Ben görevimi yaptım
İki hafta önce annemlerle birlikte “Okuyucu” (reader) adlı filmi ikinci kez izledim. Bana “kötülüğün sıradanlığı” (*) filmini hatırlattı. Her iki filmi de öneririm. Her iki filmde de Nazi Almanya’sında toplama kamplarında görev yapmış iki insandan söz ediyor. Biri üst düzey bir Nazi subayı, diğeri ise okuma yazma bilmeyen ve çok utandığı için bunu saklayan bir kadın görevli… Her iki SS görevlisi de mahkemeye çıkarılıyor ve her ikisi de mahkemede şu cümleyi kuruyor “Ben yalnızca bana verilen görevi yerine getirdim”… Ben artık bu cümleyi sık sık düşünüyorum. Her iki filmde de üzerinde durulacak başka yönler de olmasına rağmen -örneğin filozof Hanna Arent’ın “yargılanması gerekenin sistem olması” düşüncesi gibi (*)- ben, “görevimi yaptım” meselesine takıldım.
“BEN SADECE BANA VERİLEN GÖREVİ YAPTIM”. Aynen Hitler Almanya’sında ya da 12 Eylül işkencehanelerinde olduğu gibi bugünde sadece görevini yapan insanlar yok mu? Ya Şili’deki, Arjantin’deki askeri darbelerde ya da Gezi olaylarında görevini yapan insanlar…??? Yöneticilerinin aldığı yanlış kararları uygulayanlar, insanlığa, doğaya ve ülkelerine zarar verecek kararları, yalnızca kendilerine verilen bir görev olarak addedip düşünmeden, sorgulamadan hatta daha da beteri aksini yaptığı yada uygulamadığı taktirde menfaatinden olacağı için yapan insanlar yok mu? Kimi zaman, aslında yapacağı işin pek de doğru (etik/ahlaki/adil) olmadığını bilmesine rağmen, işin sonunda elde edeceklerini düşündüğünde, kendini o işin doğruluğuna inandırmak için bir sürü gerekçe uyduran insanlar yok mu? Ve bu gerekçelerden biri “Ben sadece bana verilen görevi yaptım” olabilir mi?
Peki biz??? Ya bugün, bir şekilde doğruluğu konusunda kendimizi kandırdığımız bir konu, bir gün gelip de karşımıza çıkıverir ve tıpkı nazi subayı Adolf Eichmann gibi insanlık önünde yargılanırsak? Hadi o kadar büyütmeyelim de ya kendi vicdanımızla başbaşa kalıverirsek mesela… Ya da çocuğumuz veya torunumuz yaptığımız işler tarih önünde yargılanırken bize neden diye soruverirse??? Kendimizi kandırdığımız gibi onları da kandırmak zorunda kalırsak…??? Acaba bir gün “ben sadece işimi yapım” cümlesi ile kendimizi savunmak zorunda kalacağımız işlerin altına imza atıyor muyuz? Peki bunu şimdiden bilebilir miyiz? Yani yapıp ettiklerimizin ileride doğuracağı zararı… Bence büyük bir olasılıkla bilebiliriz. Tabii yapıp ettiklerimizin bilincindeysek. Yaptığımız işleri sorguluyorsak, o işler hakkında yeterince bilgiye sahipsek… Birilerine gebe kalmıyorsak örneğin ya da kişisel çıkarlarımız için kendimizi kandırmıyorsak… Yaptıklarımıza muhalif olanları ön yargı ile değil de sağduyu ile dinleyebiliyorsak…
Yine bence; tüm bunlar insan aklının dürüst bir biçimde kullanılmasını gerektirir. Evet burada “dürüst” sözcüğü bence çok önemli çünkü insanoğlu çok kandırıkçı olabiliyor. Kendiniiii çevresindekileri pek güzel kandırabilen insanlar var. Hele ki bir de söz konusu olan kendi düzeni, kendi çıkarları ise insanoğlundan daha kandırıkçı bir canlı yok 🙂 Çıkar deyince insanın aklına hep maddi şeyler gelir… Oysa bunlar yalnızca paraya dayalı şeyler olmayabilir.
