Atlar, yunuslar ve filler
Hanoi’den Laos’a uçakla geçiyoruz. Laos’da ilk şehrimiz UNESCO Dünya mirası olan Luang Prabang. Daha otelin resepsiyon bankosundaki objelerden buram buram din kokan bir ülkeye geldiğini hissediyor insan. Belki gezinin içeriğinden de olabilir, Laos deyince aklıma hep Buda ve tapınaklar gelecek. Aslında Uzak Doğu ülkelerinde bu kaçınılmaz sanıyorum. Ama Vietnam ve Kamboçya’da din bu kadar hissedilir değildi. Bir de akşam kopan fırtına kıyamet… 🙂
Akşam otele varıp, yemeğimizi yemeye başladığımız sırada atıştırmaya başlayan yağmur, kısa bir sürede şimşek, gök gürültüsü ve sağanağa dönüştü… Ortalığı kasıp kavuran rüzgarı ise her ne kadar korunaklı otel odasından hissetmesek de, fırınanın izlerini ertesi sabah kopan ağaç dalları ve devrilen ağaçlar şeklinde görüyorduk. Ancak Laos halkı çok kısa bir sürede önceki gece yaşanan fırtınanın izlerini silerek, günlük yaşamlarına devam ediyordu. Belli ki çok alıştıkları birşeydi. Orada kaldığımız iki gece boyunca da aynı ritüel tekrarlandı. Sanırım musonlar kapıya dayanmıştı. Neyse ki bize gündüzleri izin verdi.
Bu arada şimdiden söyleyeyim, Laos’u tek bir bölümde bitirmeyi düşünüyorum çok uzun olmuş bu yazı diye mızıklanmaca yok tamam mı? :)) Ama hiç bir şeyi çok fazla uzatmayacağım için konsantre bir yazı olacak. Oldukça da ilginç şeyler anlatacağımı düşünüyorum, çabuk sıkılıp pes etmeyin derim…
Sabah, Vietnam’da tanıştığımız Mekong nehrinde bir yolculuğa çıktık. Nehir üzerindeki hayatlar, Saigon veya Kamboçya’da gördüğümüz kadar suya yakın değildi. Ya da bizim geçtiğimiz güzergah öyleydi bilemiyorum. Yaklaşık iki saat yol gittikten sonra, ekiptekilerin özel isteği üzerine Sinan programda küçük bir değişiklik yaparak, bizi fil gezisi yapılabilecek bir köye götürdü. Herkes fil gezisi yaparken ben de onlara fotoğrafçılık yaptı ve bir taraftan da köyü gezdim. Ben neden mi file binmedim? Açıkçası ben hayvanların üzerine binmekten pek hoşlanmıyorum sanırım. Üzerine binip gezmek isteyeceğim iki hayvan olabilir -ki onların da benimle gezmek istemesi şartıyla 😉 – at ve yunus balığı. Her ikisine de semersiz bir şekilde binip, onlar beni nereye götürüyorsa oraya gitmeyi çok isterim gerçekten. Hatta bunun hayalini kurarım zaman zaman. Bir yaban atının ya da yunusun yanıma gelip burnuyla bana dokunmasını ve hadi gel demesini hayal etmişimdir. Yunus’ta tek sorun nasıl hava alacağım. Çünkü yunusla yüzerken dalış kıyafetimle gezmek istemiyorum. Spare air dediğimiz küçük hava tüpleri var ama onda da hava çok az. Bilmiyorum nasıl olacak. Ama hayal kurarken tüpe gerek yok nasılsa 🙂
Neyse bu kadar hayal yeter. Ben köyde gördüklerimizden, gerçeklerden bahsedeyim biraz da… Akrepli, yılanlı, çıyanlı viskilerin yapılıp satıldığı bu köy, belli ki turistlerin uğrak yeri. Zaten fil çiftliğinden de belli. Ortalıkta çok fazla çocuk yok gibi. Olan bir grup iskambil kağıdı oynamakta, diğer bir kaçı da sanırım benim dağıttım balonlarla oynayacak. Köyde bir yeni bir de eski yapınak var. Aslında yeni ve eski demek pek doğru değil. Biri küçük, evlerin arasında, diğeri daha büyücek.
Tapınaklar ve Budalar her yerde. Fil ve köy gezisinden sonra tekrar teknemize binip, bu sefer de binlerce Buda heykelinin olduğu bir mağaraya gidiyoruz. Aslında bir değil iki mağara. Pak Ou mağaraları. Çeşit çeşit Buda heykeline doyduktan sonra yeniden tekneye binip, bu sefer şehirdeki beş büyük tapınağı geziyoruz.
