Kaldığı yerden devam etmek…
Bazen güzel bir rüyanın içinde yaşadığım mutluluk, bir çalar saatin veya zamansız çalan bir telefonun beni gerçek dünyaya döndürmesi ile bölünür. Öyle her zaman da nasip olmaz böyle rüyaların içine düşmek… Gözlerimi sımsıkı kapar, son gördüğüm sahneyi gözümde canlandırmaya çalışırım. Ama olmaz, bir türlü rüyaya kaldığım yerden devam edemem… Uyku hali sona ermiş, yeni bir gün başlamıştır artık. Beni uyandırana –artık o her ne ise- biraz küskün, rüyanın yaşattığı o kısacık mutluluğu parfüm niyetine sürüp, o günü yaşamak üzere düşerim yollara…
Yolda da zordur bazen kaldığı yerden devam etmesi insanın. Yol her zaman aynı yol olmayabilir… İki yanı güzel ağaçlarla kaplı, yanından akan deresi ile seni mest eden bir yol, birden bir tepenin eteklerinde ya da bir uçurumun kenarında son bulabilir. Ve o tepeyi tırmanmak, ya da o köprüden geçmek, o güzel ağaçlı patikada yürümek kadar kolay ve zevkli olmayabilir. Hele bir de yola birlikte çıktığın yol arkadaşın seni oracıkta tek başına bırakıverirse… Yine de kızmamak, gönül koymamak gerek belki de… Öyle ya sen yola devam etmek istiyorsun diye başkaları da isteyecek diye bir kural yok. Ne demiş şair “sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı?” Bence burada önemli olan, biri kalıyor diğeri gidiyorken nasıl ayrılıyor oldukları. Eğer sevgiyle kucaklayıp birbirlerini ve birinin neden gidiyor, diğerinin neden kalıyor olduğunu anlayarak el sallıyorlarsa arkalarına dönüp dönüp, demem o ki uğurluyorlarsa, yolculuyorlarsa sevgiyle ve dostlukla… O zaman mümkündür işte, bir gün tekrar yollar kesiştiğinde o ilişkiye kaldığı yerden devam edebilmek… Yoksa acı çekmek kaçınılmazdır artık.
“İnsanlar kendi acılarını yaşayamadıklarında, bu acıyı başkalarında yaşama ihtiyacı duyarlar. Bunu yapabilmek için başkalarını aşağılar, onlara zarar verirler ve bu zayıflıklarını inkar ederler. İnkar da kurban durumunda olanı suçlu, suçlu olanı ise kurban durumuna getiren kısır döngünün başlangıcıdır. “
Arno Gruen
Bu Gruen de ilginç birine benziyor 🙂 Şu ara bir kitabı var elimde ilginizi çekerse bir de kitap tanıtımı sıkıştırmış olayım araya 🙂
“…Toplumumuzdaki gerçekten zayıf kişiler, acı çekenler değil, acı çekmekten korkanlardır. Toplumla uzlaşmayı başarıyla gerçekleştirmiş olanlar, asıl zayıflardır. Bu yüzden binlerce yıldır duyarlılığın zayıflık olduğunu iddia ederek propagandalarını bu biçimde yürütüyorlar. Deforme olmuş bir gerçeğin, yani güç ve iktidar ideolojisinin asıl taşıyıcılarıdır.”
Bir de kitaba kaldığı yerden devam etme hali var. Bazen bir kitabı elime alınca bitene kadar bırakmak istemem. Bazen de sayfalar bitmek bilmez… Eğer okuduğum kitaba ara vermek zorunda kalmışsam ve kaldığım yerden devam edebiliyorsam, unutmamışsam okuduklarımı veya sıkılmıyorsam tekrar başlamaktan, o kitabın sonu gelir. Aksi taktirde yarım kalmış kitaplardan biri olarak kütüphanemdeki yerini almaya mahkumdur…
Bu iş hoşuma gitti. Yani kaldığın yerden devam edilecek konular bulmak 🙂 Örneğin yemek. Bir yemeğe kaldığın yerden devam etmek… Yediğin şey sıcak bir şeyse araya zaman girdiğinde soğuyacaktır. Yani tekrar ısıtmadan asla yiyemezsin 🙂 Oysa soğuk bir meze, meyve veyahut tatlı öyle olmaz, kaldığın yerden devam edebilirsin. Ama bazı yemeklerin hem sıcak hem soğuk hali güzel olur. Ya da yemeği kiminle birlikte yediğine bağlı olarak soğumuş olmasının hiçbir önemi kalmayabilir. Kaldığın yerden yemeye devam edebilirisin.
Şaraba kaldığın yerden devam etmek de ağız tadı ister. Ağzının tadı kaçmışsa içtiğin sirkeden beter olur mesela.
