Eğerli Yaylaları
Dün akşam yatağa yattığımda ertesi günkü yürüyüşe gidip gitmemek konusunda hala netleşememiştim. Geçen hafta Işık Dağı yürüyüşünde fena halde şifayı kapmıştım ve hala izlerini üzerimden atamamıştım. Genelde yapmam beklenen yatıp dinlenmemdi… Yatmadan önce sabaha doping olacak ne varsa aldım. Bilumum vitamin, ilaç, ballı zencefil… Sabah kalktığımda her ne kadar hala solunum yollarım tam açılmamışsa da kendimi iyi hissediyordum. Evet yürüyüşe gidiyordum… Ayça da, Gökhan da bana yürüyüşün iyi geleceğini, dağ havasının beni daha çabuk iyi edeceğini söylediler. Ayrıca Doruk’cuğumu da daha ikinci yürüyüşünde tek başına bırakmak istemiyordum. Belli mi olur, taş düşebülüüüür, ayı çıkabülüüür… Üstelik hava durumu da mükemmel… Daha kaç sefer böyle havaya rastlayabiliriz ki?
Uzatmayalım, bunca lafın sözün üstüne, sabah 7:40 ta, Eğerli Yaylaları’na gitmek üzere, Ayça ile beraber Milli Kütüphane’nin önündeydik. Yoldan milleti toplaya toplaya gidiyorduk. Tıpkı dalış yolculuklarında, cuma akşamları, yola çıkıldığında olduğu gibi, yollarda doğa yürüyüşüne gidecek başka gruplardan insanları kolayca seçmek mümkündü. Hatta Armada’da bizim dalış kulübünden Adnan Bey’le de karşılaştık 🙂 O da başka bir yürüyüş grubu ile gidiyormuş. Bu arada bizim grubumuz STRABON. Lideri de Gökhan Koçak.
Yürüyüş yerine varmadan verilen çay-çorba molasında çorbamı içip, gerekli vitamin takviyesini de yaptıktan sonra, bir adet Sudafed içmeyi de ihmal etmedim. Bu beni çok güldürdü, çünkü onca yıllık dalış hayatım boyunca bir kere bile Sudafed içmemiş ben, doğa yürüyüşünde Sudafed içiyordum 🙂
Alören Köyü, yürüyüşümüzün başlangıç noktasıydı. Titrek kavakların olduğu bölgeye geldiğimizde doğa tamamen sarıya boyanmıştı. Muhteşem bir görüntüydü bu. Sonbaharı iliklerimize kadar hissettiriyordu. Sonbaharın bir hüznü olur değil mi? Bu bölgedeki sarı o kadar yoğun, o kadar kararlıydı ki, burada hüzünden ziyade bir yenilenme hissediyordu insan. “Sonbahar şehirde daha mı hüzünlü ki acaba?” diye düşünmeden edemedim. Kumrular Sokak’ta mesela ya da Kara Kuvvetleri’nin arkasındaki lojmanların olduğu bölgede sonbaharın hüznünü görmüşümdür hep. Oysa burada hissettiğim hüzün değildi kesinlikle. Belki güneştendir, kim bilir…
Titrek kavakların olduğu bölgeden ayrılmayı hiç kimse istemiyordu. Ama daha çok yolumuz vardı ve kim bilir bizi ne sürprizler bekliyordu. Sürpriz sever misiniz? Ben bayılıyım 🙂 Doğanın süprizi hiç bitmez. Belki onun için doğaya bu kadar tutkunum… Titrek kavaklardan uzaklaşmış, tırmanmaya başlamıştık. Tırmanışın sonunda vardığımız tepede küçük bir mola verdik. Karşıda, Işık Dağı’nın güney etaplarını görüyorduk. Aşağıda yayla evleri görünüyordu tek tük. Yürüyüşe devam ederken çok komik bir şey fark ettim. Tırmandığımız tepenin bir tarafı sarı, diğer tarafı yeşildi. Evet evet, şimdi de yeşil çamların arasında yürüyorduk. Alören Yaylası da geçen haftaki yağışların etkisiyle yeşermişti. Doğa rengini değiştirdi, yeşile döndü 🙂
Alören Yaylasını geçip, yeşille sarının birleştiği bir söğütlükte, yemek molası verdik. Güneş o kadar cömertti ki hepimizi bu son demlerinde mest etmeyi başardı. Kimse buradan ayrılmak istemiyordu. Yutmoğrafım bu gezide biraz şaşkın, biraz mahzundu. Gördüğü manzaralar karşısında büyüleniyor ama ya güneşin yönünden, ya da geniş açıda daha çok acemi olduğundan istediği kareleri yutamıyordu. Oysa ne de kocaman açıyordu ağzını. “Başak, bana tele objektif alamaz mıyız?” diye soruşunu duymalıydınız. Şaşkına dönmüştü gördükleri karşısında. Bir şeyler yapmak istiyordu ama nasıl yapacağını bilemiyordu. Ne yazık ki ben de ona çok yardımcı olamadım bu sefer. Makrodan hoşlanıyordu yutmoğrafım biliyorum. Bu sefer ona göre pek bir şey bulamıştık yolda. Ama şikayet etmedi hiç. Dedim ya, pek mahzundu benim kuduruk bu sefer 🙂 Ama ona söz, ilk fırsatta ona bir panoramik yutturucam 🙂
İkimiz de şaşkın şakın dönüş yolunda yürürken, birden volkanik oluşumların bulunduğu bölgeye geldiğimizi söyledi Gökhan. Galatya Masifi deniyormuş bunlara. Galatya Masifi, bir jeolojik oluşum. Peri bacalarını andırır görüntüler vardı tepelerde. İlgiyle izleyerek bir taraftan da yokuş aşağı yürümeye devam ettik. Yolun sonundaki çeşmede aracımız bizi bekliyordu. Bir pazar yürüyüşünün daha sonuna gelmiştik. Çeşme başında biraz soluklandık ve Galatasaray – Fenerbahçe maçına yetişebilmek ümidiyle :), Ankara’ya doğru yola koyulduk.
Bir sonraki yürüyüşte görüşmek üzere… Eğer bir engel çıkmazsa bir sonraki yürüşümüz Yedi Göller’e 🙂 Bekleriz efendim…
Not: Yutmoğrafımın da gönlünü almalıyım. Bir kaç fotoğraf seçti. Bunları koyacakmışım bu sefer. Niyeyse kendi yok oldu ortalıktan 🙂
25 Ekim 2010 Pazartesi, 08:39 at 08:39
selam başak
sonbaharın bu son sıcak günlerini gerçekten iyi değerlendirmek lazım, belki haftaya bunu bulamayacağız derken kasım ve karlı günler başlayacak. gerçi doğa yürüyüşlerinde karlı günlerinde iyi olduğunu söylüyorlar, ben hiç denemedim. bende canla bu günü değerlendirdik ve abanta kadar uzandık motorlarımızla fakat aklımız bu doğa yürüyüşlerinde kalıyor ve seninle bunu hiç yapmadık eminimki çok keyifli olacaktır. geçen senelere kadar hemen hemen her pazar yürüyorduk dağlarda, keneden sonra biraz soğumuştuk ve hep aklımızda dağlar var. 29 ekim civarlarında haberleşelim ve beraber gitmeye çalışalım.görüşmek üzere esen kal.
25 Ekim 2010 Pazartesi, 09:13 at 09:13
Ben de sizinle birlikte bir doğa yürüyüşü yapmak istiyorum gerçekten… 29 Ekim’de dalışa gidiyorum ama sonrası için mutlaka konuşalım. Can’a selam 🙂