftan, soba bir taraftan içerisi fırın gibi olmuş. Mont kazak ne varsa çıkarıyorum. Tişört yetiyor. Müzik de güzel, çoban salata da… E balık da nefismiş. Bir duble içmek farz oldu artık. Genelde gezilerde içki içmeyi çok tercih etmiyorum. Onun yerine fotoğraf çekmeyi tercih ediyorum. Ama burada saatlerce fotoğraf çekebileceğim bir şey de yok. Üstelik sarı balığı ilk defa yiyiyorum ve gerçekten çok beğeniyorum. Yanına rakı yakışır gerçekten. Haksızlık etmemek lazım bu sofraya… Hem kaz eti hüsranını da bertaraf ediyor bu sarı balık.
Yemeğimizi de yedik. Sıra geldi bu balıkların buzda nasıl avlandığını izlemeye. Bu da turistik gezinin olmazsa olmazı. İki balıkçı ve biz mirketler gölün ortasına doğru ilerliyoruz. Balık ağları çekiliyor ağa gelen balıklar objektifler tarafından itinayla yutuluyor.
Biraz ilerde, gölün ortasında tüten duman dikkatimi çekiyor. Oraya doğru yöneliyorum. Gölün ortasında semaveri ile gelene geçene çay ikram eden bir adam var. Adını sordum mu sormadım mı hatırlamıyorum şimdi ama ayaküstü sohbet ediyoruz çaycı arkadaşla. Nereden geldiğimizi soruyor, Ankara diyorum. “Çay ücretsiz, içebilirsiniz” diyor. “İçmeyeyim, teşekkür ederim” diyorum. Alnı açık ve geniş. Çerkez bir iki arkadaşım var, alınları açık ve geniş. “Çerkez misiniz?” diye soruyorum. Terekeme olduğunu söylüyor. Terekemeler Azerbaycan Türkleri’ndenmiş. “Ne kadar kalacaksınız?” diye soruyor. Tam o sırada biraz ötemizden bir jetsiki geçiyor. İçindekiler ciyak ciyak… “İki günlüğüne geldik” diyorum. “Yiyip içip, bağrış çağrış kızaklara binip, fotoğraflar çekip sonra döneceğiz, hep böyle olmuyor mu?” diyorum. Turistiz biz. O an utanıyorum kendimden. Bir şey demeden gülümseyerek uzaklara bakıyor. Oysa orada farklı yaşamlar, değişik kültürler ve insanlar var. Bizse bu kısacık iki, üç, bilemedin dört günde tarihi ve turistik yerleri gezip, o yörenin yemeklerinden yiyip içip çekip gidiyoruz. Kars’ı da gördük mü, gördük… Adını bile bilmediğim, Çıldır gölünün orta yerinde çay servisi yapan Terekeme, “burada” diyor “bir film çekildi, ben de o filmde oynadım”. “Hangi film?” diyorum. “İnat Hikayeleri” diyor. Az ötemizden bir atlı geçiyor. İşaret ediyor, “bak bu benim oğlan. O zamanlar daha küçüktü. Tuncel Kurtiz gelmişti filmin çekimleri için. Çekim boyunca bizde kaldı. Belediye Başkanı ona otelde oda ayarlamıştı ama o hiç otelde kalmadı, hep bizim evde kaldı. Akşam olup herkes yattığında bizim ufaklıklar doluşurlardı Tuncel Kurtiz’in yatağına, o da oynardı onlarla çok iyi adamdı” diye anlatıyor. “Öyle ya” diyorum, “otel altın kaplama da olsa insan sıcağının yerini tutmaz”. Tuncel Kurtiz özel bir insandı. İnsan sıcağını bilecek kadar özel… Bu kısacık sohbet, en güzel tadı, en keyifli anısı oluyor gezinin.
Hadi artık biz turistlerin dönüş zamanı. Ama gitmeden son bir kez bir de Tuncel Kurtiz’den dinleyelim bu dağların hikayesini;
04 Mart 2017 Cumartesi, 09:52 at 09:52
Off… son paragraf beni benden aldı … Hep gitmiyor muyuz, herşey geçmiyor mu?
Nasıl güzel bakıyorsun ve görüyorsun sen küçük kız …
sarılmak istedim şimdi sana, hemen şimdi…
04 Mart 2017 Cumartesi, 10:26 at 10:26
Bir cici kızın hoşluk olsun diye yaptığı çalışmalardan, bildiğin belgesel hikaye tadına gelmiş konu…şöyle bi bakiyim den bir solukta okur oldum belgeseli, alla alla bakalım nolcek bu işin sonu 🙂
05 Mart 2017 Pazar, 19:57 at 19:57
Harikasın Başakcık. Eline sağlık….
06 Mart 2017 Pazartesi, 19:43 at 19:43
Saygı ile.. Öncelikle Başak ÇETİN dostumuzu yürekten kutluyorum. Elbet bu beceri, bu açılım doldurma yöntemiyle olmuyor; kişinin özünden kaynaklanıyor. Kars Kâzım Karabekir Öğretmen Okulunda (Cılavuz) görevliydim. Sanırım sonbahardı. okulumuzun otobüsüyle Çldır ilçesine ve Gölüne gezi düzenledik. Yirmi altı yaşımdaydım. Önümüzdeki rampayı çıkarken görünürde ne köy ne kasaba vardı. Rampanın tepesine çıkınca bir de baktım ki Çıldır ayaklarımızın ucunda. Hemen kucaklayacağımız uzaklıkta da yüksek dağ sırası. Bu dağın arkası Rusya idi. İlçenin bir yanı yalçın dağ, bir yanı yüksek rampa. Doğrusu biraz ürkütücü bulmuştum, Yani sadece gök yüzünü görüeorsunuz; ufuksuz. Başak hanımın karda ıslanmaması konusuna gelince: soğuk nedeniyle zavallı kar erimeye fırsat bulamıyor ki; kupkuru kalıyor. Dikkat edilirse kutup ayıları buz gibi sudan çıktıktan sonra, karda kurulanırlar yani kar onların havlusu oluyor. Okulumuzun müdür başyardımcısı piyasa adamıydı. Öğrencilerimize bir gün de balık yedirmiştik. *matematikçi, bilim uzmanı*
27 Nisan 2017 Perşembe, 15:41 at 15:41
Buz tutmuş cam fotoğraflarına bayıldım:))