Yutmi

Bir Barış Dinletisi’nin daha ardından…

Kasım 15 2005

12 Kasım Cumartesi. Yine bir hafta sonu. Ankara’ da geçen; ama diğerlerinden farklı ve özel bir hafta sonu… Sabah işyerime uğrayıp kısaca, geçen haftaya baktıktan sonra, parmak çocuğu ziyarete gittim. Hani geçen sene ocak ayında, sabırsızlanıp zamanını beklemeden hepimizi yerimizden zıplatıp gelen o parmak çocuğu. Ama artık parmak çocuk demek doğru olmaz. Büyüdü çünkü Sarp bebek, büyüdü de milleti kendi parmağında oynatmaya başladı bile.

Öğlen saatlerinde ise bir kitap söyleşim vardı. Doğan Cüceloğlu’ nun ‘’Mış Gibi Yaşamlar’’ ını tartıştık iki arkadaşımla. ‘’Mış Gibi Yaşamlar’’ ın yaşamımıza girmiş örnekleri üzerinde konuştuk. Bir kez daha irdeledik amaç, bilgi, beceri, eylem ve sorumluluklarımızı. Bir kez daha ‘mış gibi’ ‘lerin altını çizdik sohbetimizin sonunda.

Akşam ‘’Mış Gibi Yaşamamış’’ bir insanın, bir Halk Sağlığı Önderinin, Nusret Fişek’ in anısına düzenlenecek konsere gidecektim. 15. Yılında yine sevenleri ile buluşacaktı Nusret Fişek. Ama ‘’Mış Gibi’’ değil, yürekten sevenleriyle. Halk Sağlığına, topluma ve insana, onun öğretileri ve felsefesinin bilinciyle bakan sevenleriyle buluşacaktı. ‘’Bize emanet edilen insan hayatıdır. Bu emaneti korurken, insanca yaşanmayan hayatı, fizik ve psikolojik zorluklar altında sürünerek yaşanan hayatı ‘’Hayat’’ saymanın olanaksız olduğunu hatırda tutmamız gerekir’’ diyerek ‘’mış gibi hekimliğe” karşı olduğunu her defasında belirten Nusret Fişek’ i bir kez daha sevgi ve saygıyla anıyorum.

Nusret Fişek konserleri birkaç senedir Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Galerisinde düzenleniyor.Bende böylece, konserden bir iki saat önce gelerek, galerideki sergileri gezme olanağı buluyorum. Bir sefer ‘’Şizofreni Hastaları ve Yakınları Dayanışma Derneği’’ tarafından düzenlenmiş bir sergisi vardı. Salonun yarısındaki eserler hasta ve hasta yakınlarına, diğer yarısındakiler de ‘’Hikmet Ç.’’ Atölyesi öğrencilerinin derneğe bağışladığı resimlerden oluşuyordu.

Çeşitli fotoğraf, resim ve heykellerin yanı sıra yap-boz, takı ve elişleri de yer alıyordu sergide. Çok etkilendiğimi söylemek isterim. Özellikle de bir resimden… Resmin içinden yükselen çığlık, dikkatli bakmayan birinin dayanamayacağı kadar derinlerden geliyordu… Dernek gönüllüsü olduğunu düşündüğüm kişilere resmi yapan kişiyi sordum. Şimdilerde aşama kaydettiğini ve durumunun daha iyi olduğunu söylediler. Yazı ve Şiir de yazıyormuş. Derneğin çıkardığı ‘’Bilinç Altından Notlar’’ adlı dergilerden 2 tane aldım, bir de ‘’sesler, yüzler, öyküler’’ adlı bir kitabı… Sergiyi beraber gezdiğim arkadaşlarımdan biri de oradaki elişlerinden satın aldı. Konser başlamadan aşağı indik. Bu konserde küçük bir dostum da benimleydi. Sevgili Deniz, henüz 11 yaşında olmasına rağmen sanatı bir çok ‘’mış gibi’’ izleyenlere inat, hiçbir tiyatro gösterisini kaçırmaz. Bu ise benimle geldiği ilk konser. Konserde Halina Andrzejewska piyanosu eşliğinde Saprano Sezgi Elhüseyni’yi dinliyoruz. Çok hoş bir konser. Halina Andrzejewska Polanyalı bir hanım. 60’lı ve belki de 70’li yaşlarda, ama zarafet abidesi bir hanım. Yaptığı müzik kadar zarif duruşu ile de sanırım benim gibi herkesi etkiledi. Sezgi Elhüseyni’ nin sesi, kulaklardan yüreğe doğru usul usul akan bir nehri andırıyordu. Küçük Deniz de bu güzel konseri baştan sona ilgiyle izledi. Vesile olanların, çalanların, organize edenlerin hepsinin ellerine, dillerine, yüreklerine sağlık diyorum.

