Bir Pazar Günü…
Kücük bir mola vermek, benimle bir hafta sonu gezisine cikmak ister misiniz? Siz hafta sonunda neler yaptiniz bilmiyorum ama benimki pek keyifli gecti.
Cumartesi aksami “The Big Blue”yu bir kez daha üstelik orijanal hali ile segrettim. Berbat ingilizceme ragmen beni tekrar tekrar ve aynı siddette sarsmayi basarabildigine göre bu filmin benim üzerimdeki etkisi artik tartisilmaz.
Pazar günü uyandigimda beni karsilayan günes o kadar cekiciydi ki, evde durmak cok sevdidigin günesime saygisizlik olacak diye düsündüm. Walkmen’imi, yeni aldigim Ferit Edgü’nün “Abidin” isimli kitabini, icinde kirmizi sarabim dolu oldugu halde meyve suyu siselerimi -bu siseleri dalici arkadaslarim iyi bilir-, biraz kuruyemis ve bir de cikolata –o olmazsa olmaz cünkü- alarak yollara koyuldum. Neyle mi? Yürüyerek tabii…..
Once Karakuvvetleri, Deniz Kuvvetleri, Meclis derken, Meclisin parkinda bir tur attim. Benim gibi Pazar kahvaltisindan sonra yürüyüse cikmis baska insanlar da vardı parkta. Her taraf karla kapli iken sanki günesin ihtisami daha da artiyor ne tuhaf…. Bu parkin kücük ama cok sevimli oldugunu düsündüm bir kez daha …. Oradan Kugulu Park’a dogru devam ettim…. Bu arada ne mi dinliyordum….. Ozellikle dalisa baslamadan ama dalislara giderken dinledigim “tilsim” isminde bir kasedim var bilenler bilir. Cok matah sarkilar yoktur icinde ama ben teknede dinlerdim o kasedi. Muzigi beni hep hafifletir, teknenin giderken cikarttigi köpüklere katar, ucan baliklarla ucurur, gunesin, deniz uzerindeki dansina fon olur….. iste öyle bisey dinliyordum….. Icindeki iki parcayi da cok severim ayrica. Her neyse….., kis oldugu icin etrafa sactigi minik piriltilarla ortaligi neselendiren bir günes, kulagimda denizlerin melodisi öylece vardim Kugulu Park’a.
Banklar bos. Daha dogrusu cogu karla kapli. Günesin altında kalmis, hem bos hem de kuru bir bank bulup oturuyorum. Hani buyuk merdivenlerden iner inmez sag kösede olana. Park bembeyaz, karsimdaki bir agac sapsari, yanimdaki kahve, digerleri ciplak. Ciplak dallara, TRT2’deki ressamin tualine yaptigi tarzda karlar yerlestirilmis. Kulaklarimda teypten gelen sarki “bir fisilti gibi bazen o en büyük cigliklar, bilmezler mi gelir gecer en büyük firtinar” diyor….. Meyve suyumdan bir kac yudum aliyorum. Sabah sabah! demeyin. Bilirsiniz keyif icecegidir o, ne zaman keyiflenecegim ne biilm. Hem bilirsiniz öyle büyük bir düskünlügüm de yoktur. Günesin altinda simararak defalarca dinledigim bu parcadan sonra kalkip yoluma devam etmeye karar veriyorum.
Yukarıya, segmelere dogru yürüyorum…. Parkın yürüme yollari bos ama yamacları dolu. Bir sürü cocuk altlarinda torbalar yamaclardan asagi dogru kayiyorlar. Cok kucuk olanlar babalariyla gelmisler. Babalar da cocuklar kadar kadar egleniyor, kimi zaman komik sahneler yasaniyor. Detaylara girip Proust’a benzememek icin ( zira onun kadar bos vaktim olamayacak benim ve de sizinde tabii ) Seymenler’den Botanik’e geciyorum. Bu arada bir cikolata attiyorum agizima.
