BALİ .II.BÖLÜM ( Tulamben ve Pirinç Tarlaları )
Sanur’dan Tulamben’e varışımız yaklaşık 3-3,5 saati buldu. Önce kalacağımız otele, “Mimpi Resort” a gittik. Buradaki odalar kendi içinde küçük bahçesi ve havuzu olan, çok sevimli odalardı. Banyonun tavanı yoktu, yani gökyüzüne nazır duş alıyordunuz. Oda arkadaşım Esra ile bavullarımızı odaya yerleştirdikten sonra diğerleri ile buluşmak üzere restoran kısmına geçtik. Dalışa gidecekler son hazırlıklarını tamamladıktan sonra araçlara doluştular. Sanur’dan Tulamben’e üç minibüs türü araçla gelmiştik. Araçlardan biri boşa çıkınca Boğaç, o aracı biz karacılara tahsis etti. Bu aracın şoförü olan ve daha sonra da tüm gezi boyunca bizimle olacak olan GUDI ile saat 14.00’da buluşmak üzere sözleşip, biz de biraz dinlenmeye çekildik.
Diğer dalmayan arkadaşlar tüm gün dinlenmeyi tercih ettiğinden, biz Fahrettin’le gezecektik. Bugünkü programımız Lempuyang Tapınağına gitmek ve yoldaki pirinç tarlalarında durup, fotoğraf çekmekti.
Gudi tam zamanında bizi almaya geldi. Yalnız bir sorun vardı. Kendisi yeterince İngilizce bilmiyordu. Kelimeler bazında anlaşabiliyorduk. Yine de tarzanca da olsa Lempuyang tapınağına gitmek istediğimizi, yolda pirinç tarlarının fotoğrafını çekmek istediğimizi kendisine anlattık. O da bize Lempuyang tapınağı için 1,5 saat yol gitmemiz gerektiğini ve tapınağa ulaşabilmek için de 2 saate yakın yürüyerek tırmanmamız gerektiğini söyleyince benim rengim attı. Yürümeye yürürdüm de, biz oraya vardığımızda hava kararmış olurdu. Gudi benim bozulduğumu görünce bize Besakih tapınağına gitmeyi önerdi. Haritadan bakınca o daha uzun bir yolmuş gibi görünüyordu ama Gudi yolun 1,5-2 saat süreceğini ve orada öyle uzun bir yürüme yolu olmadığını söyleyince kabul ettim. İşin güzel tarafı Besakih Tapınağı, Bali’nin en büyük tapınağı idi.
Gerçekten de buraya varışımız 2 saati buldu. Yolda pirinç tarlalarında durup fotoğraf çektim. Balili’ler prinç tarlasına “çarik” diyorlar. Pirinç tarlaları gerçekten görülmesi gereken yerler. Nasıl anlatılır bilmiyorum. Kat kat gelen ve inanılmaz estetik bir görüntü sergileyen eğrisel teraslardan oluşuyorlar. Daha önce fotoğraflarını görmüştüm ama yerinde görmek bambaşka bir his yaratıyor insanda o da bir gerçek.
Bali’nin yolları dar ve tek geliş gidişli yollardan oluşuyor. O nedenle her istediğiniz yerde durup fotoğraf çekmek öyle kolay değil. Ama sağolsun sevgili Gudi bize gereken her türlü kolaylığı sağlıyor. Bu arada Gudi’nin tanıdığım ilk ve en sevimli Bali’li olduğunu da söylemeliyim.
Yutmoğrafım mı? Wallahi hiç sesi çıkmıyor. Gık bile demiyor, ben ne verirsem onu yutuyor. Sanırım şokta 🙂 Yutmoğrafımı çok sewiyorum. 🙂
Yol boyunca bir sürü tapınak gördük. Bu tapınaklar daha çok tek katlı konut büyüklüğünde ve kapalı yapılar değillerdi. Neredeyse ev aşırı tapınak görmek mümkündü. Hatta o da yetmiyordu, insanlar, evlerinin bahçelerinde de bu tapınakların küçük taştan yapılmış modellerini bulunduruyorlardı. Balili’lerin seremonileri çok. Her gün, evlerinin veya işyerlerinin önündeki bu küçük tapınaklara bir törenle çiçekler, meyveler vb. şeyler sunuyorlar. Bu konuya daha sonra tekrar dönebilirim şimdi Beshakih Tapınağına geri dönelim.
Besakih’ye az kalmıştı ki yolda, tüm gördüğümüz o ufak tefek tapınaklardan daha büyük bir tapınağa rastladık. Gudi’den durmasını rica ederek, tapınağın yanına gittik. Bu tapınağı gezerken de bir Hindu din adamının, tapınaktaki bir bölüme yiyecek sunma seremonisine tanık olduk. Bu arada tapınaktaki diğer Balili din adamları (ya da öyle olduklarını sandık) yarın büyük bir seremoni olduğunu, onun için hazırlandıklarını söylediler. Seremoniler sırasında kullandıkları renkli pirinç süslemeleri ve tapınağı fotoğrafladıktan sonra sonra tekrar yola koyulduk.
