Biz insanlar…
Biz insanlar, birbirimiz hakkında ne biliyoruz?
* * *
(2) Kötü bir şey mi bu, yabancılık ve uzaklık? Bir ressam bizi kollarımız iki yana açık mı resmetmeliydi, ötekilere ulaşmak için gösterdiğimiz nafile çaba içinde çaresiz halde? Yoksa yaptığı resim, aynı zamanda bir koruyucu duvar da olan bu çifte engelin var olmasından duyduğumuz ferahlığın ifade bulduğu bir konumda mı göstermeliydi bizi? Birbirimizin karşısında yabancılığın sağladığı korumaya minnettar mı olmalıyız? Ve onun mümkün kıldığı özgürlüğe? İşaret edilen bedenin temsil ettiği çifte engel tarafından korunmadan karşı karşıya dursaydık ne olurdu? Aramızda bizi ayıran ve çarpıtan bir şey bulunmadan adeta birbirimizin içine dalsaydık?
* * *
(1)Sokak lambasının direğine yaslanmış duran sigaralı adamın bakışları benimle sokakta olanlar arasında gidip geliyordu. Dış görünümüm, bedenimin gururlu, hatta azametli duruşuna pek uymayan özgüvensiz kırılganlığımı kesinlikle ele vermezdi. Kendimi onun bakışlarının içine yerleştirdim, o bakışı kendi içimde kurdum; ve o bakışın içinden kendi aksimi çıkarttım. Şimdiye kadar hiç böyle görünmemiş, böyle bir izlenim bırakmamıştım, hayatımın hiç bir anında. Ne okulda, ne üniversitede, ne de işimde. Başkaları da aynı şeyi mi hisseder; Kendi dış görüntülerini tanıyamadıkları olur mu? Görüntülerinin onlara yamultulmuş, kaba saba bir sahne dekoru gibi geldiği olur mu? Başkalarının onları algılayışıyla kendi kendilerini algılamaları arasındaki uçurumu dehşetle fark ettikleri olur mu? İçeriden yaşanan yakınlıkla dışarıdan yaşananın, aynı şeye olan yakınlık diye nitelenemeyecek kadar birbirinden farklı olduğunu?
Bu bilinçliliğin başkaları ile aramıza soktuğu mesafe, dışımızın başkalarına kendi gözlerimize göründüğü gibi görünmediğini anladığımızda bir kez daha büyür. Evler, ağaçlar, yıldızlar gibi görmeyiz insanları. Onları, belli bir biçimde karşılaşma ve böylece kendi içimizin bir parçası yapma beklentisi ile görürüz. Hayal gücümüz onları kendi arzularımıza ve umutlarımıza uyacak biçimde kesip biçer, ama aynı zamanda kendi korkularımız ve önyargılarımız da o insanlarda doğrulanabilmelidir. Bir başkasının dış görünümündeki hatlara bile kendimizden emin olarak ve tarafsızca ulaşamayız. O yolda bakışlarımız, bizi özel ve biricik kılan bütün arzulara ve hayallere kayar, gözümüzü alır bunlar. Bir iç dünyanın dış dünyası bile hala iç dünyamızın bir parçasıdır, hele de bir yabancının iç dünyası hakkındaki düşüncelerimiz kesin ve dayanaklı olmaktan öylesine uzaktırlar ki, karşımızdakinden çok kendimizi ortaya koyarlar.
Lizbon’a Gece Treni / Pascal Mercier
11 Eylül 2012 Salı, 09:22 at 09:22
Başaakkk, fazla söze gerek yok. Buluşmak ne güzel!!!
11 Eylül 2012 Salı, 09:43 at 09:43
Başakcığım, bayıldım yazıya. Hepimizde varolanı ne de güzel yansıtmış..
11 Eylül 2012 Salı, 09:49 at 09:49
Basak’cim 2 gun once aldim desem kitabi. 🙂
11 Eylül 2012 Salı, 11:38 at 11:38
Yerinde tespitler..İlginç bir kitaba benziyor Başakçım; paylaşım için teşekkürler 🙂
11 Eylül 2012 Salı, 15:25 at 15:25
Teşkkürler Başakçım 🙂 🙂 🙂
11 Eylül 2012 Salı, 21:04 at 21:04
Ne güzel bir rastlantı mı demeli ya da ne küçük dünyamız var ve orada aynı kitapları okuyoruz mu bilemedim. Henüz yarısını okuduğum, ama beğenerek okuduğum bir kitap; tamamlamadan roman hakkında pek birşey söylemek zor.
Aslında dürüst, entellektüel, kalbi doğru yerde olan bir insanın kendi gerçeğini keşfetme, kendi gerçeğiyle yüzleşme çabası olarak, düşündürücü, etkileyici bir roman. Aktardığın alıntı da roman kahramanının baştaki sorusu ile uyumlu: Hayat yaşadığımız şey midir/yaşadığımızı düşündüğümüz şey midir? Ya da “Başkalarının bizim hakkımızda anlattığı hikayeler ve insanın kendisi hakkında anlattığı hikayeler: Hangisi gerçeğe daha yakındır?”
Birbirimiz hakkında bildiklerimizin de , kendimizle ilgili bildiklerimizin doğruluğu elbette hep tartışmalı. Ama kendi payıma hep bu kadar bilinmez, hep bu kadar öznel olmak zorunda olmadığını düşünüyorum. Bu sadece insanın kendisini ve diğer insanları bilmesi ile değil, hemen herşeyin bilgisi konusunda böyle. Dengeli bir bilinmezliğe ve kuşkuya yer ayırarak kendimizi ve başkalarını bilmek, tanımak bence mümkün. Ha, düş kırıklığı mı yaşıyoruz. Olur, hep olacaktır. A.Şinasi Hisar söylemiş: Sadakat beklemezsen, ihanet yoktur. Çıtayı doğru yere koymalı…
12 Eylül 2012 Çarşamba, 08:59 at 08:59
ben de kitabı okumak isterdim bizim de grubumuzda konuştuğumuz bir konuda yazılmış düşüncelerle karşılaşmak çok iyi geldi sağolasın başakçığım, biz de hafta sonu ölçüler, kendimize ve başkalarına koyduğumuz çıtalar beklentilerimiz ve karşılanmadığında yaşadıklarımızı paylaşmıştık ne ilginç
seni ve yutmoğrafı çok özlediğimi de farketmiş oldum böylece.
sevgiler, dostlukla kal, gülden
13 Eylül 2012 Perşembe, 10:16 at 10:16
Biz insanlar birbirimiz hakkında gördüğümüz kadarını, anladığımız kadarını, istediğimiz kadarını ve istendiği kadarını biliyoruz, açıkcası 2 bilinmeyenli bir denklemde x ve y ye güzel rakamlar koyarsak güzel görüşler alırız 🙂
13 Eylül 2012 Perşembe, 15:51 at 15:51
Edebiyatda sinemada diyer bütün sanatlarda herkez kendini anlatır bunu çeşitli karekterlerle ve mekanlarla yaparlar bunu çok ustaca yapınca sehirci kendini bu girdabin içinde bulur kimileri bunu fark eder işin hazzına varır kimileride ne mütiş romandı der mesele girdaba ayaklarını sokup ama girdaba kapılmamakdır.
cumartesi saat 1800 de afsad dönem açılışı var gelirsen görüşürüz . EROL.
23 Eylül 2012 Pazar, 22:47 at 22:47
Dur tahmin edeyim: bu adam bir bankada çalışıyor. Hem de guvenlik görevlisi olarak.