Çöplük
Niyetim yeni aldığım şiir kitabını okumaktı. Yemek için bir şeyler sipariş etmiştim ve gelmek üzereydi. Yemek yerken televizyon izlemek istedim ve elimdeki kitabı bırakıp, televizyonun kumandasına sarıldım. Rastgele bir kanala bastım, NTV çıktı. Yetmiş yaşlarında olduğunu sandığım bir adam, heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatıyordu. Seslendirme yapıldığına göre adam yabancı olmalıydı. Üzerindeki giysilerden ve konuşmasından gelir düzeyinin düşük olduğu anlaşılıyordu. Yüzünün esmerliği ve yıpranmışlığı dışarıda çalıştığının ip uçlarını veriyordu. Belki de bir çiftçiydi. Ama adamı dinlemeye devam edince çöpçü olduğunu anladım. Yetmiş yaşlarında olduğunu sandığım bu adam, yaptığı işten ne kadar gurur duyduğunu anlatıyordu. Sesinde ve bakışlarında bir abartı yoktu. Yaptığı iş, dünyanın en büyük çöplüğü olan Jardim Gramacho’da geri dönüşümleri ayıklamaktı ve bu adam işini en iyi şekilde yaptığını, ayrıca oradaki 2500 çöpçününde temsilcisi olduğunu gururla söylüyordu.
Filmi yeniden izlediğimde bu çöpçülerin bir derneği olduğunu ve bu dernek çatısı altında bir sürü güzel şey yapıldığını da öğrendim. Yetmiş yaşlarında olduğunu sandığım adamın adının Valter olduğunu, okula hiç gitmediğini ve Çöpçüler Derneği Yönetim Kurulu Başkanı olduğunu da… Ayrıca Zumbi adında bir adamı daha tanıma şansım oldu. Zumbi, çöplerden kitap topluyordu ve yakın sürede halka açık bir kütüphane kurmayı hayal ediyordu. Bu bana çok ilginç geldi. Çünkü adamın söylediğine göre kitapların büyük bir kısmı yeni çıkan kitaplardandı ve fazla yıpranmamışlardı. Tiao okuma biliyordu ve Zumbi’nin bulup getirdiği tüm kitapları okuyordu. Röportaj sırasında Machiavelli’nin “Prens” kitabından, Neitzsche’den bahsediyordu. Tiao’da bir çöp toplayıcısıydı…
Neyse ben yine kaldığım yerden devam edeyim… Valter’i izlerken aklıma; üniversite sınavları sonunda tıp fakültesini kazanmayı beklerken, puanımın, onuncu tercihim olan mimarlık fakültesine yettiğini öğrendiğimde nasıl salya sümük ağladığım ve ben ağlarken Gürhan’ın (babamın) beni rahatlatmak için yaptığı konuşma geldi… “Hayatta her işi yapabilirsin, bu iş mühendislikte olabilir, sekreterlik de, doktorluk da olabilir çöpçülükte… Evet işin çöpçülük de olabilir. Önemli olan ne iş yaptığın değil, o işi nasıl yaptığındır, yeter ki bir şekilde insanlığa faydası dokunsun” demişti. Filmi ikinci defa izlerken çok tuhaf bir şey oldu. Filmin başında yer alan ve benim kaçırdığım bir röportajda, Çöpçüler Derneği Başkanı olan bir genç, çöpçülüğün utanılacak bir şey olmadığını, geri dönüşüm çöpçülüğünün faydalı bir şey olduğunu söyledi ve devam etti “yeter ki bir şekilde insanlığa faydası dokunsun”… O an nasıl duygulandığımı anlatamam…
Görüntü Valter’den kayıp, geniş bir alana döndü. Şimdi televizyon ekranında görünen koca bir çöplüktü. Belgeselde izlediğim insanlar, dünyanın en büyük çöplüğü olan Jardim Gramacho’da yaptıkları işi anlatıyorlardı. Aslında çoğu yaptığı işin çok sevimli olmadığının farkındaydı. Hatta bu işten nefret edenler de vardı. Özellikle kadınlar ve bunu saklamıyorlardı ama duruşlarındaki gururu hissetmemek mümkün değildi. Çünkü emekleriyle, alınlarının teriyle hayatlarını kazanıyorlardı. Ne uyuşturucuya sığınmış (ki o bölgede bunu yapan çok insan varmış) ne de bedenlerini pazarlama yolunu seçmişlerdi.
