Bir de rüzgar esse…
. Halkım ben, parmakla sayılmayan Sesimde pırıl pırıl bir güç var Karanlıkta boy atmaya Sessizliği aşmaya yarayan Ölü, yiğit, gölge ve buz, ne varsa Tohuma dururlar yeniden Ve halk, toprağa gömülü Tohuma durur bir yerde Buğday nasıl filizini sürer de Çıkarsa toprağın üstüne Güzelim kırmızı elleriyle Sessizliği burgu gibi deler de
Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerle.
Pablo NERUDA / Buğdayın Türküsü
3 Kasımda, Çağdaş Sanatlar Merkezinde, avuç içi kadar bir aydınlık vardı...
“ Yunanistan’la sıklıkla yaşadığımız Ege sorunu 1982’nin ilk aylarında tırmandı, gerilime dönüştü. Yunanistan, “Ege’de karasularım 12 mildir” diyordu. Bu durum Ege kıyılarında yüzerken bile fazla açılmamayı gerektiriyordu.
Türkiye bunu tanımadığını göstermek için Piri Reis’i (*) Ege’nin uluslararası sularına gönderme kararı aldı. Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü’ne bağlı gemiye İzmir’den üç gazeteci bindik. Enstitü müdürü Prof. Erol İzdar geminin tek sorumlusuydu.
Bulutların güneşten renk mayalayıp dört bir yana saçtığı ılık bir mart akşamı Urla İskelesi’nden ayrıldık.
Prof. İzdar, bizim de gemici statüsünde olduğumuzu, bütün kurallara uymamız gerektiğini anlattı. Sınıfımız miçoydu.
Gemideki araştırmacılar, bilim insanları zaman zaman bize donanımı anlatıyorlardı. Bir anlamda deniz dibinin ve altının resmi çiziliyordu. Bizim derdimiz ise araştırmadan çok Yunan savaş gemilerinin taciz edip etmeyeceğiydi. Zaten bizden beklenen haber de buydu.
Deniz çok dalgalı ve fırtınalı olunca Gökçeada’ya sığınmıştık. Dalgalar geminin boyunu aşıyordu.
Gökçeada’dan ayrılıp İzmir’e dönerken hem içimiz kararmıştı, hem hava. Gökyüzü günlerce bulutlarla kaplı kaldı. Bir gün geminin ikinci kaptanı, “Hava biraz sonra açacak” dedi.
İnanmakta zorlandık. Gökyüzü kapkara bulutlarla kaplıydı. Soran gözlerle bakınca kaptan anlattı:
“Bakın gökyüzünün şu kısmında küçük de olsa bir açıklık var. Rüzgâr da esmeye başladı ya… O açıklık avuç içi kadar bile olsa rüzgâr oradan bulutları yırtar. Çok geçmez gökyüzü pırıl pırıl olur…”
Aynen öyle oldu.
Ne zaman Türkiyemizin geleceğine ilişkin bir karamsarlık belirse, tepemizde kara bulutlar dolaşmaya başlasa bu anım aklıma gelir.
Avuç içi kadar da olsa bir aydınlık…
Bir de rüzgâr esse!..”
Mustafa Balbay / Piri Reis’le Ege’de / Cumhuriyet Gazetesi / 24 Ekim 2011
(*) http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/292854/Piri_Reis__8217_le_Ege__8217_de…__.html
05 Kasım 2014 Çarşamba, 00:21 at 00:21
Bir adam ki, öyle bir doktor ki;
Ölümünden 24 yıl sonra hala insanlar onu özlemle, sevgiyle anıyor, anma gününe koşuyor. Her ne kadar eserlerini yok etmeye çalışmışlarsa da öğretisi yok olmuyor… 24 yıldır fotoğrafı arkamda duruyor… O Nusret Fişek…Keşke onunla daha fazla birlikte olabilseydik…
Böyle bir doktorun çocukları nasıl olur?
O adamın ağırlığı altında ezilir, kaybolup gider mi? Yoksa onun değerlerine uygun şekilde dolu dolu, faydalı, anlamlı bir hayat mı yaşarlar? Onlardan biri işçi sağlığının babası, hocamız, Gürhan Fişek. Başımızdan, yanımızdan eksik olmasın…
Bu anlamlı gün Gürhan Fişek, Arzu Çerkezoğlu, Mustafa Balbay ve diğer konukların konuşmalarıyla, sergilerle, konserle daha da anlamlı oldu. Gerçekten orada aydınlık vardı… Bir de rüzgar esse…
05 Kasım 2014 Çarşamba, 08:14 at 08:14
Katılamadığım için çok üzgünüm.
Nusret Hocanın 100. doğum gününe yaraşır bir etkinlik başarıldığı için çok mutlu oldum.
Sevgiler
05 Kasım 2014 Çarşamba, 11:02 at 11:02
Esen rüzgarı hissettik, ellerinize sağlık… Duygulandık, çoştuk, gözlerimiz doldu, Yıldız İbrahimova ile neşelendik…
10 Kasım 2014 Pazartesi, 20:03 at 20:03
Sevgili Başak, blogunu çok beğendim. Özellikle de seyahat ettiğin yerler çok özel senin gibi
Sevgiler Alev
10 Kasım 2014 Pazartesi, 21:09 at 21:09
Esen rüzgarı bende hissetmeyi çok ısterdım ama ne yazık ki çok istediğim halde katılamadım hemde vakıfta olmama ragmen. Gerçekten inanamıyorum kendıme. Ama olsun yine de vakfın bır üyesi olduğum ve sizleri tanıdığım için çok mutluyum. Neden mi? Hala böyle özel insanlar var diye.