MALDIVLER II.Bölüm
İkinci gün herşey yerli yerine oturmuştu. Hem ana teknemize hem de dalış teknemize yerleşmiş, dalış gruplarımızı belirlemiştik. Dalış teknesi görünüşünden beklenmeyecek kadar kullanımı pratik bir tekneydi.Alüminyum tüplerimize dalış ekipmanımızı bir kere bağlayıp, teknenin her iki tarafında bulunan yerlerine yerleştirdikten sonra -dalışlar hariç- gezi sonuna kadar hiç yerinden oynatmadık. Dalıştan çıktıktan sonra yalnızca regülatörün 1. kademesini söküp, BC de tüpe bağlı olduğu halde öylece bırakıyorduk. Dalış teknesinde kompresör vardı ve tüpler yerindeyken dolduruyorlardı. Böylece tekrar dalış için tekneye bindiğimizde yalnızca regülatörün 1. kademesini tüpe bağlamamız yeterli oluyordu. Benim en taktir ettiğim şey de, bu işlemi, biz ana tekneye çıktıktan sonra, gürültüsü bizi rahatsız etmesin diye ana tekneden uzaklaşarak yapıyor olmalarıydı.
Dalış ekiplerimiz de belirlenmişti. Üç rehber eşliğinde, üç grup olarak dalıyorduk. Boğaç Hocam sağolsun bir öncü grup oluşturdu. Celasin Bey, Hakan, Sacit, Tuba, M.K. , Kutluk her dalışta ilk önce suya atlayarak, diğer iki grup için reef’in yerini ve akıntının durumunu tespit ediyor, bizlerin zorluk çekmeden dalış noktasına ulaşmamızı sağlıyorlardı. Kendilerine bu fedakarlıkları için bir kez daha teşekkürü borç bilirim. Ayrıca bu grubun diğer bir adı da “medya grubu” idi. En basitinden en kompleksine sualtı kameralarıyla bu geziyi belgeleyecek ekip de bu ekipti. (Şakir Bey, Şekerim ve Sinan’ı da unutmayalım tabii)
İkinci ekip; Ogushan Hocam, Kubi, Sekerim Ogus, Sinan, Neslihan ve benden oluşuyordu. Benim badim Sekerim Ogus’du ve her ne kadar su üstündeki muzurluğu sualtında da devam etmiş olsa da sayesinde oldukça konforlu dalışlar yaptığımı söylemeliyim. Ona da bu güzel badiliği için teşekkür etmek isterim.
Üçüncü ekip; Boğaç Hocam, İstanbul’un dört gülü Sema, Hülya, Müge, Burçak ve Şakir Bey’den oluşuyordu.
Ekipteki tüm arkadaşlar gerçekten çok uyumluydu. Sanırım gezinin bu kadar keyifli geçmesinde bunun da çok büyük payı var. Müge, Burçak ve Hülya aramıza yeni katılmış olmalarına rağmen sıcaklıklarıyla bizlerle çabucak kaynaştılar ve hepimiz de onları tanımaktan çok mutlu olduk. Hele Müge, akşamları o güzel sesiyle söylediği şarkılarla hepimizin gönlünü fethetti. O güzel şarkılar için tekrar teşekkürler Müge’cim.