Genç bir adam, çöp kamyonundan yeni boşalan torbaları göstererek “Büyük torbalar genellikle zenginlerindir, fakirlerin çöpleri ise küçük poşetlerde olur. Ben de benimkileri küçük poşetlerde atarım. Belki bu çöplükte bir gün kendi çöpümle karşılaşırım.” diyordu gülerek. “Tam da yemek sırasında izlenecek bir film” demedim tabii çünkü sanıldığı gibi mideyi ayağa kaldıracak görüntüler değildi.
Belgeselin diğer kahramanı ise bir fotoğraf sanatçısıydı. Kendisi de daha önce varoşlardan, zor hayat şartlarının içinden çıkmış olan Brezilya’lı sanatçı Vik Muniz… Vik Muniz burada çalışan insanlarla iletişime girmiş ve üç yıl boyunca onların fotoğraflarını çekerek, fotoğraflara, geri dönüşümlerle (çöplerle) birlikte farklı bir anlam kazandırmıştı. Bir nevi, fotoğraf sanatını farklı bir sanata dönüştürmüştü. Üstelik bu dönüşümü sadece fotoğraflarda değil, o fotoğrafların sahiplerinde de başarmıştı. Çünkü bu çalışmanın içine onları da katmıştı. Nasıl mı?
Bunu merak ettiyseniz belgeseli izlemenizi tavsiye ederim. Zira o insanların gözlerindeki duyguları, yüzlerindeki ifadeleri izlemeden burada yazılanlar size ne kadar anlamlı gelir bilemiyorum. Ben sizinle bu yazıyı paylaşmadan önce eksik veya yanlış bir şeyler aktarmamak için belgeseli internetten bulup bir daha izledim. İyi ki de izlemişim çünkü ilk yarım saatini kaçırmışım. Böylece filmi bir bütün olarak tekrar izleme şansım oldu. Bütün yazdıklarımda da eksiklerimi tamamlama şansım oldu tabii. Fikir vermesi açısından, kısa tanıtım filmini alta koyuyorum, isterseniz bakabilirsiniz. Tanıtım filmi İngilizce ama filmi Türkçe izlemek isterseniz internette var. Filmin tamamı, Türkçe olarak alttaki 2.linkte…
Yazımı Vik Muniz’in bir sözüyle bitirmek istiyorum; “Her şeyim olup da hiçbir şey istemeyeceğime, hiçbir şeyim olmasın her şeyi isteyeyim. Çünkü en azından bir şey isterken hayatınızın bir anlamı olur. Her şeye sahip olduğunuza inandığınız zaman hayatın anlamını farklı şeylerde aramaya başlarsınız. Hayatımın yarısı her şeyi isteyip, hiçbir şeye sahip olamamakla geçti. Şimdi her şeyim var ve hiçbir şey istemiyorum.”
http://www.wastelandmovie.com/
http://www.indirmeden-filmizle.com/film-izle/yabanci-filmler/copluk-waste-land-2010-divx-turkce-dublaj.html
17 Temmuz 2011 Pazar, 00:01 at 00:01
Başakcım yazın çok ilginç en kısa zamanda söz ettiğin belgeseli izleyeceğim. Yazılarını özlemişim.
17 Temmuz 2011 Pazar, 01:37 at 01:37
🙂 Gerçekten çok ilginçti Aysun’cum. Hele çöplükten buldukları şeyleri farklı bir gözle değerlendirmek… En ilginç noktalardan biri de oydu.
17 Temmuz 2011 Pazar, 00:07 at 00:07
Başakçığım benim dedem (babamın babası) çöpçü idi. Yaptığı işi bu kadar ciddiyetle yapan, başkasının pisliğini temizlerken dahi gururunu ve onurunu herşeyin üstünde tutan değerli bir insandı. Kendisinden bir profesörden daha fazla şey öğrendiğim bu insan benim için bir idol olmaya devam ediyor. Biz de hangi işi yaparsak yapalım aslında başkalarının pisliğini temizliyoruz bir anlamda. en kısa sürede belgeseli izleyeceğim. Hissettiklerimi ayrıca anlatırım Sevgiler.
17 Temmuz 2011 Pazar, 12:46 at 12:46
Başak Hocam merhaba…
Her zaman olduğu gibi sarsıcı anlatımınızla çevremizde yaşananları fark etmemizi sağlayan çok güzel bir yazı yazmışsınız kendi adıma teşekkür ederim.