Besakih Tapınağına vardığımızda bize rehber ve sarong kiralattılar. Burası Bali’de ilk kazıklandığımız yerdi sanırım. Zira tapınağa vardığımızda rehberin aslında doğru düzgün bir şey anlatmadığını, buraları kendi başımıza da gezebileceğimizi anlayacaktık. Neyse, biz bize verilen sarong’ları belimize sardıktan sonra (bu iş mecburi) tapınağa doğru yürümeye başladık. Biraz yokuş çıkmamız gerekiyordu. Bu esnada etrafımızı motosikletliler sardı. Bir dolara bizi yukarı çıkartmayı teklif ediyorlardı. Fahrettin adamlardan çok korktuğu için kendini kaldırımdan toprak alana attı 🙂 Ben motor istemediğimizi söyledim ve yanımızda rehber olduğu halde yukarı doğru yürümeye devam ettik.
Tapınağa vardığımızda onca yola değdiğini anlamıştık. Kademe kademe yükselen tapınağın sağında solunda, değişik kademelerinde, değişik tanrılara ait bölümler vardı.
Bali’de din ağırlıklı olarak Hinduizm. Balili’lerin neredeyse %80’i Hindu. Tek tanrıları olduğunu söylüyorlar ama alt tanrılardan da söz ediyorlar. Mesela Brahma, Winsu bir de Siva adında bir tanrıları varmış. Hinduizm ile ilgili detaylı bilgi edinmek isteyen bu linki tıklayabilir 🙂 http://tr.wikipedia.org/wiki/Hinduizm
Tapınaktan ayrıldığımızda artık hava kararmaya başlamıştı. Fahrettin yol boyunca garip sesler çıkartıp, şarkılar söyleyerek Gudi’yi fena halde güldürdü. Ne yalan söyleyeyim şarkıların bir kısmına ben de katıldım. O küçük minibüsün içinde, Bali yollarında bağıra çağıra şarkı söyledik. Gudi ne şarkılardan, ne de Fahrettin’in çıkardığı garip seslerden bir şey anlamıyor, yalnızca arada bir kendi adını seçebiliyor olmalıydı. Sanırım Gudi daha çok sinirleri bozulduğu için gülüyordu. Zira onca yol ve yorucu bir günün ardından, Fahrettin’in söylediklerini anladığım halde benim de durumum Gudi’den farklı değildi. Ben de durmadan gülüyordum. Ama Gudi’nin bu gece Fahrettin kabusu göreceğinden emindim.
Otele varınca derhal bir duş alıp, yemeğe geçtik. Bazılarımız yemeği otelde bazılarımız dışarıda yedi. Biz otelde yiyenlerdendik. Deniz ürünlü pilav ve Mimpi Fish Steak oldukça lezzetliydi. Yemekler, Bağaçhan’ın dediği gibi oldukça uygun fiyatlıydı. Ne yersen ye, 10-15 TL’nin üzerine çıkmıyordu. Ne içtiğimi hatırlamıyorum ama yemek oldukça güzeldi.
Günün yorgunluğu iyice çökmüştü. Biraz deniz kenarında uzanıp, palmiyeler arasından çıkan ayı izledikten sonra ben yatmaya gittim. Yarın için enerji toplamalıydım.
MIMPI RESORT’dan kareler;
24 Kasım 2010 Çarşamba, 14:10 at 14:10
Komodo’ya giderken Sanur’da bir gecelik konaklamamız olmuştu ve buraya mutlaka kültür gezisine gelmeliyim demiştim. Tapınakları yalnızca araç penceresinden, uzak bir mesafeden görebilmiştim. Yine de büyüleyici… okudukça kendime ” Evet gitmeliyim ve o tapınakları yakından görmeliyim” diyorum. Teşekkürler Başak paylaştığın anılar için :))
24 Kasım 2010 Çarşamba, 18:01 at 18:01
🙂 Tapınaklar kadar doğası ve sanatı da muhteşem bir memleket. Bence didik didik edilesi bir yer 🙂
25 Kasım 2010 Perşembe, 11:15 at 11:15
okurken tekrar o günleri yaşıyorum eline gözüne sağlık başakcım:) devamı için lütfen çok bekletme 🙂
26 Kasım 2010 Cuma, 13:14 at 13:14
Keyifle okudum, paylaştığınız için teşekkür ederim.
27 Kasım 2010 Cumartesi, 06:33 at 06:33
efendim evet korktum hatta daha feci ama yazamıyorum,yanımdaki başak hanımefendi de “çantanı koru kendini koru” gibi beni tamamen gaza getirici lafları ekleyınce kendi kendime”galiba bu adamlar benden hoşlandı “diye düşünmedim değil.
27 Kasım 2010 Cumartesi, 06:39 at 06:39
DÜZELTME
o garip sesler rahmetlı çetin alp in opera şarkısı idi.yanlış anlaşılabilir.tuti mucizede olabilir
27 Kasım 2010 Cumartesi, 21:51 at 21:51
Kendimi seviyorum……… Diyeceksinizki niye?
Grubun neredeyse yarısının yutmograflarını ve housinglerini ben getirdimde ondan 🙂 Ellerine sağlık Başak Hocam, yazılarda çok güzel fotolarda 🙂
Bu arada çok megolaman oluyorum galiba :))
27 Kasım 2010 Cumartesi, 22:06 at 22:06
Selçuk’cum sen ne kadar övünsen az… Gerçekten burada olup bitenlerin en baş müsebbibi sensin 🙂 Esas ben sana teşekkür ederim.