Arizona Rüyası
Yine bir pazar sabahı, şehirden uzaklaşmanın mutluluğu içindeyiz. Aracımız Kızılcahamam’ı geçip Süleler köyü tabelası doğrultusunda ilerliyor. Arabanın camından görünen manzara muhteşem! Ağaçlar sararmaya hatta kızarmaya başlamış. Yutmi sevinç çığlıkları atıyor. Sonbaharın renklerini yutmaya bayılıyor. Tadı neye benziyor diye soruyorum, meyhane pilavına benzediğini söylüyor… 🙂 Hakikaten sizce sonbaharın tadı neye benziyor? Bir dostum baklaya benzetti. Baklayı da sonbaharı da sevmezmiş 🙂
Sonbahar, renkleri ile benim de gönlümde taht kurmuş vaziyette. Hele akşamüzeri güneşin çektiği son cila, insanın aklını başından almaya yeter de artar bile. Doğada olmak gibisi yok. Şehre ait her şeyden uzak olmak…
3-5 Katlı binalarıyla köy olmaktan çıkmış Süleler köyünü geçip, stabilize bir yola sapıyoruz. O sarı ile harmanlanmış yemyeşil ormanlar, geride kalıyor. Bitki örtüsü gittikçe azalıyor ve sonunda çorak arazinin ortasında aracımız duruyor. Hepimiz çok şaşkınız çünkü artık o güzel manzara yok. Bizi minibüsten inerken Tatanka Iyotake karşılıyor. Hepimize ayran ikram ediyor. Hava o kadar sıcak ve etraf o kadar kurak ki, hepimiz bize sunulan buz gibi ayranları kana kana içiyoruz. Daha sonra elini havaya kaldırıp, kendisini takip etmemizi söylüyor.
Hepimiz peşi sıra yürüyoruz. Ama bu sefer yürüdüğümüz yerler eski rotalara benzemiyor. Her yer çorak. Etrafta bodur çalılardan başka bir şey yok. Sıcak bir taraftan, susuzluk bir taraftan… Etraf kuru otlar ve dikenlerle dolu… Karşımıza çıkan kuru ağaçlarda gördüğümüz garip insan yüzleri Yutmi’nin çok ilgisini çekiyor. Durur mu, hemen yutuveriyor. Bu Yutmi nerde ecinni var hiç kaçırmıyor.
O halinden pek memnun. Gökyüzü ve bulutlar çorak araziye pek yakışıyor. Bizimki de sarı, mavi ve beyazın buluşmasına bayılıyor. Etrafımızı sevdalı bulutlar sarmış…
Son tepeye vardığımızda küçük bir kulübe görüyoruz. Bu kulübe Tatanka Iyotake’nin eviymiş. Bizi evine davet ediyor ve dağ çileği ikram ediyor. Dağ çilekleri öyle lezzetli ki avuç avuç yiyiyoruz. Evden çıktığımızda birden gökyüzü dönmeye, yer ayağımızın altından kaymaya başlıyor, bayılmışız…
Gözlerimizi açtığımızda kendimizi bir ormanda buluyoruz. Koca koca çamların olduğu bir orman burası. Serinlik bizi kendimize getiriyor. Derin bir nefes alıp, çam kokusunu içimize çekiyoruz. Tatanka az ilerideki böğürtlenleri işaret ediyor, hepimiz deli gibi böğürtlenlere saldırıyoruz, acıkmışız. Sanki günlerdir aç susuz, yollardayız. Fakat hepimiz hala çok şaşkınız. Bu şaşkın halimiz Tatanka’yı çok eğlendiriyor; ağız dolusu bir kahkaha atıp, “nasıl, Arizona’yı beğendiniz mi?” diyor…
15 Eylül 2013 Pazar, 23:46 at 23:46
Tadına doyumolmaz bir ezo gelin çorba ya da çikolatalı pasta tadındaki bu güzel Arizona rüyasını tekrar görebilmeyi umuyorum..Başak’cım süper karelerinle bizlere bu güzel geziyi tekrar yaşattın..Teşekkürler, sevgiler…
16 Eylül 2013 Pazartesi, 10:18 at 10:18
Yutmi nasıl bayılmaz, ben de bayılırdım! Bence sonbaharın tadı nohutlu yoğurtlu çorbaya benziyor, bayılırım da kendisine! Teşekkürler ve sevgiler Yutmi…
16 Eylül 2013 Pazartesi, 11:14 at 11:14
çok güzel :))))
16 Eylül 2013 Pazartesi, 11:50 at 11:50
Muhteşem, fevkalade, müthiş..Bu arada Zehra hn. hatırlatmış..Yazmadan geçemem Erzurum un aş otu (tarhun) la yapılan o tadına doyumolmaz, insanın içini sımsıcacık yapan Ayran Çorbası nı nasıl unuturum..:)
16 Eylül 2013 Pazartesi, 14:48 at 14:48
bende üç tane aynı beste’nin (Goran) CD’si olan ve sayısını unuttuğum kez dinlediğim şarkı….