Hani bir deyim vardır ya ”insanlar kıyafetleri ile karşılanır düşünceleri ile uğurlanır” diye ;yazınızda sıradan insanlar gibi düşünülen kişilerin aslında yaptıkları işler ile ,işlerine yükledikleri anlamları gördükçe ne iş yaptığımız değil fakat nasıl yaptığımız ve kendimizden neler eklediğinizi görmek çok çarpıcı oluyor.
Doğuştan getirdiğimiz avantajlarımız veya dezavantajlarımız hayatta kimin bir adım önde başlayıp başlayamayacağına karar verebiliyor ;galiba buna kader dememiz gerekiyor;fakat hayatta erdemli yaşamak,insanlığa katkıda bulunmayı istemek,her ne olursa olsun yaşam karşısında dik durmak insan olmanın onurunu ve yüceliğini getiriyor.
Aslında sorulması gereken soru şu olmalı bence; çok iyi eğitim alan,dünyayı gören ve tanıyan insanlarda çoğu zaman göremediğimiz bu erdemler nasıl oluyorda okuma yazma bile bilmeyen, belki dünyası küçük bir çöplük alanından ibaret olan insanlarda ortaya çıkabiliyor….
Bir çöpçü olduğu gibi ;balıkçı barınağında bir balıkçı,bir kamyon şöförü,dağda sürü otlatan bir çoban sizin anlatımınızdaki erdemli tavır ve davranışlarıyla her zaman karşımıza çıkabilir.
Paylaşımınız için tekrar teşekkür ederim.
17 Temmuz 2011 Pazar, 15:46 at 15:46
Cınar’cım Yutmografa hoşgeldin 🙂
Esas gösterdiğin ilgi ve paylaşım icin ben sana teşekkür ederim. Yazıyı beğendigine sevindim…
Yazdıklarına ise katılıyorum. Gerçekten hayata görmek niyetiyle baktığımızda cok şey görmek mümkün 🙂
İnsanların gözlerinden ve sözlerinden yüreklerine giden yolu hiç kaybetmemek gerektiğini düşünüyorum.
Cünkü o yolda görülecek cok ama cok değerli şeyler olduğuna inanıyorum.
18 Temmuz 2011 Pazartesi, 09:17 at 09:17
Başak merhaba,yazını şimdi okuyabildim,hafta sonu oldukça yoğun olduğum bir hafta sonuydu.Yazın her zamanki gibi:) okurken keyif aldım…Bende yıllar önce bir hamal tanımıştım.Altmışlı yaşlarda ama hala çok dinç ve etrafındaki diğer hamların saygısını belli ettiği bir adamdı.En ağır yüklerin altına ya kendisi giriyor ya da taktik veriyordu genç hamallara.O na klasik soruyu sormuştum “yaşın gereği zorlanmıyor musun” ? Demiştim. O ise bana “…Yaptığım işle gurur duyuyorum ve severek kırkbeş yıldır bu işi yapıyorum,benim gibilerden artık kalmadı…!” Demişti.Gerçekten de artık “işini severek,düzgün yapan ve bundan gurur duyan kaç kişi kaldı ki…”
18 Temmuz 2011 Pazartesi, 09:55 at 09:55
başak, inanmıyacaksın ama küçüklüğümden beri içimde sakladığım birşeydir çöp toplamak… evden kaçmak istediğim yıllarda çöp toplayarak hayatımı kazanabileceğimi düşünür, bütün çöp toplayanları organize edip sistemli bir şirket kurmak isterdim. gündüzleri iyi bir eğitim programı ve geceleri çöp toplama, topluma örnek insanlar yetiştirme ve dikkatleri olumlu bir şekilde çekmek gibi hayaller. yazın birden bunları anımsattı bana. televizyonda çöp ve onunla ilgili bir yapım gördüğümde asla kaçırmam, çöp atılması, dönüşüm gibi konularada hastayım, uzatmadan paylaşayım dedim 🙂 işin doğrusu senin söylediğin gibi ne yaparsan yap doğru ve düzgün yap, severek yap, düşünebiliyormusun herkez işini bu anlayışla yapsa ülkemiz uçardı valla, uçmak ne ışınlanırdı. paylaşımın için teşekkürler başakcım.
