RAJA AMPAT II.Bölüm
Ankara’ya döneli dört gün oluyor. Yine sabahın üç buçuğu ve ben yine ayaktayım :)) Üstelik akşam geç yattım. Üstelik iki kadeh şarabımı da içtim… Neyse vardır bir nedeni elbet 🙂
Nerede kalmıştım deyip, oturdum bilgisayarın başına… Sualtındaki evlenme tekliflerinde kalmıştım :)) Aklıma geldikçe gülüyorum çünkü komikti…
Günün ikinci dalışı ve biz yine Passage’a dalacağız. Kerie (bizim rehberlerden biri), dalış öncesi birifingi verirken, bu bölgede istiridye kabukları olduğunu ve çok nadir de olsa içinden inci çıkabildiğini söyledi. Ve eğer siz de bulursanız alabilirsiniz dedi. Ben ingilizcemin pek iyi olmadığını bildiğimden, yanlış anladığımı düşünerek Kerie’ye sordum “nasıl yani, şimdi sualtında inci bulursak alabilecek miyiz? Yani bizim mi olacak?” “Eveet!” dedi Kerie gülümseyerek, “Bulursanız alabilirsiniz”. E iyi o zaman ne güzelmiş, nasıl iş yahu, burada sualtından birşey çıkartma yasağı yok anlaşılan diye geçirdim içimden.
Dalışımız Passage’in sonundan başladı bu sefer. Burası 3-4mt derinlikte kumluk bir alandı. Passage’in en geniş bölümlerinde biri olduğu için gün ışığı daha etkiliydi sualtında. Kumların arasında küçük balıklara bakınıp, küçük kaya öbeklerinde tavşan ve “istiridye :))” ararken, birden Steve’in Cenk ve Sinem’le birlikte birşeylere bakmakta olduğunu, hatta çekim yaptığını farkettim. Steve’in sualtı görüntü arşivi oldukça zengindi. Bu sığlıkta durmuş çekim yaptığına göre çok özel birşeyler görmüş olmalılar diye düşünüp, ışığı ve görüntüyü bozmayacak şekilde geniş alıp, üstten yanlarına yaklaştım. Sonraki görüntüler ise daha ilginçti. Önce Cenk’le Sinem öpüştü, sonra da Steve onları tebrik etti. Baktım etraftaki birkaç kişi daha Cenk’le Sinem’i tebrik ediyor… O an anladım tabii :)) Eh ben de hayırlı olsun demek ve tebrik etmek için sıraya girdim. Bu görüntüleri Steve, bizim için hazırladığı DVD’ye de koymuş. Akşam hep birlikte keyifle izledik. Cenk ve Sinem’in çekimlerinde her ne kadar geniş alıp, üstte yüzmeye çalıştıysam da ben de görüntülere girmişim 🙂
Ama esas komik görüntüler, Banu ile Boğaç’ın bölümünde olmuş. Akşam izlerken gülmekten altımıza yapıyorduk :)) Reyhan’cım samimiyetine sığınarak izninle bu kısmı anlatmadan geçemeyeceğim 🙂
Dediğim gibi; Cenk ve Sinem’in evlenme teklifine ben tanık oldum. Boğaç ve Banu’nunkine de Reyhan 🙂 Hani bize birifingde aşağıda istiridyeler var, inci bulursanız alabilirsiniz filan demişlerdi ya… Meğerse bunların hepsi bu mizansenin bir parçasıymış. Bizim Cenk ve Boğaç, Ankara’dan istiridye kabukları alıp, içine renkli oyun hamurları doldurmuşlar. Oyun hamuruna da yüzük saplamışlar. Aşağıda istiridye bulduk diye hatunlara gösterirken, içinden yüzükler çıkıvermiş :))
Boğaç’da bulduğu istiridye kabuğunu Banu’ya uzatırken görüntülerde birden Reyhan beliriveriyor. Görüntü aynen şöyle; Boğaç ekranın sağında, Banu da solunda kalacak şekilde karede yalnızca ikisi var ve Boğaç yerde bulduğu kabuğu Banu’ya uzatıyor. Bu arada arkada, tam da Boğaç’la Banu’nun arasına denk gelecek şekilde Reyhan, uzaktan yavaş yavaş bunlara yaklaşıyor (bunlar DVD’den izlediklerim 🙂 ). Neredeyse üçü kafa kafaya :)) O an en romantik an. Banu istiridyenin içindeki yüzüğü görüyor. Reyhan tam görememiş olsa gerek ki meraklı gözlerle iyice yaklaşıyoooor… O da yüzüğü fark ediyor ve – o an ki “amanın benim burada ne işim var” yüz ifadesini ben tarif edemeyeceğim :)) – geri vitese taktığı gibi gerisin geriye kayarak, hızla görüntüden dışarı atıyor kendini :))
Benim sözcüklerimle olayı nasıl ve ne kadar canlandırabildiniz gözünüzde bilemiyorum ama biz o günün akşamı Steve’in çektiği görüntüleri izlerken geberdik gülmekten :)) Reyhan’cım dediğim gibi hoşgörüne sığınarak anlatıyorum bunları çünkü iznini almadan göndereceğim ama inan bana o kadar sevimli bir halin var ki, bence bu halin o kareyi ve o anı çok daha anlamlı ve keyifli kılmış…