Botanik’de Cinnah tarafindaki cocuk parkının hemen yaninda biraz zula da kalan bir bank var. Oradaki manzara da muhtesem. Sirtimi tas duvara yasliyor ve Botanik’in derinlerine inmemek icin direnen yüksek cam agaclarinin resmini segrediyorum doyasiya…. Biraz meyva suyu, biraz findik fistik……
Günes, bulutlarin arkasina kaçmaya, ben de üsümeye basliyorum….. Yokus asagi vurdugum gibi TunaliHilmi’ye iniyorum bu sefer….. Saat de 13.30 olmus. Uc saattir sokaklardayim anlayacaginiz…. Ismini unuttum simdi, bir kafeye giriyorum. Bir arkadasim tanistirmisti gecenlerde. Hani sütlüklerinde gözüm kalmisti…. Sicak bir mekan… dekorasyonu, renkleri ve tarzi özgün. Secen kisiye uyabilecek, seceni yansitabilecek bir mekan….. Sicak cikolata söylüyorum bir tane kendime….. Kitabimi cikariyorum ve okumaya basliyorum. Ferit Edgü’nün agizindan Abidin Dino’yu anlatiyor kitap. Ressam olarak tanidigimiz Dino’nun yazar yönünden bahsediyor. Ressamin kendi resimleriyle donatilmis kitapta Edgü’nün de dizeleri, yorumlari var. Hos bir kitap…
“Bir resme bakarken
ardindaki ressama da
bakarim ben” diyor Edgü ve devam ediyor ;
“Her ikisini görebildigimde
–ki her zaman gerceklesmez bu-
daha az yanildigima inanirim”
Hosuma gidiyor bu sözler. Bir daha okuyorum, düsünüyorum, kendimle özdeslestiriyorum…. “Bende” diyorum icimden ve devam ediyorum okumaya. Nazim Hikmet’in bir siirinde gecer ; “Sen mutlulugun resmini yapabilir misin Abidin?” der dizelerinde…. Tam onu düsünürken Nazim Hikmet’le ilgili bölümünde bu sorunun cevabini buluyorum. Heycanlaniyorum. Böyle bir huyum var ve 36 yildir gecmedigi gibi artiyor da… Hem okuyor hem de sizlere de anlatmaliyim bunu diye düsünüyorum icimdem.
Abidin Dino, ölümünden üç yil önce, genc dostu Fransiz sair Andre Velter ile France Culture radyosu icin yaptigi üc uzun söylesinin bir yerinde Nazim Hikmet ile ilgili söyledikleri yaziyor kitapta ama ben hepsini yazmayacagim. Sadece “mutlugun resmi” ile ilgili aciklamisini sizlerle parlasacagim;
“…….. Nazim Hikmet’in bir siirinde “Mutlulugun resmini yapabilir misin Abidin?” diye bir dizesi vardir.O gün bugün, bu soru sökülüp atilmasi olanaksiz bir bicimde bedenime yapismis gibidir. Tabii, siirinde bu soruyu sorarken, mutlulugun resmini yapamayacagimi biliyordu Nazim. Bu mutluluk imgesi siirde de olanaksizdi. Yasanan günler buna izin vermiyordu. Tabii, Nazim’dan Neruda’ya,Neruda’dan Aragon’a ve daha bircok ozan mutlulugu dile getirmislerdir. Ama Nazim’in bana yönelttigi sorunun yanitini ben resimlerimde veremedim.”
Belki bu cevabi bileniniz vardir ama ben ilk defa bu kitapta okudum ve sizlerle de paylasmak istedim.
Mola kücük olmaktan cikti dimi arkadaslar. Ama o guzel pazari sevdiklerimle paylasmamak hakzislik gibi geldi napiim. Hele sila hasreti cekenlerle o parklarda dolasmamak…
Güzellikler sizlerle olsun.