Dalış teknesi ve ekiplerin dışında günlük programlarımızda oturmuştu. Sabah 6:30 da kalkıyor, 7:00 da dinlediğimiz brifingin ardından günün ilk dalışını yapıyorduk. Dönüşte kahvaltımız bizi bekliyor oluyordu. Omlet, peynir, kızarmış tost ekmeği ve reçelin dışında bazen sosis, bazen krep bazen de zeytin ikram ediyorlardı. Peynir ve kızarmış ekme krizimiz dışında kahvaltı günün en doyurucu öğünüydü bana göre. 11:30 gibi ikinci dalışlar, ardından öğle yemeği. Çok alışık olmadığımız ama bizi aç da bırakmayacak lezzette yemekler yiyorduk. Öğle yeğinden sonra biraz dinlence ve arkasından günün son dalışı. Akşam yemeğinden sonra ise kimi zaman teknenin kıçında king oynuyor, kimi zaman ön güvertede sevgili Kutluk’un bizim için çaldığı şarkıları dinliyorduk. Sohbetlere diyecek sözüm yok, zaten laf bitmiyordu hiç…
Bir gece de Burçak, Şekerim ve Sema balık tutma girişiminde bulundular. Mürettebatın oltalarını ellerinde alıp, balığa durdular. Ben o sıra teknenin üst katında müzik dinlediğim için bu bölümü kaçırmışım, belki başkası daha detaylı yazar. Ama ertesi gün aldığım haberlere göre Sema bir balık tutmayı başarmış, Şekerim Ogus ise bir köpek balığı tutmuş ama elinden kaçırmış. Söylediğine göre bir buçuk metrelik bir köpek balığıymış…
İlk günkü dalışlardan sonra “buranın da Kızıldeniz’den farkı yok galiba” dedik Ogus’la birbirimize. Eğer bu şekilde devam ederse öyle de olacak gibiydi. Ama ikinci gün Ari Atol’de yaptığımız ikinci dalış, bizi biraz heyecanlandırmaya başlamıştı. Reef’in üzerinde enva-i çeşit balık vardı. Bu denizin triger fish’leri kızıldenize göre küçüktü. Daha doğrusu türkuaz renkli olanları küçüktü (yaklaşık 10-15cm.) Ama aynı bizim papaz balıkları gibi heryerdelerdi. Sanki denizin içini bu trigerlardan oluşan bir duvar kağıdı ile kaplamışlardı. Reef’in üzerinde sıkça soytarı balığı görmek mümkündü. Bir on onbeş dakikalık yüzüşten sonra akıntılı bir bölgeye geldik. Rehber, bizi oldukça büyük iki kayanın arasına sokup beklememiz istedi. Ogus Hoca’nın yaptığı akıntı çubuklarını kullanma vakti gelmişti. Çubuklarımızı saplayıp beklemeye başladık. Uzaklarda bir köpek balığı silueti göründü. Çok yaklaştığını söyleyemem ama gördük mü gördük işte. O iki kayanın arasında on dakika kadar bekledik. Bu arada akya ve baraküda sürüleri, adını bilmediğim büyük metal renkli balık sürüleri de önümüzden geçip duruyorlardı. O dalışı, uzaktan da olsa köpek balığı görmenin keyfiyle bitirdik.
Üçüncü gün çılgın bir gün oldu. Günün ilk dalışını “Kudarah Thila” adı verilen bir dalış bölgesine yaptık. Bu dalışı nasıl ifade edeceğimi bilemiyorum gerçekten. Hani yeni yılda Amerikalı’lar Noel babanın ülkesinde geçen filmler çekerler. Bu filmlerde rengarenk şekerlemelerden oluşan evler, enva-i çeşit oyuncaklar olur. Her yer ışıl ışıl ve rengarenktir. İşte burası da öyle bir yerdi.
Çeşit çeşit ve renk renk balıklar sürüler halinde dolaşıyorlardı. En parlak sarılar, en çılgın morlar, maviler, kırmızılar, turuncular…. Sanki dünyanın tüm orta ve küçük ölçekli balıklarını bu bölgeye getirmişler ve üzerlerinde Gökkuşağı’nı patlatarak onları renklendirmişler. Bütün arkadaşlar çıldırdık. Nereye bakacağımızı bilemiyoruz. Ben 360 derece bakmaktan sarhoş oldum. Fotoğrafçı arkadaşlar, ellerinde kameralar, bir oyana bir bu yana saldırıyorlar. Feci bir haldeyiz, ŞAKA GİBİ! Tekneye çıktığımızda her kafadan bir ses çıkıyor. Herkes bugün tüm dalışları burada yapmak istiyor filan…
Tabii günün diğer dalışlarını burada yapmadık. Teknemiz yoluna devam edecekti. Önce hepimiz biraz bozulduk. Ne vardı sanki diğer dalışları da burada yapsaydık. Boğaç Hocam ve rehberler bizi çocuk avutur gibi avuttu “olmadı dönüş yolunda bir kere daha buraya dalarız” diye. Gerçekten de çocuk avutur gibi avutulduğumuzu sonradan anladık çünkü bundan sonraki dalışları görünce kimsenin aklına bir daha o bölgede dalmak gelmedi, geldiyse de dillendirmedi. Ama eminin şu an olsa herkes yine o bölgeye dalmayı deli gibi isteyecektir.
Şekerci dükkanından zorla çıkarılmış çocuklar gibi tıpış tıpış teknemize döndük. Rehber bir toplantı yapıp, Sun Island’a doğru gittiğimizi, bu bölgede yolumuzun üzerinde whale shark (balina köpek balığı) olabileceğini, abc’mizi hazır tutmamızı söyledi. Herkes abc’sini dalış teknesinden ana tekneye aldı. Tekne bir süre yoluna devam ettikten sonra hız kesti. Karşıda başka tekneler de durmuştu ve suda abc’li insanlar vardı.
