”NARLA İNCİRE GAZEL”
Narlarla incirler yarışıyordu yine her yaz olduğu gibi. Ama bu yıl biraz mahzundular, ya da bana öyle geldi.
“Al beni!, Ye beni, bakmadan geçme!” diyordu her bir ağaç. Öyle olgun, alımlı ve güzeldiler ki… Tadmadan geçsem küserlerdi. Dallarını okşadım, ayrımsız incirlerini yedim doyasıya.
Narlar, incirler çatlamış tadıdan. Ya balını akıtıyor ya da dalında kuruyordu incirler..
Narın tatlısı, ekşisi, cücesi, mayhoşu, bir şenlik, bir şenlik…ama bir ay sonra hüzün çökecek o bahçelere; gecikmeyin.
Bilirsiniz; Ege’de incirin adı “yemiş”tir. Kara yemiş, sarı yemiş, yediveren…En hoşu bardacıktır bana sorarsanız. Her yörenin yemişi kendine özgüdür neredeyse. En güzeli, sabahın serininde yemektir. İçini baymaz, damağına yapışmaz, hele bir de çiy düşmüşse geceden, tadına doyulmaz.
Her sabah Bilge Karasu’yu andım, kulaklarını çınlattım o güzel insanın. Narla İncire Gazel’i yazmak, ancak böyle bir ustaya yaraşır değil mi?
“Nar kentinde bir incir buldum. Narı da inciri de, övmek isterim. Anam her kışın en karanlık noktasında, eve girerken bir nar atardı yere, bütün gücüyle; parçalanıp iyice dağılsın diye. Evin beti bereketi niyetine… Ardından hızla süpürüp silerdi ortalığı. Bir iki gün sonra, narın patladığı yerden çok uzakta incecik bir çıtırtı duyduğum olurdu ayağımın altında. Ne kadar dağılmışsa nar taneleri, o kadar iyiydi. Topladıktan sonra söylerdim anneme, sevinsin diye.”
Usta yazmış işte en güzelini. Öyle güzeldiler ki, kaydettim size göstermek için. Nardan, incirden, zeytinden, üzümden selam getirdim. Gitseniz, görseniz, severler, sevinirler. Gecikmeyin!
16 Ağustos 2013 Cuma, 10:20 at 10:20
Nar ve incir deyince şimdi, aklıma Tezer Özlü’nün aktardığı bir anekdot geldi. Kendisi yine o yoğun kayboluş eşiklerinden birindeyken -sanırım erken çağlarında-intihara teşebbüs ediyor, hastaneye kaldırılıyor. Gözünü ilk açtığında babasını buluyor başucunda ve babası ona diyor ki “yaşamda bu kadar güzel yemişler varken ölmek istemek niye?” Odur budur karamsarlığa kapıldığımda bunu aklıma getirmeye ve böyle düşünmeye çalışıyorum çünkü meyve her zaman yaşam(ak) demektir… Narın ve incirin memleketinden yeni döndüm Dostlar. En kısa zamanda birlikte nar ve incir sofrasında 🙂 buluşmak üzere, sonsuz sevgi…
16 Ağustos 2013 Cuma, 10:36 at 10:36
Hal ayllah! Bak yine “intar”ı düşürdün aklıma Zeyno :))) Yok yoook, intahar edeceğimden değil ama intaharın da bir seçme hakkı olduğu düşüncesi vardır hep kafamda benim. Eğer insan göremiyorsa, yani gözlerinin değil gönlünün körlüğünden bahsediyorum. Ya da çok fazla görüyorsa ve gördüğü güzellikler çirkinliklerden azsa ve bir de güzellikleri çoğaltma yetisini kaybetmeye başlamışsa… ( cümleri toparlayamadım yeni bir cümleden devam edeceğim 🙂 ) zaten toparlayabilsem bu konu ile ilgili düşüncelerimden bir deneme yazacağım… neyse… belki böyle böyle toparlanır :))
Lafı uzattım ve de dağıttım. Demem o ki yaşamayı seçmek kadar seçmemek hakkı da var insanın ve bu da en az diğeri kadar doğal karşılansa iyi olur bence. Şimdi ötanazi filan konuları girebilir araya ama benim söylemek istediğim başka.