Aklımın keçileri bölümünde yazmak ne güzel oluyormuş. Yazı BİTTİİİİ !!! 🙂
İsterseniz siz devam edin. Ben maç izlemeye gidiyorum. Belki döndüğümde kaldığım yerden devam ederiz 🙂
25 Şubat 2014 Salı, 11:36 at 11:36
uyandığımız tatlı rüyadan parfüm düşüncesi ve güne öyle devam etme düşüncesi o kadar iyi geldi ki uyandırana ve yolun değişen hallerine inat günün içinde neşeli, umutlu yürümek gerekiyor galiba.
25 Şubat 2014 Salı, 12:05 at 12:05
Başakcım, Arno Gruen’den yaptığın ilk alıntı ne kadar gerçek maalesef.
25 Şubat 2014 Salı, 12:39 at 12:39
Çok doğru bir tespit olmuş, çok şükür ilkokul, lise, üniversite, askerlik arkadaşlarımla yıllarca ara vererek görüşmeme rağmen bulduğum şekil, bıraktığımla aynı oluyor 🙂 Ben, uzlaşmanın zayıflıktan ziyade kişisel bir güç olduğunu düşünüyorum, uzlaşma adına yapılan fedakarlıklar ancak güçlü ve dolayısıyla olgun insanların becerebileceği bir davranıştır.
25 Şubat 2014 Salı, 13:04 at 13:04
Uzlaşma konusu sakız gibi olabilir, yani insan nereye çekerse… 🙂
Hatta uzlaşma sözcüğü başlı başına bir yazı/tartışma konusu.
Ben bu noktada niyete ve yazarın/kişinin ne demek istediğine bakmaya çalışıyorum daha çok.
25 Şubat 2014 Salı, 13:15 at 13:15
teşekkürler Başak, pek gözeldi…..gök 🙂
25 Şubat 2014 Salı, 13:32 at 13:32
Başakcığım, içeceklerden, sadece konyak’a kaldığın yerden devam edebilirsin, tıpkı dostluk gibi. Atmosfer koşullarında asla bozulmazlar.Bu yüzden dostlara ve konyağa çok özen göstermek gerek diye düşünüyorum.
Maç harikaydı…
Teşekkürler, sevgiler.
25 Şubat 2014 Salı, 14:15 at 14:15
Konyağın da alkolü uçmaz mı peki?
25 Şubat 2014 Salı, 14:18 at 14:18
Bu sayfayı tartarsak sanıyorum yazılanlardan çok daha ağır gelir yazarın anlam dünyası. İyi ama zaten yazar da o yüzden yazmıyor mudur? Sanmıyorum, en azından bu yazar için geçerli olmayabilir bu…
25 Şubat 2014 Salı, 15:24 at 15:24
Marx gol atacak diye çok heyecanlanmıştım, gene olmadı gene olmadı 🙂
25 Şubat 2014 Salı, 15:24 at 15:24
Mesela bu maç devam edebilir kaldığı yerden, bitmezzz 🙂
25 Şubat 2014 Salı, 15:28 at 15:28
:)))))))
25 Şubat 2014 Salı, 16:21 at 16:21
Sevgiyle bitirebilmek, ayrilabilmek, vedalaşırken ve tekrar karşilaştığında kucaklayabilmek…..
Başak’cim yine bam teline dokundun 🙂
Sevgiler
26 Şubat 2014 Çarşamba, 10:03 at 10:03
Merhaba Başak Hanım;
Gezginimsiniz, yazarımsınız, bilgemsiniz. Bu böyle ve gerçek.
Sağlık ve dostluk diler , sevgi ve saygılar sunarım.
26 Şubat 2014 Çarşamba, 11:14 at 11:14
“…Toplumumuzdaki gerçekten zayıf kişiler, acı çekenler değil, acı çekmekten korkanlardır. Toplumla uzlaşmayı başarıyla gerçekleştirmiş olanlar, asıl zayıflardır. Bu yüzden binlerce yıldır duyarlılığın zayıflık olduğunu iddia ederek propagandalarını bu biçimde yürütüyorlar. Deforme olmuş bir gerçeğin, yani güç ve iktidar ideolojisinin asıl taşıyıcılarıdır.”
Şimdi soru şu:
Kendimize uyduğu zaman söylemler doğru oluyor da neden uymadığında karşı çıkıyoruz?
Doğru nedir?
Kime ve neye göre?
Bugün yanlış olan şey yarın doğru olmuyor mu hiç?
Örneğin, bugün terörist yarın saygın bir devlet adamı olmadı mı hiç? Atatürk, Mandela, Lenin, Mao, v.b….
Galileo, Darwin, Kopernik ve daha bilim adamları önce sapkın olarak adlandırılmadılar mı?
İşte esas burada keçiler gündeme geliyor…;-)))
Bu nedenle hunimizi en yakışıklı bir şekilde kafamıza oturtup dağların zirvelerine koşmak tek çözüm gibi görünüyor bana…
En içten meeee’lerimle kucaklıyorum…
26 Şubat 2014 Çarşamba, 12:47 at 12:47
Kaldığımız yerden devam ettiğimizi sanarken yeni bir başlangıç yapıyor da olabiliriz… Aynı kalmamakla ilgi bir şey diye düşündüm…sevgiler…