Çok yoğun ve yorucu bir hafta geçirdiğim için, Pazar gününün çoğunu yatakta okuyarak geçirdim. Elimde yine bir Cüceloğlu kitabı ‘’Savaşcı’’ var. Doğan Cüceloğlu’ nun yazdıklarını düşündüğümde aslında hiç de benim bildiklerimin dışında şeyler olmadığını görüyorum. Ancak kullandığı üslup, verdiği örnekler, olayları ve olguları ifade ediş şekli beni etkiliyor. Yalın ve anlaşılır bir dili var ve anlatmak istediği şeyler için seçtiği örnekler de oldukça iyi. Bir de benim saatlerce konuşup anlatmaya çalışacağım bir konuyu birkaç cümlede ifade edişi var ki, işte beni esas etkileyen yönü de bu.

Akşam üzerine doğru heyecan başladı. Beş senelik ayrılıktan sonra tekrar kavuştuğum çok özel bir insanın babasıyla 5 sene sonra tekrar karşılaşacak olmanın heyecanı sardı birden. Zaika’ya gittiğimde henüz Affan dede gelmemişti. Zaika yemekleri hazırlarken kapı çalındı, Affan dede kapıdaydı. Her zamanki gibi sıcacık duruyor karşımda. Biraz daha pamuk pamuk olmuştu o kadar… Sarılıp öpüştük. “Nasıl olacak şimdi?” dedi. Ben ise sözcükler tarafından terk edilip, dilsizliğe mahkum edilmiş bir gönül hırsızı gibi hissediyordum kendimi. Hiçbir sözcük yanıma yanaşamıyor, özür bile anlamını yitirip sönükleşiyordu.

Hep birlikte sofraya geçtik. Bir taraftan yemeklerimizi yerken, bir taraftan sohbet ediyorduk. Zaika fonda hafif bir müzik yerleştirmişti. Affan dede ‘’yahu ne bu, yok mu şöyle bir Latin müziği filan’’ dedi. Bunun üzerine Zaika ‘’ o zaman “Buena Vista” yı koyayım’’ sen seversin diyerek VCD çalara bir VCD yerleştirdi.

Joe Cooder adında bir Amerikalı ve oğlu, 1940’lı yıllarda müzik yapan, Küba’ lı bir grup olan Buena Vista’ yı biraraya getirmek üzere Küba’ ya gider. Grubun tüm üyelerini bir bir bulur ve onlarla çalışmalara başlar. Grubun üyelerinin de her birinin tanıtıldığı bu filmin sonunda Joe Cooder grubu 1998’de Amerika’ya götürür ve grup Amerika’da muhteşem bir konser verir. İşte bu konserin ve bu grubun bir araya gelişinin hikayesiydi izlediğimiz. Filmin sonunda, bütün Amerika Küba’ yı ayakta alkışlarken, grubun üyeleri, gözlerindeki o muhteşem pırıltı görülesi, yüzleri öpülesi bir şekilde seyirciyi selamlıyorlardı. Yüzlerindeki ifadeleri anlatmak için grubun her bir üyesine özel kitap yazmak gerekir.

‘’Mış Gibi’’ olmayan dostlarla, “mış gibi” olmayan duygu ve coşkularla dolu bir hafta sonu daha bitti…

Sağlıcakla kalın.

Yorum Yazın