Yutmi

AGUSTOSTA ANKARA’DA ANKARA GAR’I

Ağustos 03 2010

Dün Lunapark’dan çıkışımız gece on biri bulmuştu. Superman nasıl vakit geçirdi bilmiyorum ama ben zamanın nasıl geçtiğini hiç anlamamışım. Hep bu fotoğraf makinesi yüzünden… Aslında fotoğraf makinesi gerçekte bir yutma makinesi. İnsanı yutuyor, zamanı yutuyor, renkleri, görüntüleri yutuyor.  Ne acayip değil mi?

Evet dün gece saat on bir olmuştu ama benim makinenin karnı hala doymamıştı. Sanırım Caner’in bana verdiği yeni karttan dolayı… Benimki 4 GB’dan sonra 16 GB’ı görünce nereye saldıracağını şaşırdı tabii. Doyur, doyurabilirsen 🙂 Gençlik parkından çıktık, tutturdu tren garına gidelim diye. Zor ikna ettim ertesi güne gitmeye. Bugün de sabahtan beri tren garı da tren garı diye başımın etini yedi… Neyse gittik tabii eski adı ile Direksiyon Binası olarak bilinen Ankara Gar’ına…

Trenlerin bana hissettirdiği duygular çok farklı. Nasıl tarif edeceğimi bilemiyorum. Anneanne gibi, dede gibi, biraz romantik, biraz çocuksu biraz hüzünlü… Biraz kırmızı, biraz yeşil, altın sarısı ve kahve rengi… Tatlılardan şekeri yerinde, üzeri hafif kızarmış ve cevizle süslenmiş tel kadayıf… Yok yok şu eskinin metal kaselerindeki sup gibi… Köfte, patates kızartması, çoban salatası ve bira 🙂 Evet bunun gibi bir şey trenler benim için. Eskişehir, Atatürk Orman Çiftliği ve Dayım… Trende yolculuk, uçak, otobüs ve arabadan çok farklıdır nedense hep. Duygusu vardır sanki trenin. Hani çok görmüş geçirmiş büyükler vardır. Onların bir ağırlığı, anlattıklarında dinlemeye doyulmaz hikayeleri vardır hani… İşte öyle bir şey trenler benim için. Daha nasıl anlatsam bilmiyorum ki…

Bugün tren garına farklı bir şey için gitmiştim. Yolculuğa çıkmıyordum, kimseyi karşılamıyor, kimseyi de yolculamıyordum. Aslında oraya giden ben değildim. Ben yutmoğraf makinesi tarafından oraya götürülmüştüm. Birlikte garı dolaşmaya başladık. Biraz hayal kırıklığına uğramıştım. Daha çok detay bekliyordum sanırım. Ama daha önce gezmediğimi utanarak farkettiğim “Ankara Atatürk Konutu”nu görünce keyfim yerine geldi. Burası Atatürk’ün kaldığı evdi ve müze haline getirilmişti. 1856 yılından günümüze, demiryolları ile ilgili belgeler, hatıra madalyaları, o dönemde kullanılan makaslar, ray örnekleri, yemekli ve yataklı vagonlarda kullanılmış olan gümüş servis takımları gibi eşyalar sergilenmekteydi. Burada yutmoğrafıma güzel bir ziyafet çektim. Bu arada birbirimizi yeni yeni tanıdığımız için sıkça itişip tepiştik tabii… Yok ışık az, yok mesafe dar, flaş isterim, ISO’yu arttır. Bir görseniz halimizi… Bağırış çağırış, ortalık yıkılıyor. Allahtan ki müze görevlisinin kulakları duymuyor, yoksa bizi dışarı atması an meselesi. Müze fotoğraflarından yutulanları aşağıda görebilirsiniz…

 

   

