Telaviv’e varış ve bir şabat günü Kudüs
İstanbul üzerinden Telaviv’e doğru uçarken içimde bir kaç hafta önce Mescidi Aksa’da yaşanan olayların tedirginliği olduğunu hissettim. Bir de pasaport kontrolü sırasında neler yaşayacağımızı merak ediyordum.
Bir arkadaşım pasaportta İsrail vizesi olduğu takdirde Mısır’a İran’a ve bazı Arap ülkelerine giremeyeceğimi söylemişti. Engin ise toplu vize alındığı için bunun sorun olmayacağını yalnız pasaport kontrolünden geçerken pasaporta damga istemediğimizi hatırlatmamızı söylemişti. Bunu Küba’da da yaşamıştım. Küba da pasaporta vizeyi yapıştırmıyor. Pasaporta bir kağıt zımbalıyor, çıkarken de çıkartıp geri alıyor. O da bunu Amerika’ya gitmek istersek sıkıntı yaşamayalım diye yapıyor.
Girişte değil ama çıkışta çok sıkı arama yapıyorlar, çok fazla soru soruyorlar, fotoğraf makinesindeki fotoğraflara bile bakıyorlar dedikleri için ben öyle az eşya ile gittim ki yanıma küçük bilgisayarımı bile almadım. Onun için tüm geziyi aldığım ufak tefek notlara ve fotoğraflara bakarak şimdi yazmaya başlıyorum.
Neyse nerede kalmıştık; Telaviv havaalanına inip pasaport kontrolüne geldiğimizde görevlinin bana sorduğu soru, hiç de önceden hazırlandığım soru olmadı. Görevli; son bir kaç ay içinde Afrika’da bulundunuz mu diye sordu, ben de hayır dedim. İsrail’de ne kadar kalacaksınız dedi, altı dedim. Bir de rica ettim pasaportuma damga vurmasın diye ve geçtim. Bana bir küçük kağıt parçası verdi. Bu kağıdın pembesinden de çıkarken vereceklermiş, hepsi bu… Bütün grup bu şekilde geçti.
Telaviv’e bir şabat günü gelmiştik. Şubat değil, şabat 🙂 Şabat, Yahudiler için dinlenme günü demekmiş ve cumartesi sabah gün doğumu ile başlayıp, akşam gün batımına kadar sürüyor. Ne olmuş biz de pazar günü çalışmıyoruz diyebilirsiniz ama burada ki dinlenme öyle böyle değil. Asansörler bile cumartesi özel çalışıyormuş şabatta, her katta durduğu için siz elinizi bile kaldırmıyormuşsunuz düğmeye basmak için… Artık varın gerisini siz düşünün. Telaviv’den yaklaşık bir bir buçuk saatlik bir otobüs yolculuğundan sonra Kudüs’e vardık. Yollar -sanırım şabattan dolayı- öyle boştu ki… Ama artık hava kararmaya ve sokaklarda tek tük insanlar görünmeye başlamıştı. Otelin önüne gelip otobüsten indiğimizde karşılaştığımız manzara karşısında diğerlerini bilmem ama ben “şimdi papazı bulduk” dedim. Zira hemen önümüzde duran bir başka otobüsten de bir otobüs dolusu tam donanımlı -yani üzerlerinde el bombası dahil her şey olan- kalaşnikoflu askerler inmiş bizimle beraber otele giriyorlardı. Birden aklıma “Otel Ruanda” filmi geldi. Sakince rehberimiz Ruti’ye yanaşıp, en yumuşak sesimle; bu askerler niye gelmiş ki? diye sorduğumda; bana onların asker değil jandarma ve sınır polisi olduğunu, Mescidi Aksa’da yaşanan olaydan sonra Kudüs’e takviye birlik olarak gönderildiklerini, endişelenecek bir şey olmadığını, onlarında bizim gibi bu otelde kalacağını söyleyince az da olsa rahatladım.
Kudüs’ün almış olduğu isimlerin büyük çoğunluğunda ortak anlam “BARIŞ” ve “KUTSAL” kelimelerine dayanmaktaymış. Ancak Yahudiler için ruhani merkez, Hristiyanlar için tarihin başladığı ve biteceği yer, Müslümanlar için de Mekke ve Medine’den sonra üçüncü kutsal şehir olan bu şehir, tarih boyunca kutsallık vasfını korumuşsa da barışı hiç bir zaman sağlayamamış görünüyor.
Odalarımıza yerleşip, akşam yemeğini de yedikten sonra Ruti bizi Kudüs’de akşam yürüyüşüne davet etti. Oldukça boş olan sokak ve caddelerden geçtik. Her yer tarih kokuyordu. Tüm binalar taş kaplıydı (Kudüs’te böyle bir kanun varmış. Binaların dışı taşla, üstelik aynı taşla kaplanırmış). Ben travertene benzettim ama Ruti değil dedi. Ne taşı bilmiyorum. Fotoğraflara baktıkça görürsünüz zaten.İstiklal caddesine benzer bir caddede bir kadın, boş sokaklara keman çalıyordu. Kemanın sesine gelen beş on kişi oldu ne güzel 🙂 İşte Kudüs’te ilk gecemiz böyle geçti.
