6. , 7. ve 8. Sayılar (2015)
28 Temmuz… Son yazımı en son 28 temmuzda yayınlamışım. Hiç bu kadar uzun süre uzak kalmamıştım Yutmoğraf’tan. Bir çoğunuz belki yine bir yolculukta olduğumu sanıyordur. Aslında bir çeşit yolculuğa çıktığım söylenebilir. Çok uzun, zorlu ve yorucu bir yolculuk… Yine bir tavşanın peşine takıldım. Şimdiye kadar gittiğim yerler içinde en etkileyicisiydi. Yutmi de yoktu ki yanımda size anlattsın fotoğraflarla… Bakalım, belli mi olur belki ben bir gün anlatmayı becerebilirim bu müthiş yolculuğu. Ama bu yolculukta Yutmi olmadığından, yazarak anlatabilmek için benim biraz daha fazla çalışmam lazım. Ve ne zaman nerede yayınlanır bilinmez 😉 Belki aklımın keçilerinde, belki gittik gördük bölümünde belki de farklı sesler farklı kalemler, farklı kareler bölümünde…
Bu uzun aradan sonra hadi kaldığımız yerden devam edelim ve dünyada yaşanan çirkinliklere inat, biz güzellikleri paylaşmaya ve çoğaltmaya devam edelim. Şimdilik bundan başka ne gelir ki elden? Bari bundan vazgeçmeyelim.
Size Serdar Hocam’ın en sevdiğim şiiri ile merhaba demek istiyorum. Sanırım bu uzun araya da bu şiir pek yakışacak 😉 Sonra da güzel bir görsel ve işitsel şölene ne dersiniz?
Hadi biraz eğlenelim mi? Belki izlediniz ama ben her izlediğimde aynı keyfi alıyorum 🙂
* * *
Yılbaşı değil birşey değil şimdi bu keçiler neden zıplıyor demeyin. Önce videoyu izleyip, sonra aklımın keçilerine
https://www.yutmografim.com/acaba-neden/ gidin ve söyleyin bana ne olur, onlar zıplamasın da kim zıplasın :)))
* * *
Fotoğraf mı? Walla en son fotoğrafı Temmuz ayında İstanbul’da çektik. KA’da bir atölyeden bahsetmiştim ya size Foto-Roman diye… İşte o atölye çalışması sırasında, Calvino’nun “Bir kış gecesi eğer bir yolcu” isimli kitabından yola çıkarak bir çalışma yaptık. O çalışmanın fotoğrafları var en son ama şimdi burada yayınlayamam çünkü sanırım sergisi olacak. Sergi olursa belki gelip sergide görürsünüz. Ne güzel olur 🙂 Yani ancak sergiden sonra koyabilirim Yutmoğraf’a. Tabii sergi olmazsa o zaman da koyabilirim.
Fakat bu atölye Yutmi’yi çok etkiledi azizim. Arkadaşa fotoğraf beğendiremiyoruz. Neymiş efendim fotoğrafın da bir felsefesi olmalıymış :))) Ben onu bir geziye götüreyim bakayım yine felsefe diyebilecek mi bana oralarda. İki kitap okudu, bacaksızın tavrına bak !
* * *
Bu sayıyı Sevgili Nurgök’ün Yutmoğraf’a hediye ettiği bir öykü ile bitiriyor ve kendisine teşekkür ediyoruz 🙂 Nurgök’cüm biraz geciktik, kusurumuza bakma olur mu?
Bu da Yutmi için bir fotoğraf öyküsü. Daha doğrusu; çekilemeyen bir fotoğrafın öyküsü. Yutmi orada olsaydı, bu fotoğrafı yalayıp yutmak ister miydi bilmem ama; benim yanımda o an ne Yutmi vardı; ne de onun kardeşlerinden biri. Gözlerimle çektim bu fotoğrafı.
Otobüse zor yetiştim bu sabah.
Komşunun bahçesine tel örgüler arasından girip, yine de “buraların sahibi benim” der gibi gezinen alaca renkli tombul tavuklar gibi eşelenirken; o çiçeğin yaprağına, bu böceğin kıllı bacağına bakayım derken zaman uçmuş. Aklım bir karış tepemdeki gül ağacının dalında takılı kalmış.
