Çocuk ve Ağaç
Resim yapmayı seviyordu. Öğretmen, o günkü resim dersinde, ağaç konulu resim yapmalarını istemişti. Bu bir ormanda olabilirdi, bahçe içinde bir ağaç da… Hemen kendi ağacı geldi aklına… Köyde, babasıyla birlikte diktikleri ağaç… Babası köyde ilkokul öğretmeniydi. Aynı zamanda onunda ilk öğretmeni… Evleri -lojman- okulun hemen yanındaydı. Ağacı evin önüne, çeşmenin yanına babasıyla birlikte dikmişler, can suyunu birlikte vermişlerdi. Boyu ancak kendi boyu kadardı. Birlikte büyüyeceklerinin o gün farkında mıydı bilinmez ama bugün Onun ve diğer çocukların ağaçları, boyunu çoktaaan geçmişti. Babası sınıfındaki diğer çocuklara da ağaç diktirmiş, okulun önündeki boş arazi, o gün, çocuklar kadar küçük ağaçlarla dolmuştu.
Her sabah uyandığında ağacına bakar, onu sulardı. İlkokulu bitirdiğinde, ağaç da Onunla birlikte boy atmış, serpilmişti. Ama o bölgede esen sert rüzgarlardan olsa gerek, eğri uzamıştı. Sanki rüzgar hiç durmadan esiyormuş da onu da eğiyormuş gibi bir görüntüsü vardı. O kadar eğriydi ki, koşarak üzerine çıkabilirdi.
Ortaokula devam edebilmesi için köyden ayrılması gerekiyordu. Artık evden uzak, yatılı bir eğitim hayatı onu bekliyordu. Yeni okulunda tüm derslerinde olduğu gibi resim dersinde de başarılı bir öğrenciydi. Çalışmak ve başarılı olmak… O küçücük yaşında, minik dünyasında neler yaşıyordu bilinmez ama O hep çalıştı, okudu… Derslerinden hep pekiyi alırdı. Resim dersinden de. Resim yapmak Ona ayrı bir keyif verir, Onu, kağıt üzerinde, bir kaç saatliğine bile olsa uzaktaki sevdikleriyle buluştururdu. Kimi zaman köydeki evlerini ,kimi zaman kara tahta başındaki babasını, kimi zaman da ocak başındaki anasını resmederdi.
O gün öğretmeni ağaç resmi yapmalarını istediğindeyse, kendi elleriyle diktip büyüttüğü ağacıyla buluşacaktı. Sınıftaki en güzel ağaç resmini O yapacaktı çünkü gerçek bir ağacı, üstelik kendi elleriyle diktiği ağacını resmedecekti… Önündeki boş kağıdın üzerinde minik ellerini dolaştırdı. Sonra ilk önce gövdesini çizmek için kahve rengi boya kalemine uzandı. Çizdikçe kendini evinin bahçesinde buluyordu. Ağacı diktikleri günün ertesi ve sonraki günlerin sabahında uyanır uyanmaz gidip büyümüş mü diye baktığı geliyordu aklına. Diğer çocukların ağaçlarına da bakıyor, kendisininkinin ne kadar büyüdüğünü ölçüyordu. Annesinin kahvaltıya çağıran sesini duyuyordu. Artık sınıfta değildi, köyde okulun bahçesinde, evinin önündeydi. O resim hiç bitmesin istiyordu. Aslında ne zaman resim yapsa, hiç bitmesin hep resim yapsın isterdi. Ama zaman dolmuş, öğretmen resimleri toplamıştı.
Bir sonraki resim dersini sabırsızlıkla bekledi. Yine çok iyi bir not bekliyordu. Ama resminin arkasına bakıp da öğretmenin verdiği zayıf notu görünce gözlerine inanamadı. Şaşkın ve soran gözlerle öğretmenine baktığında, resim öğretmeni; “ağacı eğri çizmişsin, onun için notunu kırdım. Bir dahaki sefere ağaçları düzgün çizmeyi öğrenirsin” dedi.
Yıllar sonra oğluyla birlikte ziyaret ettiği köyünde, artık ağıla dönmüş okulun ve virane evin bahçesindeki ağacına bakarken, hayatta dikili bir ağacı olmanın ve onunla birlikte büyümüş olmanın mutluluğunu duydu içinde… Ağacı eğriydi ama hala ayaktaydı.
Ben de bu hikayeyi yazarken; köy enstitülerini, O çocuğun babası gibi oradan yetişen öğretmenlerimizi, köy enstitülerinin kapanışını, belki de hiç ağaç dikmemiş ama ağaç eğri diye not kıran bir öğretmeni, bugünkü eğitim sistemini düşündüm… Ve eğitim sistemimiz her geçen gün çökerken bu gün eğri de olsa ayakta kalan o ağacı… Üstelik o ağaç büyümüş bir de fidan vermiş…
02 Ağustos 2014 Cumartesi, 20:57 at 20:57
Ellerine sağlık… Bu güzel hikayeyi bizimle paylaştığınız için de teşekkürler…
04 Ağustos 2014 Pazartesi, 16:32 at 16:32
İlkokulda benim de bir çam ağacım vardı. Daha doğrusu, o yıl yeni dikilmiş fideleri her birimize , “Bunlar artık sizin ağacınız. Haftada bir, çeşmeden (bahçede sürekli akan bir kaynak çeşme vardı) su alıp sulayacak, dibindeki otları temizleyeceksiniz.” demişti Ali öğretmemimiz. Bir ağacımın olmasını o an çok anlamlı gelmemişti. Sulayıp, otlarını temizledikçe bir bağ oluştu aramızda. Bahçemizde bir sürü ağaç vardı ama bu “benim ağacım”dı. Büyüdüğünü görüyor, seviniyordum.
Ertesi yıl bizden alınıp üçlere verildi ağaçlar ama ben yine gidip bakıyordum ağacıma. Okulu bitirdikten sonra da yoldan geçerken o ağaca, benim ağacıma bakardım hep. Acayip bir duygu, tarifsiz bir şeydi o bağ. Demek ki bir ağaçla çocuk yaşta dost olmayı öğretmişler bize o zaman. O yıllarda böyle güzel bir şey yaratmış dönemin eğitimcileri. Hatırlamakta yarar var; Ali öğretmenim, Kzılçullu Köy Enstitüsündendi diğer öğretmenlerimiz gibi.
Başakcığım, beni elli yıl öncesi çocukluğuma götürdün.
Sağol, varol.
Sevgilerimle
30 Ağustos 2016 Salı, 14:08 at 14:08
… Yani, öylesine ciddiye almış ki yaşamayı,
Bu yaşında bile, mesela üç ağaç dikmiş:
Biri ıhlamur, biri meşe, biri çınar…