Müzeden sonra biraz da garın içinden bir iki poz yedikten sonra gar güvenlik görevlisi kolunu yukarı kaldırmış, parmağı ile bizi işaret ederek “yassak kardeşim burada fotoğraf çekmek yassak” diyerek bize doğru geliyordu. Yutmoğrafım korktu tabii. Hemen penceresinin perdelerini kapattı. “Ne oldu? Bir şey mi var, neden fotoğraf çekmek yasak?” dedim güvenlik görevlisine. “Emir böyle. Ama isterseniz Gar Müdürü ile görüşün” dedi. Ben de önce gar müdürü ile arkasından da izin almak için TCDD Halkla İlişkiler ve Basın Yayın Müdürlüğünü -zaten çekmiş olduğum fotoğraflara- izin almak için ziyaret ettim. Beni şefkatle karşıladılar ve fotoğraf çekmeme izin verdiler. Ben de tüm bu çabalar boşa gitmesin diye birkaç kare daha yutturdum yutmoğrafıma 🙂

İşte Gar gezim de bundan ibaret. Şimdi birazcık da topladığım bilgilerden kusmuklar sunayım sonra da bu bölümü bitireyim.

Türk Demiryolu Tarihi, 1856 yılında başlıyor. İlk demiryolu hattı olan 130 km’lik İzmir – Aydın hattına ilk kazma bir İngiliz şirketine verilen imtiyazla bu yılda vurulmuş.

Hariciye Sefi Op. Doktor M. Necdet Bey’in 30 Ağustos 1930’da demiryolunun Sivas’a ulasması nedeniyle yapılan törendeki konuşması hoşuma gitti, onu da yazıya eklemek istedim.

Gözümüz aydın. İşte tren geldi. Demiryolu Cumhuriyetin çelik koludur. Artık Sivas hiçbir yere uzak değildir. Şimdi Ankara bize bir günlük yoldur. Bu demirleri toprağın pasını silmek için bu yerlere döşedik. Sarı başaklı ekinleri altına çevirmek için ucuca ekledik. Ankara-Sivas arasını on günden bir güne indiren işte bu demirlerdir. Kurak tarlalarla, kıraç ovalara bolluk ve zenginlik getiren işte bu demirlerdir.”

 

Bunlar da taze bilgiler; karayolu yolcu taşıma payı % 96, demiryolu yolcu taşıma payı ise yalnızca % 2’dir. Demiryollarının, mevcut altyapı ve işletme koşullarının iyileştirilmemesi ve yeni koridorlar açılamaması nedeniyle yolcu taşımacılığındaki payı son 50 yılda % 38 oranında gerilemiştir. “Atam izindeyiz”. Atatürk’ün cevabı “ne zaman izinden dönüp çalışmaya başlayacaksınız?”… Az kalsın unutuyordum; bu da güzelim tren garının bugünkü hali…

“AGUSTOSTA ANKARA’DA ANKARA GAR’I” için 2 Yorum

  1. Metin YILDIRAN Diyor ki:

    Çocukluğu, Karabük-Zonguldak arasındaki buharlı trenlerde geçmiş, o lokomotiflerin çuf, çuf diyen sihirli sesindeki harmoniye her zaman hayranlık duymuş, her tren görüşünde, gözünü gönlü ile ona çeviren bir insan olarak, yazınızı ilgi ile okudum.
    Yazınızda, demiryollarına ve trenlere olan sevgiyi, takdir ile gözlemledim.
    Ancak,Kurtuluş Savaşımızda, “İşbu dakikadan itibaren bütün millet fedakar şimendifercilerimizi Allah’tan sonra kahraman ordumuzun yegâne muin-i zaferi olarak görmektedir” sözünü söyleten, büyük demiryolcu ve demiryollarımızın millileştirilmesinin en önemli adamı Behiç Erkin (Şerefine Behiçbey istasyonu ismi verilen kahraman)’i anmadan bu yazı eksik olurdu…
    İzninizle ben tamamlayayım bu eksiği:)
    Elinize sağlık…

  2. basak Diyor ki:

    Yutmoğraf’a konuk olmuşsunuz 🙂 Ne hoş… Ziyaretiniz ve hediyeniz için ikimiz de size teşekkür ediyoruz. Böyle katkılar çok değerli…

Yorum Yazın