Neyse… Soframızda meyvamız ve sohbetimiz eksik olmasın. Olmadı orada devam ederiz artık 🙂
Bir şunu ekleyeyim altına tam olsun :)))
Bıktım bu yaşamaktan, ölüm tek çare bana,
İşte dileniyor bak en yüce gönüllüler
Ve gönlü fakirlerse sırça saraylarda
İşte en masum inanç arsızca çiğneniyor.
Pırıl pırıl insanlık ayakaltında artık,
En yücesi erdemin hoyratça kirletilmiş,
İşte gözden düşmüş o bir zamanlar taç olan.
Devletliler kırmış devletin kapısını
Sus pus edilmiş sanat yine devletlilerce
İşte saçmalık bilgiç bilgiç hüküm sürmekte
İşte en basit gerçek basitlikle suçlanmış
Hapsedilmiş iyilik, köle olmuş kötüye.
Bıktım artık bunlardan ölüm gelse ne iyi
Kötü olan şu ki yalnız kalacak sevgili.
türkçede yeniden söyleyenler:
umut şenyıl
onur çalı
Kaynak: pArşömen
16 Ağustos 2013 Cuma, 11:01 at 11:01
Ölümün yaşama dahil olduğunu düşünüyorum ben de. Yaşamamayı seçme hakkı mahfuzdur!
Devamı muhabbette. Muhabbetle… :))))
16 Ağustos 2013 Cuma, 11:06 at 11:06
Ne güzel oldu güne narla, incirle başlamak… Hepinize teşekkür ederim. Ben de Birhan Keskin’den bir şiirle devam edeyim o vakit, sevgiler…
“Şubat
Ben bu içimin yankısı, ben bu içimin koruyla
bu narı daha fazla taşıyamam.
Düşecek ellerimden, dağılıp dökülecek odaları,
dayanamam.
Benden sana mevsimlerden anne, uykularımdan tüller,
ömrümden ağrılar sızmıştır.
Bu aşk bende bir imkânsızlık tasarımı gibi kaldı,
kaldıramam.
Adı Şubat olan bu şiirde kalbim
uzun bir nehir gibi ağrıyor. İnat yumağım çözüldü.
Sol omzundan siyah atımı, sana düştüğüm o eski şubattan
çukurumu alıyorum.
Benden kalan boşluğa kırmızı bir araf düşüncesini koy.
Nasıl hatırlanırsa bir yaprakta bir orman
bu kez o olsun beni sana hatırlatan.
Bir gün olur senin de düşerse elinden nar
Aşk bir gün seni de alır bir yerden bir yere koyar
Ne zaman ki kaplar gönül mülkünü kar
Çağır o zaman, anlatırım sana,
bir ömürden nasıl döne döne geçer turnalar.
Sanma ki inadımda sarı bir safra
dilimde uçuşan rüzgârlı bir sayfa
sözlerimde silinmiş şifre vardır.
Sökmedin beni çölden, yolum araftır.”
16 Ağustos 2013 Cuma, 12:15 at 12:15
Arkadaşlar, bir nar ve incir buluşması yapalım Murat gelince.
İkisi de çok şiirsel meyve değil mi?
“Dürtme içimdeki narı/ Üstümde beyaz gömlek var.”
Ah, bu dizeleri ben yazabilseydim…
PENGUEN 2
O büyük ve muazzam zamanda unuttum
Kanatlarım çok oldu üşüyor benim
Bu beyaz ıssızlıkta göğsüme düşüyor
Bu yüzden eğik boynum.
