Yutmi

Yutmi Cunyir avm’de ben film peşinde

Mart 07 2016

AVM’ye gitmeyi pek sevmem ve gideceksem de daha çok de sinema izlemeye giderim. Geçtiğimiz hafta “!f Ankara Film Festivali” vardı ve festival Armada’daydı. Böylece ben de üç gün üstüste avm’ye gitmek durumunda kaldım. Yutmi avm sevmez. Ama Yutmi Cunyir tutturdu beni de götür diye. E peki hadi gel o zaman dedim ben de… Bakın neler yuttu ufaklık.

*   *   *

Festivalden dört film izleyebildim “Quincy’de Mevsimler: John Berger’in Dört Portresi”, “Ormana Doğru”, “Serçeler” ve “Körlük Üzerine Notlar”. Filmler içinde beni en çok etkileyen; “Körlük üzerine notlar” oldu.

Üzerine yazmak istediğim ise “Ormana Doğru” ve “Körlük Üzerine Notlar” filmleri.

* * *

Körlük Üzerine Notlar”, gerçek bir yaşam öyküsü. Üniversitede hoca olan, yazar ve dinbilimci John Hull, 48 yaşında görme yetisini kaybeder. Hull’un hayatındaki bu büyük değişimle başa çıkabilmek için yaşadıklarını anlatan filmi izlerken, insan, görerek yaşabilmenin değerini bir kere daha anlıyor. “Körlüğü anlayamazsam, körlük beni yenecekti” diyen Hull’un körlüğü anlamaya çalışırken yaşadıklarından beni çok etkileyen bir kaç cümleyi paylaşmak isterim;

Gülümsüyorsunuz ama karşınızdaki de size gülümsüyor mu bunu bilemiyorsunuz. Bu nedenle bir süre sonra artık gülümsemediğimi farkettim” diyor Hull. Bu cümleyi duyduğumda, gözleri gördüğü halde gülümsemelere karşılık vermeyen yüzler geldi gözümün önüne…

Yağmuru görmüyordum ama onun suya, yaprağa, betona, metale düşerken çıkardığı seslerin farkını duyuyordum ve bu çok etkileyiciydi” diyor Hull. O an düşündüm; ben hiç böyle duymadım yağmurun sesini diye… Çok önemli bir şey daha “Edilgenliği kabul ettiğim an işim biter” diyordu. İşte bu bilinçle Hull yeni dünyasını anlamaya çalışıyor, bu dünyayı tanıyor, onunla nasıl yaşamını devam ettireceğini keşfediyor ve seksen yaşına kadar yaşıyor… Hull geçen sene hayata gözlerini yummuş.

İçiniz mi karardı. Ama ne demiştim dün; güneş herkese farklı doğar.

* * *

Festivaldeki bir diğer film de “Ormana Doğru”

Yüksek teknolojinin her yanı sardığı yakın bir gelecekte, iki kız kardeş babalarıyla birlikte ormanın içindeki “yüksek teknoloji ile donatılmış” gerçekten herpimizin hayranlık duyacağı evlerinde yaşamaktadır. Dans seçmelerine hazırlanan Eva gece gündüz prova yaparken, Nell tüm zamanını üniversiteye giriş sınavı için ders çalışmakla geçirmektedir. Bir gün, ailenin yaşadığı bölgede bilinmeyen bir sebeple elektriklerin geri gelmemek üzere kesilir ve hepsinin hayatı tamamen değiştiriverir. Başta babaları olmak üzere etraflarındaki her şeyi yavaş yavaş yitiren iki kız kardeşin hayatta kalma mücadelesini anlatır.

Filmde, elektriğin ve teknolojinin hayatımıza nasıl yaşamsal bir biçinde girdiğini görürken, onsuz da yaşanabildiğini gösteriyor ve elimizdeki şeyler her ne kadar güzel, şık ve pahalı da olsa birgün oları da kaybedebileceğimiz gerçeğini vurguluyor. Beni etkileyen diğer bir şey, medeniyetten uzaklaştıkça insanın içindeki hayvanın yani vahşi taraflarının da nasıl ortaya çıktığı oldu. Sakın yanlış anlaşılmasın; teknoloji olmadan insan medeni olamaz demek istemiyorum. İnsanoğlunun elindekileri kaybettiğinde nasıl bir canavara da dönüşebileceğinden bahsediyorum. Yani her türlü olumsuz koşula karşı insan olabilme özelliğini kaybetmeden yaşamını sürdürebilme halinden bahsediyorum.