Sokağın köşesini dönmüştüm ki, otobüs, karşıdaki durakta beliriverdi. Komşunun terliğini kıçıma yemiş gibi gıdaklayarak; kollarımı kanatlarmış gibi çırparak koşmaya başladım. Şoför tarafından fark edilebilmek için, evrene sessiz çığlıklarla seslendim. Şoför beni gördü. Mucizelere bir kez daha şaşarak bindim otobüse. Şoföre teşekkür bakışım, evrene idi aslında.
Paramı ödeyip, ortalarda bir yere oturdum.
Önümdeki sırada, pencere kenarındaydı. Orta kapının hemen arkasında.
Önce penceredeki yansımasını mı gördüm; kesik , incecik hıçkırıklarını mı duydum yoksa; şimdi bilemiyorum. Fark ettiğim, ağladığıydı.
Sanki boğazına bir şey kaçmış gibi hıçkırıyordu. Belli belirsiz. Hıçkırık değil de, boğazına, nehir renkli kütür bir üzüm tanesi kaçmış gibi. Baharda şehveti kızışan çiçekler gıcık etmişti sanki onu; zarifçe kıvrılan başparmağıyla, usulca düşmeden yakalıyordu gözünün kenarından yaşını.
Saçları kıvır kıvırdı, hani “tuz-karabiber” dedikleri karışık renkte olanlardan. Dağınık ama yuva gibi düzenli saçlarının arasına evsizlerin umudu saklanmıştı. Evini yakıp, aklını dağıtıp; kalbini sokaklara vurmamıştı ama. 30’ları başımı çevirsem şuracıkta, 40’larına yeni dönmüştü. Yaşı olmayanlardandı besbelli. Neden istedim ki bunu düşünmeyi; bilmiyorum.
Otobüsün camına yansıyan yüzüne baktım.
İnceden içini çekiyor; zaman duruyordu sonra.
Pencereden çok uzaklara bakıyor; zaman duruyordu sonra.
Gizlice ağlamayı bilen insanların kaçamak öksürükleriyle tıkanıp, sessizce iç çekiyordu. Sonra zaman duruyordu.
Bu kadar güzel ağlayan bir adam görmedim daha önce.
Uzanıp omzuna dokundum; içimden.
“Yapabileceğim bir şey var mı” diye sordum. İçimden.
İçimden “iyi misin?” diye sordum.
Tam önündeki camdan yansıyan yüzüne baktım. Otobüsün camından yansıyan gözlerine baktım. Azizlerinki gibi biçimlenmiş burnuna, kısacık sakalına, ince; küsmüş güzelim dudaklarına baktım. Gözlerindeki ışığı kesen acıya baktım. Gözlerimle çektim resmini.
Otobüs durağa geldi. Ayağa kalktım; geçerken kucağında yan yana duran ellerini gördüm. Bir kitap tutuyordu ellerinin arasında.
Siyah zemin üstünde, mavi harflerle kitabın adı. İlk sözcüğü okuyabildim.
Takılı kaldı aklıma. Hıçkırık gibi.
Önünden geçerken başımı eğişim selamdı. Gördü mü, bilmem.
07 Eylül 2015 Pazartesi, 16:59 at 16:59
Başak’cığım; senden ve Yutmoğraf’tan haber almak her zamanki gibi sevinç verdi. 28 Temmuz’dan bu yana neler yaptığını yazarsın belki bir gün diye heyecanla beklemekteyim.
Serdar hocanın şiirini ben de çok sevdim. Hep aklımda olacak. Çekilmeyen fotoğrafın öyküsünün Yutmoğrafya’da yer almasından çok büyük mululuk duydum. Kucaklıyorum seni.
08 Eylül 2015 Salı, 10:11 at 10:11
Ben fotoromani acayip merak ettim. Sergiden once gorsem?
08 Eylül 2015 Salı, 11:10 at 11:10
Öyküyü sevdim, düğüm düğüm boğazımızda kalan hıçkırıkları elimizden bi şey gelmeyen durumları hatırladım… Şiiri ve fotoğrafı ve tabi cirquel du soleil çok sevdim:-)
08 Eylül 2015 Salı, 14:55 at 14:55
Merhaba, merhaba…ben de benden uzakta kalmıştım tam da sen ortalarda yokken, böylece karşılaşmış olduk kaldığı yerden 🙂
10 Eylül 2015 Perşembe, 17:40 at 17:40
hoşgeldin, hoşbulduk 🙂
27 Ekim 2015 Salı, 16:52 at 16:52
Gölerim doldu nedense…