Rehber birden bağırdı “GO! GO! GO!” hepimiz paldır kuldür sulara atladık ve deliler gibi rehberin gittiği yere doğru palet vurmaya başladık. Diğer insanların arasında dağılmıştık. Bir ara birinin “Başak burada Başak burada, aşağı bak! “ diye bağırdığını duydum. Ogus bana aşağıyı gösteriyordu. Evet işte oradaydı. Whale shark (balina köpek balığı) yaklaşık sekiz on metre aşağımızda salına salına yüzüyordu. Kafamı sudan çıkardım, badimi aradım. Şekerim Oguz biraz arkamda kalmıştı.
Ben de ona seslendim. Hemen yetişti. O da görmüştü. O kadar çok palet vurmuştum ki nefesimi ayarlayıp serbest dalışa bir türlü geçemiyordum. Hayvan yavaş yavaş uzaklaşmaya derine gitmeye başladı. Son gücümle nefes aldım, daldım… Ama uzaklaşmaya başlamıştı bile. Biraz daha o derinliklerde dolaşsa skin dalışla hayvanla birlikte yüzmek içten bile değildi. Ama yinede böyle bir yaratığı görmek çok büyük bir keyifti.
Tekneye çıktığımızda görenler görmeyenler konuşup duruyorduk. İkinci dalış bölgemiz de burası olacaktı ve bu sefer su altında balina köpek balığı görme şansımız vardı. İkinci dalışın hazırlıkları tamamlandı. Bu dalışta ekip ekip değil, tüm ekipler birlikte aynı anda dalacaktık. Dalış başlıyor. İndiğimiz yer yaklaşık sekiz on metre derinlikte ve suyun içinde beşik gibi sallanıyoruz. Denizin dalgası sualtını da beşiğe çevirmiş. 21 kişi aynı senkronda bir o yana bir buyana savrulup duruyor. O kadar komik bir görüntü ki hala gözümün önüne geldikçe gülüyorum. Dalışa geçildikten Birkaç dakika sonra çakçaklar ötmeye başladı. Herkes bir yöne doğru hızla palet vurmaya başlamıştı. Bende palete asıldım. Şekerim beni geçti, bastı gidiyor, ben de peşinde… İşte orada… Birkaç saat önce denizin üzerinde seyrettiğimiz whale shark’a yaklaşık on metre uzaktayız. Hepimiz tüm gücümüzle palet vuruyoruz, hayvana daha çok yaklaşmaya çalışıyoruz. Daha sonra Şekerim Ogus’un çektiği video’dan izliyoruz ki en çok Tuba ve Şekerim yaklaşabilmişler hayvana. Tubanın fotoğrafları, Şekerimin de videosu çok başarılı. Videoda Şekerimin solumasını dinliyoruz. Hayvana yaklaştıkça soluk alıp verişi artıyor, hayvan uzaklaşmaya başladığında, yanında biraz daha yüzebilmek için ciğerlerinin son damlasına kadar kendini zorlayan Şekerim’den çıkan sesler “HÖRK! HÖRK!HÖRK!” şeklinde… Hepimiz çok mutluyuz. Tuba’yı ve Şekerim’i bu başarılı çekimlerinden dolayı kutluyoruz. En çok görmek istediğimiz hayvanlardan birini görmeyi başardık. Darısı diğerlerinin başına…
Whale shark gözden kaybolduktan sonra etraftaki börtü böcekle oyalanmaya başlıyoruz. Tabak şeklindeki mercanlar, içinde küçük balıkların dolandığı mercanlar, anemonlar…
O günün son dalışında bolca stone fish görüyoruz. Bir ara Şekerimi bir kayanın dibinde birşeyleri çekiştirirken buluyorum. Çekiştirdiği şey yavru bir köpek balığının kuyruğu… Hayvanın kuyruğuna yapışmış, çekiştirip dururken hayvan birden kayanın arasından kurtulup kaçıyor. Ben çok sinirleniyorum ve bu sefer ben Şekerimin paletine yapışıp onu çekiştirmeye başlıyorum. Nasıl oluyormuş çekiştirilmek, neden hayvanı çekiştiriyorsun mesajları veriyorum sualtı dilinde. Ama daha sonra yukarıda Şekerim beni, hayvanın kayaya sıkıştığını ve onu kurtarmak için çektiğini anlatarak ikna ediyor. Hayvanın konumunu düşününce ben de ona hak veriyorum.
Böylece bir gün daha bitiyor. Ertesi güne hazırlanmak için karnımızı doyuruyor, mazotumuzu alıyor ve dinlenmeye çekiliyoruz.