Filmde beni etkileyen sahnelerden biri; iki genç kız ormanda tek başlarına yaşam mücadelesi verirken, kasabanın market görevlisinin gelip, kızlardan birine tecavüz etmesi ve ellerinde kalan son bidon benzinle arabalarını alıp gitmesiydi. Adamın insanlıktan çıktığı kesindi. Ama kökü olan hayvana da benzemiyordu. Kuğulu parktaki ördekleri bilirsiniz. Orada erkek bir dişinin peşinden gider, yakalayıp tepesine biner, bir taraftan gagasıyla dişinin kafasını didiklerken bir taraftan cinsel ihtiyacını giderir. Dişinin isteyip istememesi önemli değildir. Ne zaman bir tecavüz sahnesi izlesem aklıma bu gelir. Ama arada ciddi bir fark vardır; sonra ördekler yüzmeye devam ederler. Oysa kadın acı çeker, ruh sağlığını yitirir, hayatı değişir… Üstelik hiç bir hayvan, cinsel ihtiyacını giderdikten sonra diğerini katletmez, “gelişmiş” bir hayvan olan insan dışında…

Ne yazık ki yanlış yönetim ve eğitim sistemlerinin, baskıcı dini politikaların, yetersiz hukuk düzenin ve savaşın olduğu ülkelerde de kadına ve insan onuruna uygulanan şiddetin arttığı görülür.

İçiniz mi karardı. Evet güneş herkese farklı doğar.

* * *

Bugün bizim için yaşama sevinci olan güneş, görmeyen bir göze farklı doğar. Şiddet görmüş bir insana, tecavüze uğramış bir kadına, bu acıyı yaşayan bir aileye, sabah erkenden sürüyü otlağa götürmek zorunda olan uykusunu alamamış çocuğa, savaşın içinde yaşayan insanlara farklı doğar güneş.

Sağlıklı bir yönetimle, sağlıklı insanlarla, aydınlığı ve insan onurunu kaybetmeden görebileceğimiz güneşli günler diliyor, 8 mart Dünya Kadınlar günümüz kutlu olsun diyorum.

* * *

Reklam firmalarının televizyonda kutlama yarışına girdiği, çiçekçilerin çiçek fiyatlarını arttırdığı, bu günü kutlamak için sokağa çıkan kadınların coplanığı 8 mart niye mi dünya kadınlar günü? Tarihçesine bakmak lazım (*). Ama daha önemlisi bu ve buna benzer olayların tekrarlanmaması için bunun bilincine varmak lazım. Ne diyordu Hull; “körlüğü anlayamazsam körlük beni yenecekti”. Bugün dünyanın geldiği noktaya bakıyor ve sorum; sizce insanoğlu bu bilince nasıl ulaşacak?

(*) 8 Mart tarihinde ABD’nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda 129 kadın işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 10.000’i aşkın kişi katıldı. 1910’dan itibaren bazı ülkelerde “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılması kabul edilen gün, 1977’de, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından da, 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılmasını kabul edildi. Birleşmiş Milletler’in sitesinde günün tarihine ilişkin bölümde, kutlamanın New York’ta ölen işçilerin anısına yapıldığı yazılmamıştır.

Türkiye’de 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmaya başlandı. 1975 yılında ve onu izleyen yıllarda daha yaygın, ve yığınsal olarak kutlandı, kapalı mekanlardan sokaklara taşındı. “Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı” programından Türkiye’nin de etkilenmesiyle, 1975 yılında “Türkiye 1975 Kadın Yılı” kongresi yapıldı. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nden sonra dört yıl süreyle herhangi bir kutlama yapılmadı. 1984’ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” kutlanmaya devam ediliyor.

“Yutmi Cunyir avm’de ben film peşinde” için 6 Yorum

  1. Yasemin Şenyurt Diyor ki:

    Etkileyici ve sarsıcı güzel yazın için teşekkür ediyorum. Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyorum.

  2. ibrahim şepitci Diyor ki:

    Ben de bu özel günü kutluyor, kadınların daha kadınlara uygun, istikbal kaygısıyla ağır işlerde, çalışmak zorunda olmadıkları günlere kavuşmalarını diliyorum.

  3. Özlem Turgut Diyor ki:

    Yine pek hoş bir yazı olmuş bu, en kısa zamanda izleyeceğim bu filmleri. Yazılarını, gören gözünü, işiten kalbini, sıcak kelimelerini çok seviyorum 🙂

  4. Nur Canoglu Diyor ki:

    Çarpıcı filmler, çarpıcı yorumlar… Tesekkurler
    “Diren” filmi de bilmedigimiz baska bir mucadeleyi gosteriyor…

  5. Nurgök Diyor ki:

    “Göze sokulan” o minik parmağı çok sevdim. 🙂 Teşekkür ederim.
    8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlu olsun!.. Sevgiler.

  6. ayse Diyor ki:

    Bu yazıyı okumak beni cok mutlu etti. Icım hic kararmadı, hem de hic….Gerceklerden kaçamayız yeterki öğrenmesini bilelim. Bu iki filmi de izlemeyi isterim.
    Tesekkurler…

Yorum Yazın