Mısır’da da böyle olmuştu. Günde bilmem kaç tapınak gezmekten içimiz dışımıza çıkmıştı. Yalnız şunu itiraf edeyim benim bu tapınakları gezme nedenim bir mimarilerini seviyorum, iki, süslemeler ve bezemeler gerçekten çok renkli ve güzel. Yoksa dinle ne kadar ilgili olduğumu bilen bilir. Sanırım işin estetik yanı beni çeken… Neyse fotoğraflara bakıp buna siz karar verin artık 🙂 Bu arada tapınaklara girerken ayakkabını çıkartıp, yere kadar değil ama diz kapaklarını örten, bir de askılı değil ama kısa kollu bir şey giymen yeterli. Baş örtmek gerekmiyor. Tapınağın bahçesinde o da şart değil, istersen şortla gez. Hazır yazmaya başlamışken bu kıyafet konusunda diğer bildiklerimi de aktarayım bari… Turuncu kumaşlara sarınmış Mong dediğimiz Budist keşişler var. Bunların bir omzu açık olanları yeni öğrenci demekmiş. Aldığı eğitime ve geldiği seviyeye göre omuz kapanmaya, bazı farklı renkler kullanılmaya başlıyormuş. (Ama ben sokak arasında bir yaşı ileri rahip görmüştüm onun bir omzu açıktı o biraz kafamı karıştırdı. Fotoğraflarda siz de göreceksiniz.) Bir de her sabah bu rahip ve rahip adaylarına pirinç veren dindar insanlar var -ya da yardım sever demek belki daha mı doğru bilemedim- onlar da omuzlarına bir kuşa geçiriyorlar. Bu konuda çok fazla bilgi bir işimize yarar mı? Pek sanmıyorum ancak anladığım, sanırım her dinde bir tarafına bir kumaş sarma işi var. Bu benim gözlemim. Daha detaylı bilgiye sahip değilim.
Birinci günümüz böyle geçti. Of bu Cunyır çok mu obur ne. Ne kadar çok fotoğraf var. Vazgeçtim ikinci günü ayrı bir bölüm yapacağım. Biraz daha tapınalım isteyen varsa gezemeye devam edebilir :))) Ama şunu da söylemeden edemeyeceğim, evet bu ülkede çok fazla tapınak ve binlerce Buda heykeli var ama bununla birlikte halk Tibette veya Hindistanda olduğu kadar bu mekanlara gitmiyor. Burada keşişlerden sonra en çok gördünen turistler.
02 Haziran 2016 Perşembe, 10:00 at 10:00
Senin kadar olmasa da bizde görsel doygunluğa ulaştık sayende 🙂 Belli ki her nokta kendi başına benzersiz. Din, insanlığın en güzel binaları yapma sebebi olmuş, sonra despotların despotlukları mimariye hizmet etmiş :))) şimdilerde de kapitalizm sağ olsun mimarlığı destekliyor :))
03 Haziran 2016 Cuma, 11:16 at 11:16
Lunapark gibi bir ülke. Fotoğrafları izlerken huzur doldu içime.
Buradaki çocuklar masal diyarında gibi yaşıyor olmalı.
Teşekkürler Başakcım.
05 Haziran 2016 Pazar, 04:24 at 04:24
Atın ya da yunusun götürdüğü yere gitme konusunda kurduğun hayal o kadar mutlu etti ki… Bu hayali kurduğun, paylaştığın için teşekkür ediyor ve böyle güzel hayal kurabilen bir arkadaşım olduğu için kendimi şanslı sayıyorum 🙂
05 Haziran 2016 Pazar, 08:59 at 08:59
Yazını okurken “Derinlik Sarhoşluğu” diye bir film izlemiştim yıllar önce; o geldi aklıma. 🙂 Fotoğraflar çok güzel. Buda mutlu ben mutlu! 🙂
13 Haziran 2016 Pazartesi, 14:59 at 14:59
Buda gerçekten mi mutlu, yüzünde gezen kertenkele onu gıdıklıyor mu yoksa?
25 Temmuz 2016 Pazartesi, 14:11 at 14:11
Hep söylüyorum, Sen tanıdığım en farklı bakış açısına sahip fotoğraf sanatçısısın:)) Hayallerinin gerçek olması dileğiyle…Teşekkürler:)
18 Ekim 2016 Salı, 09:30 at 09:30
Tekrar elinize ,ayağınıza sağlık. Hepsi çok güzel etkileyici ve ufuk açıcı.