Yutmi

Bir falcı aranıyor, psikanalist de olur…

Mayıs 12 2019

….

BU YAZIDAKİ FOTOĞRAFLAR YALNIZCA BAKMALIK DEĞİLDİR !

Bir süredir dolanıyorum orada burada. Katılmak isterseniz bu dolanmaya, buyurun, birlikte dolanalım. Daha önce gördüğünüz yerlere bir kere daha bakalım mesela, belli mi olur, belki de henüz görmediğiniz birşeyler vardır orada.

Gözüm takılıyor ona buna, Yutmi Cunyır yutuyor hevesle. Geçen gün internette uçan bir karavan gördüm, önce Ayça geldi aklıma sonra kendimi de koyuyorum o karavana, birlikte uçuyoruz bilmem artık nereye. Aaaa Reha Abi de karavancı, o da takılır mı ki bize? Ayşe macera sever, uslanmaz bir gezgin…  O da gelir belki bizimle diye düşünüyorum sonra yok gelmez diyorum kendi kendime çünkü Ayça’nın köpeği var, adı “Cadı”; Ayşe ise uzaktan sever tüm hayvanları… :))

Şu aralar hurdacılara da pek gitmez oldum, pek okumadığım gibi… Gidenlerin yaptıklarına bakıyorum ama. Tıpkı Asaf Erdemli’nin yaptıklarına baktığım gibi. Çok baktırıp, çokça düşündürüyor Erdemli. Çok şey geliyor aklıma, bir çok düşünce, fikir… Derleyip toplayıp nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Sonuna doğru devrelerim yanmaya başlıyor. En çok kayıt defterine takılıyorum galiba. Büyüteçlerle odaklandığı yerlere. Mercek altına alınmış bilgilere, zamanla silinip gitmiş yüzlere… Hırpalanmış sayfa kenarlarına dalıyor gözlerim. Hangi dönemin kayıtları olduğu üzerindeki tarihlerden anlaşılıyor. Bu hırpalanmışlığı, silikleşmiş, anlaşılmaz olmuş vesikalıkları daha da anlamlı kılıyor bana göre. Her bir eser üzerine saatlerce konuşup yazabilirmişim gibi geliyor ama yapmayacağım. Kafamdakileri buraya döküp sizi baymayacağım. En iyisi işlerinin kısaca açıklamasını kendisinden dinlemek;


 

Son üç fotoğraftaki eser Asaf Erdemli’ye ait değil ama o da denizden toplanan atıklarla yapılmış bir heykel olduğu için birlikte sunmak istedim. Renkleri çok hoşuma gitmişti. Sonra yine durup baktım; her ne kadar ortak paydası varmış gibi görünse de “bu iki farklı çalışma arasındaki 7 farkı bul” dedim kendime. Birkaç fark buldum ama hala arıyorum.

Bazen Twitter’de gördüğüm gazete manşetlerine takılıyor aklım -ama bugünlerin gündemine oturmuş, yenilenecek olan İstanbul büyükşehir belediye başkanlığı seçimlerine değil. Onu akıl almıyor ki nasıl takılsın?-  Gerçi diğer gördüklerimi de aklım kabul etmiyor bir türlü, ama göz bu işte takılıveriyor bazen. Amasya Belediye Başkanı’nın sözlerini okuyorum yeniden yeniden “Amasyalının kafasını karıştırmaya gerek yok” diyor. Ne diyeyim ben şimdi diyorum. Gülseeeem, a ama… Davulcu niyetine kullanılacak savaş uçakları ile ilgili habere takılıyor gözüm sonra. Zaytung diye birşey var. “Bu o mu ki?” diyorum, ama Cumhuriyet gazetesinin haberi. Bu sosyal medyayı da kullanmıyorum ki hiç; acaba birileri dalga mı geçiyor da ben anlamıyor, gerçek sanıyorum diyorum. Kendime daha çok sinirlenip hepsini elimin tersi ile bir tarafa itiyor, şu cam kulübedeki yatağa uzanmak istiyorum. Örtüsünde gözüm kaldı. Ne güzel. Sonra kulübenin içindekilerine takılıyor gözüm; yatak örtüsü Güney Amerika, yerdeki kilim -seccadeye de benziyor- doğudan bir yerlerden olsa gerek, İran belki. Bir de sol taraftaki pembeli morlu yer örtüsü… Üzerinde mum var. Nepal, Hindistan civarlarından sanki. Meditasyon mu yapıyor orada kalan o minderin üzerine oturup, mum yakarak? Ben ise yalnızca bu fotoğrafa bakarak medite olabilirim.

