Peki ya siz? Geç kalanlardan mı, yoksa kalamayanlardan mısınız?
“…..
O asla geç gidenlerden biri olamayacaktır. Bunun için önce aldırmaktan vazgeçmesi gerekir. Aldırmıyormuş gibi yapmakla olmaz, gerçekten aldırmamak gerekir. Geç kalmaktan korkmamak ancak böyle mümkün olabilir.
Dünya ikiye ayrılır: geç kalanlar ve erken davrananlar.
Geç kalmaktan korkmayanlar dünyanın hakimidir. Onlar ilişkilerin ağır tarafı, davulların tokmağı, halayların başıdır. Sahneye en son çıkarlar. Baş köşeye oturup erken gelenleri şöyle bir süzer, sonra da salına salına yürüyüp giderler. Endişeleri yoktur.”
Bana özel gelen tüm iletileri okumak ve yanıtlamak gibi bir huya sahip olduğumdan, zaman ayırıp okuyamadıklarımı da sonra okunmak üzere saklar, unutmayayım diye de “gelen” kutusundan kaldırmam. Bir haftadır hızlı bir ev dışı trafiği ve e-posta trafiği arasında okunmak için bekleyen içerikli uzun yazılardan bir kaçı gözüme ilişti. Hazır nezleci beni eve hapsetmişken okuyamadıklarımı okumaya başladım. Beş gün gecikmeli okuduğum bu iletiyi Necla Hanım göndermiş. Eee ne de olsa beni tanıyor 🙂 Bana özel seçilmiş bir makale olduğu okudukça daha da netleşiyor 🙂 Makalenin yazarı yine Meltem Gürle… Yutmoğraf’ım bir Meltem Gürle koleksiyonuna başladı anlaşılan.:)
Peki ya siz? Geç kalanlardan mı, yoksa kalamayanlardan mısınız?
GEÇ KALMAK / MELTEM GÜRLE /15:05 27 Kasım 2011
Bazen gecenin bir saatinde uyanıp yatakta doğruluyorum. İçimde garip bir his oluyor. Sanki çok önemli bir şey olmuş da, kaçırmışım gibi. Belli bir saate uyanmam gerekiyormuş da, uyanamamışım gibi. Çocukluğumda geceyarısı yolculuğa çıkan, gitmeden önce beni uyandıracağına dair söz verip sonra da kıyamadığı için uykudayken öpüp giden babamı hatırlatıyor bu bana. Ya da Muhammed Ali maçlarını seyretmek için sabaha karşı ayağa dikilenlerin sesleriyle uyanıp yataktan fırlayışımı ve bütün eğlenceyi kaçırdığımı farkettiğimde ağlayarak yastığa kapanışımı.
Gecenin bir yerinde uyanıyorum ve anlıyorum ki hayatım boyunca hep geç kalmaktan korkmuşum.
Bütün hayatımı bu endişe üzerinden yaşıyorum. Nereye gidecek olursam olayım evden saatler öncesinden çıkmam, yollardan koşarak geçmem, her türlü buluşmayerine erken varmam hep bundan. Ne kadar istesem de geç kalamıyorum.
Bazen utanıyorum bundan. Aklıma kokteyllere, partilere, çok kişinin katılacağı toplantılara makul bir şekilde geç gidilmesini öngören o saçma kural geliyor. Bunun bana ilk kez anlatıldığı günü kızararak hatırlıyorum. Yine geç kalacağım korkusuyla, kendimi yarım saat öncesinden bir parti evinin kapısında bulduğumda, patavatsız biri güzelce bir ayar vermişti.
O partinin (daha nice partilerin) kasvetli anısı üzerime yapışmış duruyor. Bunu düşününce, Dostoyevski’ninYeraltından Notlar’ından bir sahne geliyor aklıma.Yeraltı Adamı’nın arkadaşlarıyla buluşmaya geç gidebilmek için çılgınca uğraştığı, ama yine herkesten önce gidip diğerlerini beklemek zorunda kaldığı sahne bu.
Acıklı bir sahne aslında.Yeraltı Adamı seneler sonra uzun süredir görmediği okul arkadaşlarıyla buluşacaktır. Onların yanında kendini kenarda köşede kalmış, başkalarının ilgisine mazhar olamamış, anlaşılmamış biri gibi hissetmektedir. Beğenilme arzusu ile kibir birbirine karışmış, onu bu buluşmayı en ince ayrıntısına kadar planlamaya itmiştir. Hesaplarına göre salona herkesten sonra girecek, aldırışsız tavırlarıyla diğerlerinin beğenisini kazanacak ve onlara kim olduğunu sonunda gösterecektir.
Oysa olaylar hiç de böyle gelişmez. Gerçi Yeraltı Adamı bu buluşmayı büyük bir heyecanla beklemesine rağmen, kendini tutar ve salona planladığı gibi biraz geç gitmeyi başarır.Ancak bilmediği bir şey vardır. Planlar değişmiş, arkadaşları bir saat sonra buluşmaya karar vermiştir. Kimse tenezzül edip de onu aramayı düşünmediği için, bizimki yine erkenden gitmiş bir koltukta bekliyor bulur kendini. Bunun üzerine bütün dengesi bozulur, ardı ardına içkiler yuvarlayıp sarhoş olur ve geceyi hiç de ummadığı gibi tamamlamak zorunda kalır.
Ne kadar ince ince hesaplamış olsa da, arkadaşlarına hak ettikleri dersi verememiş, onlar üzerinde istediği etkiyi yaratamamıştır.
Yeraltı Adamı’nın çabası boşunadır aslında. O asla geç gidenlerden biri olamayacaktır. Bunun için önce aldırmaktan vazgeçmesi gerekir. Aldırmıyormuş gibi yapmakla olmaz, gerçekten aldırmamak gerekir. Geç kalmaktan korkmamak ancak böyle mümkün olabilir.