18 Temmuz 2011 Pazartesi, 11:17 at 11:17
Vik Muniz’in ”hiçbir şeyim olmasın ama her şeyi isteyebileyim” ifadesi, artık hayal bile edemeyen yaşlı bir adamı düşündürdü bana . Bilge Karasu’nun bir öyküsü vardır; yaşlı bir adam ilkyaz meyvelerini yerken inciri hiç hayal bile etmediğini düşünür, sonbaharın incirini hayal etmek ona ulaşılamayacak kadar uzaktır çünkü 🙂 çöplerini biriktirenleri hayal ettim. bu da bir daha geri dönmeyecek olana, her şeye, yaşlı bir adamın yalnızca yediği incirleri hayal etmesine, bir daha kavuşamayacağı incire sırtını dönmesine benziyor gibi geldi bana. hiçbir şeye yaslanmak gibi…
18 Temmuz 2011 Pazartesi, 11:21 at 11:21
Hos bir yazi olmus yine…Ben de ne yaparsan iyi yap, faydan dokunsun prensibini cok severim. Herkes oyle calissa cok farkli olabilirdik…
03 Ağustos 2011 Çarşamba, 10:30 at 10:30
Başak’cım ne güzel yazmışsın yine. Keşke hepimiz her zaman işimizi en iyi şekilde yapabilsek. Bunun için çabalasak. Lisans eğitimim sırasında, aldığım derslerden birinde (sanırım ekolojiydi) dersi veren hocamız sokakta çöp toplayıcılarından bahsetmişti.Türkiye’de çöplerimizi ayırmadan attığımızı, ama bunun bir çok avrupa ülkesine göre bizim için çok sorun olmadığını, çünkü ayırma işlemini bizim yerimize bu adamların yaptığını ve ekmek parası peşinde koşarken çevreye de büyük faydalarının dokunduğunu söylemişti. O zamana kadar o insanları aylak, beceriksiz, başka işler yapamadıkları için bu kolay ama iğrenç işi yapıyorlar diye değerlendirmiş olduğumu fark ettim. Ve tabi, bu anlatılanların ardından ellerinde kocaman el arabalarıyla geri dönüşebilen her şeyi toplayan bu insanlara bakış açım çok değişti. Hatta, Dikmen’de bu işi yapan genç ayrıştırıcıları ilk gördüğümde “yaşasın burda ayrıştırıcılar var” diye geçirdim içimden. İşleri zor, ama çok faydalı. Ben de üzerime düşeni yapıp, kağıt, ambalaj, karton kutu, plastik gibi malzemeleri organik çöplerimden ayrı bir torba ile bırakıyorum kapıya. Zor olan işlerini biraz kolaylaştırırım belki diye 🙂
Son paragrafa gelince. Okuyunca aydınlandım resmen. Son zamanlarda çok güzel gelişmeler var hayatımda. Yeni bir ev ve yeni bir hayat… al al, iste iste bitmiyor. Doyumsuz muyum yoksa ben diye düşünmeye başlamışken, ne güzel bir nimetmiş hala isteyecek birşeylerimin, onları alacak çabamın ve gücümün olması 🙂
Teşekkürler paylaşımın için 🙂
05 Ağustos 2011 Cuma, 11:03 at 11:03
Merhaba Başak,
Biz insanlar değil miyiz, ne istediğimizi bilmeyip de ruhumuzu, hayatımızı bir çöplüğe dönüştüren? İnsanın kendini tanıması ve kendisi için doğru yolu bulması zaman alıyor elbette ama bunu bir türlü başaramayanlarımızın kendi içinde yarattığı çöplükler çok daha kötü bence. Kapımızın önünde, semtimizde, şehrimizde biriken bu maddesel çöp yığınlarından önce, dönüp de içimize bakmalıyız belki de… Senin anlattığın, benim de saygıyla okuduğum bu hayatların sahipleri su ve sabun ile arınıyorlar eninde sonunda. Verdikleri emek, yaptıkları temizlik hepimiz için. Ne mutlu bunun farkında olup, temiz bir niyetle işini yapana.
Yazını okuyunca neler neler düşündüm de, komik bir anıyı da anlatmadan duramayacağım. Yıllar evvel, buz gibi bir kış sabahında genç öğretmen titreye titreye yürümektedir okul yolunda. Az evvel yanından geçtiği çöpçü seslenir arkasından, alayla. “Ögretmen hanım, ögretmen hanım! Ne işin var sabahın seherinde sokaklarda. Bah, bizim hatun sıcacık evde uyuyor!” :)))
Sevgiler…