Bazen bir arkadaşın ofisindeki kül tablasına takılıyor gözüm, bazen aralık kalmış bir perdenin arkasından görünen rengarenk minderlere. Minderler Ankara’nın büyük sanat merkezlerinden birinde. Görevli görüyor aralık perdenin ardındaki minderlere baktığımı, hemen koşup perdeyi örtüyor. Ayıp örter gibi. Sevim Abla ile birbirimize bakıp gülüşüyoruz. Sevim Abla sen yine ne gördün orada diyor bana; Yutmi Cunyır’ı gösteriyorum. Oysa ne de güzel renkleri var minderlerin. Ne hoş görünüyorlar aralık, kalın siyah perdenin ardından. Bir kersinde yolda yürüken bir camın ardındaki yaprakları görmüştüm. Arkadan gelen ışıkla birlikte yapraklar çok hüzünlü göründü gözüme. Durdum baktııım baktııım. Cama öyle bir yapışmışlardı ki… Sanki sokaktan geçenlerden yardım ister gibiydiler. Tabii o an bana öyle geldi. Hatta o gün yanımda Özgür vardı. KA atölyeden arkadaşım. Birlikte yürüyorduk. Aynı şeye o da takılmış. O da çekti fotoğrafını ben de… Aynı şeye bakıp, aynı biçimde olmasa bile birlikte etkilenebileceğin insanların olması ne güzel diye geçirmiştim aklımdan. Bir gün de metal siyah bir kapının üzerine yapılmış bir iskelet grafitisi takılmıştı gözüme. El işareti en az kendi kadar dikkat çekiyordu. Kırmızı, siyah ve beyaz. Ona da durup bir süre baktığımı ama ne düşüneceğimi bilemediğimi hatırlıyorum. Yine de bu fotoğrafı birkaç arkadaşıma göndermiş olabilirim. Emin de değilim.

Cer Modern’de dolanmayı, oradaki sergileri gezmeyi seviyorum. Bir de o binayı, binanın malzemelerini seviyorum. Örneğin ne zaman gitsem, alt kattaki cam tavana mutlaka bakarım. Hele de yağmur sonrası. Çok süprizli olabiliyor. Ama bakarken ve fotoğraf çekerken kafayı 90 derece yatırmak gerekiyor. Korkuyorum bir gün pat diye düşeceğim diye. Çünkü kafayı o kadar geriye yatırınca çok tuhaf oluyor gerçekten. İnanmıyorsanız deneyin. Tavanda bir şey belirleyin, tam altına gelin ve onun yere paralel fotoğrafını çekmeye çalışın, bakın nasıl oluyor. Her seferinde acaba yere yatsam mı diye düşünüyorum.

Geçen gittiğimde Goethe Enstitüsü’nün bir sergisi vardı. Millet ekrandaki görüntülere bakıyor -çünkü orada Alman bir sanat yapmış, ekranda o gösteriliyor-, bense ekranın etrafına monte edilmiş gümüş rengi metalik balonun üzerindeki detaylara takılıyorum. Yutmi Cunyır ile saatler geçiriyoruz ekranların etrafındaki balonlara bakarak. 10’un üzerinde ekran vardı sanırım.

Bazen televizyondaki bir sanat kuşağında gördüğüm görüntülere takılıyor gözüm. Bazen kırık bir cama yansıyan kötü bir mimari yapıyı görüyorum. Kırık cam, ona yansıyan binadan daha estetik görünüyor gözüme. Gözümün ve aklımın takıldıkları bildik cümleler kurmama izin vermiyor bir türlü. Yeni bir şeyler söyleyemeyeceksen sus diyor ihtiyar keçi. Aaaa hayret, sonunda keçilerimden biri çıktı karşıma!

Geçenlerde danışmanlık yaptığım firmanın penceresinden bakarken yoldaki gölgeler takıldı gözüme. Neyin olduğuna bakmadığım flamaların gölgeleri, kendilerinden daha çok ilgimi çekti. Gölgeleri sevdiğim ve izlediğim kesin. Örneğin Yolgeçen Hanı, bu açıdan süprizlerle dolu… Yani sabah sabah balıkçı teknesinin üzerinde koca bir martıyı başka nerede görebilirim ki?

Bir parkta otururken gökyüzündeki yola arnavut kaldırımı taşlarından döşendiğini görüyorum. Bu sefer kafam ona taklıyor. Gökyüzünde yürüdüğümü hayal ediyorum. Dünyaya tersten bakmak nasıl olurdu ki? Evde kitap okurken -uzunca bir aradan sonra  okuduğum ilk kitap-  gözüm sehpanın üzerine takılıyor. Kitabı bırakıyorum. Aklım başka yere gitti yine. Porselen şekerliğe bakıyorum. Nusret ve Perihan Fişek geliyor aklıma, fındıklı ve tarçınlı akide şekerleri geliyor. Cinnah’taki ev geliyor. Birlikte yenen, bol sohbetli pazar öğle yemekleri… Artık yok. Okunmak için sırasını bekleyen Cumhuriyet Kitap ekleri sehpanın alt rafından “buradayız” der gibi bana bakıyorlar. Birden elimden kayıyor herşey sanki. Sonra kitaba dönüyorum. Onur’un o aklıma takılıp kalan, neredeyse adı kadar uzun olan, kıpkısacık  “Sıkı Yönetim Türküsü” adlı öyküsünü yeniden okuyorum;

“Yaz ortasında bacaları tütüyor evlerin, bu ne dumandır!”