Dünya ikiye ayrılır: geç kalanlar ve erken davrananlar.
Geç kalmaktan korkmayanlar dünyanın hakimidir. Onlar ilişkilerin ağır tarafı, davulların tokmağı, halayların başıdır. Sahneye en son çıkarlar. Baş köşeye oturup erken gelenleri şöyle bir süzer, sonra da salına salına yürüyüp giderler. Endişeleri yoktur. Aslına bakarsanız, kollarında saatleri bile yoktur. Etraflarını saran tatlı bir zamansızlıkta yaşarlar.
Biz erken davrananlar ise dehşetle izleriz onları. Yaptıkları akılalır gibi değildir. Biz ki, geceleri uykumuzdan uyanıp acaba şimdi neye geç kaldık diye düşünürüz. Not defterleri alıp yapacaklarımızı yazarız bir bir. Sabahları zamanında kalkabilmek için saat kurarız. Sonra ona güvenemeyip ikincisi de kurarız. Telefona hatırlatma mesajı kaydeder, arada bir kontrol ederiz. Bizi tanımak hiç zor değildir. Geç kalma korkusuyla adımlarımızı sıklaştırır, gerekmese bile koşar adım yürürüz her zaman.
Ne var ki, hayat yine de uçar elimizden. Trenler kaçar, uçaklar kalkar, otobüsler geçip gider. Çocuklar büyür, mevsimler değişir, sevdiklerimiz ölür. Onların ardından bakakalırız. Hani birlikte sahile inip taş toplayacaktık? Lunaparka gidecektik bir gün? Hani hasta arkadaşımızı son bir kez ziyaret edecektik? Olmadı. Yetişemedik.
Oysa biz böyle olsun istemezdik.
Yazarın diğer seçilmiş makalelerinden okumak isteyenler için;
21 Aralık 2011 Çarşamba, 17:01 at 17:01
Ben bu geç kalanlardan hep nefret etmişimdir ve bu dünyayı terkedene kadar da nefret etmeye devam edeceğim…
İnsan saygın ve saygılı olmalıdır!..
Bunun en önemli göstergelerinden biri de dakikliktir…
Ama yazar haklı, maalesef o rezillerin borusu ötüyor bu dünyada!..
Ekonomi ve çıkarlar önde gittiği sürece bu böyle olacaktır…
Ama bu böyle gelmiş böyle GİT-MEZ!..
Kızdım yine ;-))))
21 Aralık 2011 Çarşamba, 17:25 at 17:25
Rüştü Abi,
Yüzünüz gözümün önüne geldi birden bire… 🙂
Heyecanınız meşale olmuş yanıyor gözlerinizin içinde 🙂
Bir de Aziz Nesin’in böyle gelmiş böyle gitmeyecek şiiri geldi aklıma 🙂
Annemin anısına yazıyorum
Bütün anneler, annelerin en güzeli,
Sen, en güzellerin güzeli.
Onüçünde evlendin,
Onbeşinde beni doğurdun,
Yirmialtı yaşındaydın,
Yaşamadan öldün.
Sevgi taşan bu yüreği sana borçluyum.
Bir resmin bile yok bende,
Fotoğraf çektirmek günahtı.
Ne sinema seyrettin, ne tiyatro.
Elektrik, havagazı, su, soba,
Ve karyola bile yoktu evinde.
Denize giremedin,
Okuma yazma bilmedin.
Güzel gözlerin,
Kara peçenin arkasından baktı dünyaya.
Yirmialtı yaşındayken
Yaşamadan öldün…
Anneler artık yaşamadan ölmeyecek…
Böyle gelmiş,
Ama böyle gitmeyecek!
Aziz NESİN
21 Aralık 2011 Çarşamba, 18:43 at 18:43
Birazcık geç kalmayı, stres yapmamayı cok isterdim. Zaman konusunda insanları kırmaya deger mı acaba, yasam biraz yavaş yaşanamaz mı? Cok mu zor? Yıllardır hep koştura koştura yasıyorum ama henüz hiçbir yere ulaşamadım…
21 Aralık 2011 Çarşamba, 18:56 at 18:56
Selçuk’cum bence bu yazıda anlatılmak istenen şey başka bir şey 🙂
Aldırmamaktan bahsediyor yazar. Aldırmamalarıyla insanları ezmekten…
Güç gösterisinden, özensizlikten, bencillikten, hesaptan…
Ve ne yazık ki ben böyle insanlar tanıdım.
Senin söylediğin çok iyi niyetli, çok anlaşılabilir bir şey.
Ama bu yazıda anlatılmak istenen bambaşka bence 🙂
Ben insana olan bu özenimi kaybedeceğime, yorgunluktan ölmeyi yeğlerim…
Kaldı ki senin de bu konuda ne kadar özenli olduğunu gayet iyi biliyorum.
22 Aralık 2011 Perşembe, 12:10 at 12:10
Son zamanlarda kitaplarina takilip kaldigim, suratima bir tokat gibi vuran duz anlatimlariyla populer kultur eleştirisini muhteşem bir dille yapan, yazdıklarının garipliğiyle ve gerçekliğiyle bizleri yüzleşmek zorunda bırakan amerikalı yazar, (Dovus Klubu filmini seyredenler bilir) Chuck Palahniuk’un sevdigim sozlerini eklemek istiyorum ben de.
“Aslinda tek hatam insanlari fazla onemsemek. Parcalari kaybolmus puzzle gibi artik insanlar. Kiminin ruhu, kiminin beyni ve bircogunun bir kalbi yok” …