16 Eylül 2013 Pazartesi, 15:06 at 15:06
Herkes böyle yaparsa AVM ler batar valla… böyle çöl/ bayır dolaş nereye kadar?
Tatanka İyotake’yi ne zaman göreceğiz Başak’cığım?
16 Eylül 2013 Pazartesi, 15:32 at 15:32
Keşkeeee !! 🙂
Tatanka İyotake’yi ne zaman göreceğiniz konusunda şimdilik bir şey diyemiyorum ama belki bu yazıyı ve sizin yorumunuzu okur, belli mi olur 🙂
16 Eylül 2013 Pazartesi, 17:28 at 17:28
Arizona… pek hoş, bu şarkıya bayılırım. Teşekkürler hayaller dünyasına…
16 Eylül 2013 Pazartesi, 17:31 at 17:31
Bu ne leziz yazı böyle Başak’cım, tadına doyamadım 🙂 Güzel bir yemek gibi, sürprizleri ve küçük sırları da var.
Bir not: “Arizona Rüyası” 28 Eylül’de Vişnelik, Çim Anfide görülecekmiş.
18 Eylül 2013 Çarşamba, 00:00 at 00:00
Vişnelik Çim Amfi’de buluşmak üzere diyelim o zaman Başak’cım 🙂 😀
18 Eylül 2013 Çarşamba, 00:06 at 00:06
Söz vermiyeyim ama gelmeye çalışacağım 🙂
19 Eylül 2013 Perşembe, 08:31 at 08:31
Ben sonbaharı naneli limonataya benzetiyorum. Sonbahar da tıpkı naneli liomanta gibi taze, serinletici gelir bana. Güneş vardır ama yakmaz, bunaltmaz; ayrıca sonbaharın ışığı da harikadır. Sonabahar Ankara’ya çok yakışır. Limonataya da sonbahara da bayılırım. =)
19 Eylül 2013 Perşembe, 09:27 at 09:27
Sonbahar, Pazar öğleden sonralarına benziyor bence; hala haftasonu belki, ama Pazartesi kokusu geliyor hafif hafif.
20 Eylül 2013 Cuma, 09:59 at 09:59
Teşekkürler Başak 🙂 gk
20 Eylül 2013 Cuma, 11:03 at 11:03
Mevsimler!..
Hangisi güzel acaba?
Sonbahar: Sarı ve kırmızının tonları yeşili yenmeye çalışırken bu mevsimi izlemeye doyum olabilir mi?
Kış: Ya kış? Ya kış? Tüm kiri, çirkinliği örten beyazlık. Hele bir de güneş o sıcacık yüzünü gösteriyorsa doyum olmaz kışa… Hele dağ başında bir ahşap kulübede şöminenin karşısında uzanmak… Öffff ki ne öf!..
İlkbahar: Hani şarkı ne diyor? “Ben her bahar aşık olurum!..” Olmamak elde mi? Herşey genç, taze… Bir renk cümbüşüdür bahar dans etmekte….
Yaz: Ya yaz… Ya yaz?.. İçime bir rehavet mi çöktü ne? Tembelliklerin hasını yaşatan o sıcaklık…
Eeeee… Gel de seç şimdi birini…;-)))))