Bir kuşun anısı kalmış bende, saklı
Bundan gözlerimdeki kayalık,
İçimdeki serseri buzullar
Dürtme içimdeki narı
Üstümde beyaz gömlek var.
Birhan KESKİN
16 Ağustos 2013 Cuma, 12:51 at 12:51
Yapalım gerçekten de… Özledik Murat Abi’yi… Gelse bir an önce ve adaptasyon devresi geçiverse hemen, nar kesip incir yesek.
Sahi narla incirin zamanı ne zaman bitiyor? Daha var di mi?
Murat Abiye yetişir mi ki? 🙂
17 Ağustos 2013 Cumartesi, 14:26 at 14:26
KİM BAĞIŞLAYACAK BENİ, KİM?
P e n g u e n
bana sırtını dönme,
biliyorum, sana benziyorum
ve içinde saklı tuttuğun yele..
P e n g u e n
benimde içimde saklı tuttuğum
buzlu kıyılar, çığlık hatıraları..
bende senin kadar kaçkınım ve yaralı.
Kim bağışlayacak ki beni penguen,
çizdim senin beyaz ve narin yerini.
Bir yanım bembeyaz ışık
körediyor, bir yanım zehir gece.
parktaki salıncağa binmeyi
beceremedim bu gün ben de..
P e n g u e n bana sırtını dönme
unutmadım aramızdaki beceriksiz dili.
Dünya yordu bizi. Benim de söyleyemediklerim var.
hiç söyleyemeyeceğim onları belki de.
uzun bir yolu geliyoruz seninle, yolu,
geldikçe anlıyorum ki, biz,
bu dünya üzerinde yürüyemiyoruz bile..
P e n g u e n
kim bağışlayacak beni.
çizdim senin beyaz ve narin yerini,
elimde tuttuğum ince metalle..
Birhan Keskin
17 Ağustos 2013 Cumartesi, 14:44 at 14:44
Abi, bizim Dikili’deki evde var bi incir, girip çıkarken yiyip dururum 🙂 Nar daha yok galiba. İnsan bu kadar yemiş varken gidebilir bu dünyadan. Ama gitmese daha iyi tabi. Zaten gidicez çünkü, o yüzden çok gerek yok acele etmeye. O zaman size akşam dinlediğim, incir ve zeytin ülkesinin şairinden bir şiir. Eyvallah.
Her Aşk Bir Ay Taşır Alnında
rüzgâr, böğürtlenlerin, kekik kokularının, deniz kestanelerinin
bestelediği türküleri kulağınıza umulmadık zamanlarda fısıldıyorsa
toprak, elinize aldığınız zaman pul pul balıkçı motorunun sesini taşıyorsa
(insan kalbinize
bilin ki bir italyan maria çocuk, bir faslı hüseyin’e aşık olmaya yüz tutmuştur
zeytindağ’da, bin yıllık bir zeytin ağacı yaşlı gövdesinde
toma’nın meyhanesinde zeytinyağı saflığıyla gülümsüyorsa ellerine cunda’nın
adını cunda’nın, ali bey adası olarak değiştirilmesi dayatmasını
bir türlü içine sindiremiyorsa pulları gümüş bir papalina
bilin ki hüzün kaplar kirpiklerini akdeniz’in
bu yüzden bir emmanuella çocuk dinlerken madrigallerini
bütün güvercinleriyle birlikte havalanır kalbinde şairlerin
bu yüzden beyaz ve duman renkleriyle güvercinler
birer ikişer konar düşlerine acıların
ve uzaktan eski bir aşk şarkısını fısıldar kır çiçekleri maltepe’nin
‘bu adamı ağlatırsa akdeniz ağlatır
bir gül konar dudağına yalnızlığın
bir de bakarsınız ağlarım’
her akdeniz, kendi iklimini, kök boyasını kalbinin
yalnızca kendi aşkıyla dokur
çünkü santur
çünkü dans ve büyü
çünkü küçük bir kızın topuklarıdır akdeniz
ve incir ve zeytin ağaçlarının ülkesinde
deniz minarelerinin ruhunda gizlidir madrit’ten havalanan
uçuk mavi kanatlı bir yalıçapkını
ve bergama’da, atmaca mahallesinde
elinde klârnet, elinde bakır, dudaklarının kıvrımı dans
bir kuğu konar konar dünyanın aşklarına
bu yüzden çingeneler
bu yüzden müzik
bu yüzden hüzün
bu yüzden aşk
bu yüzden bergama’da doğar dolunay
ve dikilirse bir gece ansızın pan
ansızın zeus
ansızın ölüm
bilin ki her ay bir akdeniz
her aşk bir ay taşır alnında.
