cin-der-elle
Gün erken düşüyor.
Kuşlar misali, yememiz, içmemiz, ötmemiz, acıkmamız da güne göre ayar buluyor. Çoğul konuştuğuma bakma, kuşlar ve ben. Başkası yok.
Eh işte gün düşünce, kabak, enine mi kesile, boyuna mı doğrana, havucun da rengi ne güzelmiş, domatese mi şehriye, şehriyeye mi domates derken evcilik oynar gibi bir minik kap yimeciğim pişiyor; onlar fıkırdarken iki bardak Urartu şarbı yudum yudum beni besliyor.
Saat 21.45 falan. Susadım. Şarabı hala daha soğuk içiyorum ama susadım işte. Sen bilirsin gerçi; her içkini ardına duş yapar gibi bi bira köpüğü indiririm illaki.
Dolapta bira yok. Saat 22.00 olacak. Yürüme yolu bakkalıma arabayla gittim. Selamlaştık. İki malt kaptım, acele ile para verdim, acele ile üstünü bekliyorum. Bakkal yüzüme baktı, para üstünü önüme sayarken, “acelen ne” gibi bir ifade takındı.
Kaçırır mıyım? “Arabam kabak olmadan eve gitmem gerek” dedim. Bakkal Yılmaz, anladığına, anlamadığına, onayladığına, onaylamadığına hiç renk vermez. Öyle daş gibi durur. Çenem durmadı, “bi de eve koşarken çizmenin birini düşürmek var” deyiverdim.
Yılmaz, aynı duruşu ile, sanki masalın yazıcısı o imiş gibi, bu kez hafiften gülümsedi, “evini biliyoz, getirirdik” deyiverdi.
Ben dükkandan çıkarken tırtıl gibi kendime katlanmış gülüyordum.
İyi gitti bira. İçene içmeyene, içecek olana afiyet olsun.
19 Kasım 2013 Salı, 00:11 at 00:11
Afiyet olsun dostum 🙂
22 Kasım 2013 Cuma, 09:21 at 09:21
yarasın. yazarı hemen belli olan bir tarz.
not: “saat 21:45…” paragrafı, ikinci satırda “içkini” sözcüğünün sonuna bir “n” daha mı iyi olur sanki?
sevgiler, alayınıza…
24 Kasım 2013 Pazar, 01:04 at 01:04
Billahi Onör’cüm
Aceleden içkini(n) (n)sini düşürüvermişim. Kap da gel bi yol.
Bira(n) bol.