İşte arkadaşlar sualtı evlenme tekliflerinin hikayesi de böyle… Ama sonra düşündüm de iyi ki bu işler dalışın başında olmuş. Yoksa içimizden bazı sazanlar (mesela başta ben :)) üstelik inciye merakım varmış gibi… ) aşağıda inci bulma hevesiyle etraftaki enfes görüntüleri kaçırabilirdik :)))
CHENG HO
Cheng Ho, bizim teknemizin adı. 40Mt Boyunda ahşap bir tekne. Ahşabı çok severim. O nedenle tekne de bana başta çok sıcak geldi. Üstelik ahşap ve metalin birlikteliği beni hep heyecanlandırmıştır. Biri sıcak, diğeri soğuk, biri mat diğeri parlak, biri sert, diğeri (ötekine göre) yumuşak iki zıt malzeme bu kadar mı yakışır birbirine. Bol bol detay fotoğraflar çektim tekneden. Ama maalesef hepsini buraya koymam mümkün değil. Dedim ya tekne bana başta çok sıcak geldi. Ama daha sonra bu teknede Maldiv’lerdeki tekne kadar mutlu olmadığımı farkettim. Aslında dalış için harika bir donanıma sahip. Ama ben dalış gezilerinde sadece dalışı yaşamıyorum. Ufka bakmak istiyorum. Onun için önüm açık olsun istiyorum. Bu teknede böyle yer bulmak zor. Ben de yelken direğinin tepesine tırmanıyordum sık sık. Müzik dinlemek istiyorum, denizin sesini, doğayı dinlemek istiyorum, gecenin sessizliğinde yıldızları seyretmek istiyorum sırtüstü yatıp güvertede ama sürekli çalışan jeneratör, kompresör ve klima üniteleri buna izin vermiyor. Bende yalnızca yelken direğinin tepesine tırmanıp müzik dinleyebildim.
Bunların haricinde teknede konfor muhteşem. Restoran bölümünde her tipte, onlarca prizden oluşan bir tezgah var. Herkes rahatlıkla adaptör gerekmeksizin şarj cihazlarını burada şarj edebiliyor. Steve kameralar konusunda tam bir uzman, her türlü teknik arızada yardımcı oluyor. Her türlü yedek dalış ekipmanı var. Yine restoran bölümünde plazma tv var. Her akşam Steve’in o inanılmaz sualtı görüntülerini izleyebiliyorsun. Ama burada bir parantez açmak istiyorum; Steve gerçekten sualtı çekimleri konusunda çok başarılı. Çünkü yalnızca çekimleri değil, o çekimlere seçtiği müzikler ve mizansen de çok başarılı. Her akşam dondurmalarımızı yerken ( bu arada dondurmalarını bana veren başta Gülfem ve Kütey olmak üzere tüm arkadaşlara teşekkürler 🙂 ) bu güzel müzikler eşliğinde o büyülü dünyada gezintiler yaptık ki benim için günün en keyifli anlarıydı. Düşünsenize, enfes sualtı görüntüleri, şiir gibi müzikler ve DONDURMA!
Yemekler çok çok çoktu. Günde beş öğün birşeyler yiyebiliyorsun. Dal çık ye… Değişik memleketlerin mutfaklarından yemekler vardı. Bir akşam Meksika yemekleri bile yaptılar. Ama Şekerim, senin eline su bile dökemezler bunu da söylemeden edemeyeceğim. Çok kalabalık bir mürettebat var ve seni rahat ettirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Hepsi son derece güler yüzlü.
Ne diyeyim, her şey çok güzeldi… Ama ben yine de Maldivler’deki tekne diyorum başka da bişey demiyorum :)))
Birsonraki bölümde; “dünya ile bağlantımız kopuyor”, “Kri adasında sualtı uçuşları”, “Manodo”…
18 Ekim 2010 Pazartesi, 14:24 at 14:24
Başaaaaaaaak iki yıl olmuş…ne güzeldi, ne çok şey oldu ve ne çok değişti.. gece dalışına gitmeyip yaptığımız keyifler aklımda, iyi ki yapmışız..
18 Ekim 2010 Pazartesi, 21:10 at 21:10
Haklısın Reyhan’ cım son dalış öncesi buzluğa attığımız biraların, onları yudumlarken karnaval yerine dönen gökyüzünün tadı benim de damağımda…
23 Haziran 2014 Pazartesi, 12:52 at 12:52
Bu siteyi kuranları ve emek verenleri yürekten kutluyorum. Güzelliklere açılan bir pencere. Sanatsal içeriği zengin; üstelik mütevazi…
23 Haziran 2014 Pazartesi, 21:34 at 21:34
Merhaba Nadir Bey,
Ben ve Yutmoğraf’ım size çok teşekkür ederiz. Beğendiğinize çok sevindik. Duygu ve düşüncelerinizi bizimle paylaştığınız için de ayrıca teşekkür ederiz.