Hazır müzikten bahsetmişken; Annesi babası Rus Yahudilerinden olan, Filistin İsrail barışı için orkestra kuran, Nobel ödüllü dünyanın sayılı orkestra şeflerinden İsrailli Daniel Barenboim ile Arjantinli piyanist Martha Argerich’in birlikte çaldıkları bir parça dinleyelim ve sabaha Mescidi Aksa’da buluşmak üzere diyelim… 🙂
06 Aralık 2014 Cumartesi, 18:45 at 18:45
Arkadaşlar resimlere tıklamayı unutmayın!
06 Aralık 2014 Cumartesi, 20:33 at 20:33
Merakmi mazur gorun, mescidi aksa’ya giriste fatiha okudunuz mu? Uzun bi ucusta olucam okuyamayabilirim sabah yazisini vaktinde 🙂
07 Aralık 2014 Pazar, 11:00 at 11:00
Şabat günü asansörlerin durumu ile ilgili olarak yaZdıkların bana “ateş arabaları” filmini hatırlattı (chariots of fire). Uzun yıllar önce atletizm takımında kısa mesafe koşucusu iken seyrettiğim ve bugün bile Vangelis’in eseri olan film müZiğini duyduğumda hala çok etkilendiğim bir film olur kendisi.
07 Aralık 2014 Pazar, 11:19 at 11:19
İngiltere’de bir Yahudi ailenin yanında kalmıştım, 6 ay. Onlardan biliyorum şabatı. O taş da havara taşı olabilir, doğduğum şehirde binalar ondan yapılırmış bir zamanlar. Şimdi pek yok. Oysa şehirler üzerine kuruldukları toprağın taşıyla inşa edilmelidir bana göre. Böylece doğal iklim şartları oluşur her evde… Sevgiler Yutmi.
07 Aralık 2014 Pazar, 11:53 at 11:53
Selam Başak,
Anlatımın çok akıcı, diğer bölümleri merakla bekliyorum.
07 Aralık 2014 Pazar, 16:44 at 16:44
çok tanıdık geldi anlattığın yerler 🙂
07 Aralık 2014 Pazar, 16:49 at 16:49
Devamını merak ediyorum. 🙂
Tekrar hoş geldin Türkiyeye sevgili Başakcım.
07 Aralık 2014 Pazar, 22:46 at 22:46
Eline sağlık. Geziyi yeniden yaşıyorum, devamını bekliyorum.
08 Aralık 2014 Pazartesi, 13:05 at 13:05
Şabat günü elektrik de kullanmadıklarını duymuştum, asansör düğmesine basmak bir tür elektrik kullanımına doğrudan aracılık etmek diye böyle bir uygulama yapmışlar herhalde. İlginç.
08 Aralık 2014 Pazartesi, 15:33 at 15:33
:))
08 Aralık 2014 Pazartesi, 19:31 at 19:31
Saniye’cim Yahudiler gerçekten de -benim için- ilginç insanlar. Bir kere çok çalışkan oldukları kesin… Keşke orada daha uzun zaman yaşamış ve onlarla iş yapmış arkadaşlık etmiş kişiler de buralara birşeyler yazsa da şu yazılar biraz daha anlam kazansa… Bakalım belki bir ses veren olur 🙂
09 Aralık 2014 Salı, 00:18 at 00:18
Sevgili Başak iyiki varsın, bu güzel saatleri bana tekrar yaşatıyorsun, nasıl taşıdığına hayretle baktığım güzel kameranla büyük iş başarıyorsun çok mutluyum
09 Aralık 2014 Salı, 23:40 at 23:40
Harika, anlatım çok akıcı, unutulan küçük ayrıntılar bile hatırlanıyor. Notlar kısa alınmış bu denli sıcak, güzel. Uzun uzun alınan notlarla yazılar geziler merakla bekleniyor. 🙂
Sevgiyle
13 Aralık 2014 Cumartesi, 12:32 at 12:32
şimdi fırsat bulup okumaya başladım….harika…ellerine sağlık…
13 Aralık 2014 Cumartesi, 12:36 at 12:36
Sara’cım Yutmoğraf’a hoş geldin 🙂
Biz her zaman buradayız. Ne zaman istersen bekleriz 🙂
15 Aralık 2014 Pazartesi, 12:38 at 12:38
Sevgili Başak,
Benim de Ruti’nin rehber olarak katıldığı bir İsrail turum olmuştu. Kesinlikle görülmesi gereken yerler. Ancak, gümrük çıkışında yapmadıkları kalmadı.Sanki bu Ülkeye bir daha gelmeyin der gibilerdi. Bunu bilmeden gidenler için İsrail bir kabus. Ama gitmeyin de diyemem.Sevgiler.
16 Aralık 2014 Salı, 14:49 at 14:49
Sevgili Ruti, bizim hem rehberimiz, hem arkadaşımız, hem de oradaki dostumuz. İsrail gezimiz boyunca bize tüm bildiklerini aktarmaya çalışan, sevimli, cin gibi, gülüşü ile her zaman yorgunluğumuzu alan, sinirlendiği zaman bile bizim arkadaşımız. Sen çok yaşa. Tekrar orada buluşmak dileği yaşıyor bizlerde.Haberin olsun….
Sevgiler.
Nazim GUMUSSOY