Peki ya siz? Siz hiç kendiniz kandırdınız mı? Peki kendinizi kandırırken bir kişiye mi, bir kaç kişiye mi yoksa bir topluma mı zarar verdiniz? İnandığım bir şey var ki; sormadan, sorgulamadan, gözlemlemeden, düşünüp usa vurmadan, yalnızca kendi çıkarlarını ön plandan tutarak yaşayan insanlar, mutlaka ve mutlaka başka birilerine zarar veriyorlardır. Ve bazen, yalnızca birilerinin sadece kendilerine verilen görevi yerine getirmesidir bunca zarara neden olan…
Tabii ki tüm bunlar benim düşüncelerim, size uymuyorsa atın çöpe gitsin !! 🙂
(*) Film, Hannah Arendt’in “kötülüğün sıradanlığı” adlı kitabından uyarlanmış. Arendt, ünlü bir Alman filozofu ve siyaset bilimcisi. Yahudi soykırımının mimarı olarak sunulan Adolf Eichmann’ın sadist bir canavardan ziyade, normal, hatta korkutucu derecede normal bir insan olduğuna dikkat çeken Arendt, özellikle düşünme ve muhakeme yetisinin kaybolmasıyla birlikte kötülüğün nasıl sıradanlaştığını vurguluyor. Eichmann duruşmasından yola çıkarak, insanlık tarihinin dönüm noktalarından birini ve bu dönemde yaşanan toptan ahlaki çöküşü gözler önüne seriyor. Filmin yönetmeni; Margarethe von Trotta, Arendt’i canlandıran da Barbara Sukowa. Yazdığı bu makale ile -ki sonradan kitap haline geliyor- en yakın arkadaşları dahil tüm Yahudileri karşısına alan Arendt’in dile getirdikleri gerçekten çok önemli.
16 Eylül 2014 Salı, 00:34 at 00:34
Sen de görevini yapmışsın… :)))
Güzel bir yazı idi…
16 Eylül 2014 Salı, 10:18 at 10:18
Çok düşündürücü… “Ben görevimi yaptım”… İşte, Arendt’ in tespitiyle kötülüğün sıradanlaşması bu şekilde sağlanıyor, bu kitap ve filmlerden etkilenmemizin ve üzerinde düşünmemizi sağlayan da bu… Okuduğum bir yazıda Arendt’i o zaman yahudiler anlayabilseydi, bugünlerde yaptıklarını yapmazlardı, diyordu. Derinden acılarla bunu yaşamış bir halk anlayamıyorsa, vay bizim halimize… Bizim tabirimizle “memur zihniyeti”, nasıl anlatmalı, nasıl vazgeçirmeli bu davranışlardan, çok zor görünüyor… “Kimsenin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya” … Gündeme getirdiğin için teşekkürler:-)
16 Eylül 2014 Salı, 10:51 at 10:51
Katkınız ve paylaşımınız için esas ben teşekkür ederim Necla Hanım.
16 Eylül 2014 Salı, 17:23 at 17:23
“Acaba yaptıklarımız ne ölçüde düşünme biçemimizi değiştiriyor, yaptıklarım ne ölçüde düşünme biçemimi değiştiriyor acaba, hepsinden önemlisi, acaba yaptıklarım ne ölçüde insanları düşünme biçemlerini değiştirmeye ikna ediyor.”
Ludwig Wittgenstein
16 Eylül 2014 Salı, 21:59 at 21:59
‘Görevimi yaptım” dediğimiz anda ne halt ettiğimizi biliyoruzdur.Gerisi, vicdanla muhasebe…
17 Eylül 2014 Çarşamba, 14:42 at 14:42
reader filmi insan davranışlarına milyonlarca soru getiren bir film. hangisini yapardınız diye sorulan sorunun pek çok cevabı olabilir. yorum da çok zor ve sıkıntılı….
sadece film her yönü ile çok güzel ve akılda kalıcı…
teşekkürler başak’cık….
24 Eylül 2014 Çarşamba, 09:21 at 09:21
Bu deney videosunu seyrettikten sonra, tam da denk geldi, akşam bir kanalda 2. Dünya savaşı ile ilgili bir belgesel vardı. Almanların nasıl da Hitler’in emirlerini yerine getirdiklerini, soykırımı nasıl büyük bir görev bilerek gerçekleştirdiklerini anlatıyordu. Bu “otoriteye boyun eğme” konusu gerçekten ilginç. “Bir kamu kurumunda” çalıştığım için, burada da örneklerini yaşıyorum. Otoriteye boyun eğen, “amirlerinin” verdiği görevi sorgulamadan birebir uygulayan ve doğru bildiğinden şaşmayarak işini yapan arasındaki farkı yıllardır gözlüyorum.