20 Ağustos 2013 Salı, 12:05 at 12:05
Ah Başak nerden buluyorsun o kuru kafaları şu nar ve incir ayında? İnsanların yazdıkları nassıl kasvetli şeyler görüyorsun değil mi? Kınıyorum seni.
Bak şu dizeler için bile yaşanır şu güzelim dünyada:
“bu yüzden çingeneler
bu yüzden müzik
bu yüzden hüzün
bu yüzden aşk
bu yüzden bergama’da doğar dolunay”
Onurcuğum ne güzel, ne kadar insan kokan bir şiir bu.
Ayrıca, Cemal Süreya, “üstü kalsın.”diyor. Bonkör adam ama büyük ikramiyeyi iade etmiyor.
21 Ağustos 2013 Çarşamba, 07:56 at 07:56
Ne güzel bir akşam oldu yine, Servet Abi aklınıza sağlık 🙂
http://www.youtube.com/watch?v=moznGvIEjXY
masada konuşulanlardan eksik kalanlar 🙂
http://www.denizce.com/yakamoz.asp
20 Ağustos 2013 Salı, 23:12 at 23:12
ey hayat bir ömür söyle ortaya karışık
üstü kalsın laflar et sonra
kimliği davut gibi
ipliği pazara çıkmış bir yaşamla avut beni
yolculuk kokusu sinsin ömrüme
her vagon yaşını kendi hüznünde taşır,
ineceğim son/durak benim
kim karışır? .. (söz.türk)
21 Ağustos 2013 Çarşamba, 09:34 at 09:34
Ne güzel… Birhan’ın, Onur’un, Serdar’ın şiirleri, hayatın hallerini resmediyor bize.
Seyrediyorum keyifle, hüzünle bu sabah yine; dönüp bakıyorum akıp giden günlerime/günlerimize.
İyi ki yaşadım/ yaşıyorum. İyi ki varsınız, iyi ki tanıdım insanların en güzellerini.
Sevgilerimle
(Bir de yakamoz akşamı mı yapsak Başakcığım?)
21 Ağustos 2013 Çarşamba, 10:05 at 10:05
Yapalım walla ne güzel olur 🙂
Ama onun için yeni hikaye istiyorum sizden 🙂
Yakamoz akşamının sohbetlerini de o bölümde toplarız hem olmaz mı 🙂
21 Ağustos 2013 Çarşamba, 12:27 at 12:27
E hadi bu da benden o zaman:
Hediyedir ömrümüz
Narın ve incirin eşliğinde, mimoza ve yakamoz ışığında
Aşılıp geçilen deniz
Denizden sonra kızı
Kızdan yeniden deniz yaratır acılarımız
Dostlar kedi mırıltısı üzüm ve rakı mutluluğumuz
Masada eksik yok muhabbet varken
Tek
Eskimiş yıldız bitmiş aşk ölü yosunlar
Ve kuşlar
23 Ağustos 2013 Cuma, 11:33 at 11:33
“Bir gün
Bir nar ağacının dibinde
Bir başka çocuklar
Yine Türkiye’yi konuşacaklar.”
-Behçet Aysan