Aklıma o akşam Onur’un öykü ile ilgili anlattıkları geliyor. Sonra Asaf Erdemli’nin sergisindeki o yıpranmış, vesikalıklardaki yüzlerin görünmez olduğu kayıt defteri…

Sonra bir yazı geliyor Yunus’tan. Ona takılıyor gözlerim, aklım. İyi geldiğini hissediyorum içime. Yazının tamamını okumak isterseniz; https://www.birgun.net/haber-detay/guzel-olan-mucadeledir.html

Kalanı da gideni de gidemeyeni de anlayabildiğimi düşünüyorum. Kimseyi yargılayamam. Kalmak zorunda olanı başka tabii ama kalmayı kendi seçen, niye ve ne için kaldığını bilen ve bunu kendisinden sonra gelenler onun yaşadığı -ya da yaşamadığı ama görmezden de gelmediği- sıkıntıları yaşamasın diye seçenlere hayranlık duymamak benim için mümkün değil.

Gördüğünüz gibi aklıma üşüşen düşünceleri ve dahi keçilerimi toplamam gerçekten oldukça zor şu sıralar. Her biri sabun köpüğü gibi demeye de dilim varmıyor. Ben de Orhan Veli’nin o meşhur dizlerinin arkasına saklanıveriyorum hemen;

“Beni bu güzel havalar mahvetti.”

Oh be rahatladım. Hiç birşey yazamadan dolanmaktansa böyle oradan buradan yazmak daha iyi geldi sanki. :)) Artık varsa bir falcı, psikanalist de olur, buyursun gelsin bi deyiversin nedir bu aklımın hal-i pürmelali?

Madem buralara kadar gelip, benim yazılı-görsel düşüncelerimi paylaştınız -iyi ki de paylaştınız- o zaman bu parçayı da birlikte dinleyelim mi? Hem yakışır da bu yazıya. Yakışmaz mı? Yakışır yakışır.  😉

 

“Bir falcı aranıyor, psikanalist de olur…” için 9 Yorum

  1. Ayse Diyor ki:

    Sabahin erken saatlerinde yazini okumak ,hosuma gitti ‘ve anilarimi tazeledi.Tesekkurler
    Aniyi okumak isteyenlere
    tum renkleri farkedebiliyor muyuz?
    2015 Geirenger

  2. Ayca Diyor ki:

    Yazı ve fotoğraflar harika. Karavan’in üstünde 17 T var.Çanakkale plaka no. Sanırım bana geliyor??

  3. Geçkin Gezgin Diyor ki:

    O kadar çok düşünmeyeceksin…
    Yormayacaksın kafanı öyle her şeye…
    Kimileri gibi, ya “Tembelliğin Sanatı” ya da “Tembellik Felsefesi” üzerine yoğunlaşacak ve bulutlarla yarışacaksın…
    Sonra…
    Ne bileyim sonrasını!..

  4. Ayşegül :) Diyor ki:

    Sabah sabah içim açıldı yine 🙂 benim de aklımda niyeyse hep gezmeler var, ha bi de geçen yolgeçen hanına gelip sohbet ardı huzurla uyuyup dinlenmişliğim 🙂 caanım Başak hocam… Anıyı da hemen okuyacağım tabi ki.

  5. Ülkü Diyor ki:

    Başak cığım merhaba

    Görsel ve müzikal şölen içimi ısındı..Bir de Hayatı sorgulamak tabi ki

    Dünyayı keşfedeceğimiz seyahatlerimiz olsun her zaman

    Teşekkürler

  6. Ülkü Seyhan Diyor ki:

    Başak cığım merhaba

    Görsel ve müzikal şölen içimi ısıttı…bir de hayatı sorgulamak

    Dünyayı keşfedeceğimiz seyahatlerimiz hiç eksik olmasın

    Teşekkürler

  7. İbrahim şepitci Diyor ki:

    Kafalar hep karışık, 16 sında ergenlik, 20 lerde gençlik, 30 larda olgunluk 40 larda sarhoşluk 50 lerde de böyle şeyler oluyor sanırım 🙂 kafanın oturacağı yer neresi acaba? En güzeli sal gitsin nereye konarsa ordan beslensin ruhun.

  8. Sevim Diyor ki:

    Başakcığım günaydın!
    İbrahim Şepitçiye katılıyorum! Hele 60’lar nasıl bir bilsen! Gelen gideni aratıyor mu nedir? Ya da giden hafifliyor mu? ? Amaan boşver be Başakcığım! Sanki oluyormuş gibi ben de saçmalıyorum… Başak sen en iyisi daha çok üret, daha çok paylaş… özlemişim… okumak güzel oldu… ?❤️???????

  9. Necla Diyor ki:

    Karışık kafa iyidir, düşündüğümüzü sorguladığımızı gösterir:-)) Yine de bir falcı eğlencesi güzel olabilir… Sana bakmak, seçtiklerini dinlemek iyi geliyor bana onu biliyorum… Enerjin bol olsun…

Yorum Yazın